Kendini iyi ki öldürmüşsün be İsmail Pelit! (Murat MÜFETTİŞOĞLU)

‘Edebi hiza aramıyoruz, çağımız hakkında kişisel patlamalar arıyoruz... Tek kitap olsun ama yazarla çağı arasında bir çarpışma olsun... Yüksek edebiyat bize alçak geliyor, yüksek edebiyatın baskısına Hayır diyen yazarları arıyoruz. Roman, hikâye nasıl yazılır diye yaratıcı yazarlık kurslarına giden yazarları değil, içindeki kimyaya teslim olan cesareti arıyoruz.’

Raskol’ un Baltası Yayınları, bastığı romanların ilk sayfasına bir yayıncı manifestosu niteliğindeki bu pasajı mutlaka koyuyor. Genç yazarları İsmail Pelit, ‘Köpekler ve Allah’ romanıyla içindeki kimyaya teslim olma cesaretinin kendisinde var olduğunu kanıtlarken, yayınevinin manifestosunu da karşılıksız bırakmamışa benziyor. 

Yaşamla ölüm arasındaki ilişkiyi işleyen kurgu metinlere denk gelmişsinizdir. Söz konusu metinlerin çoğunda yaşam ayağı olumlanırken, aslında onu var eden ölüm bileşeni aynı doyuruculukta işlenmez. Etin yanına konulan yeşillik gibi, ölüm gerçeği de yaşam temasının yanına iliştiriliverir... Sözüm yaşamın her defasında kutsanmasına değil elbette; sadece, yaşamla ölüm arasındaki dolayımın ele alındığı kurgu bir metnin hangi derinliğe ve estetik boyuta oturduğuna iyi bakmak gerekir. Misal, Albert Camus’ nün Caligula’ sı bunun için ideal türden bir örnektir. Öte yandan, ölümün zihinsel ve maddi açıdan ne anlama geldiğini bilmeksizin yaşam denen hareketi kusursuz şekilde tarif etmek hakikaten güç. İnsan olarak her iki olguya da içkin olmamız bir tarafa, varoluşumuzun esprisi olan ‘anlamsızlığı anlamlandırma’ dürtüsünün bir ayağı ‘madem geldik, insan gibi yaşayalım’ arzusuna basarken, öteki ayağı da ‘madem geldik, demek ki gideceğiz’ kaygısına basar. Fikrimce, kaygı ayağının güçlenmesi, arzu ayağının zayıflamasından, yani nasıl yaşanacağı ve nasıl var olunacağı sorularına bütünlüklü yanıtlar verilememesinden kaynaklanır.

Köpekler ve Allah’ ta İsmail Pelit, daha da ileri giderek, bile isteye kendi ölümünü kurgular. Zarif bir şaşırtmacayla, ölümü tutkuyla arzuladığını beyan eder. Zira, (aslında) bütün iddiası ve niyeti biricik iradesini bütünlemektir. “İnsanın kendini öldürme iradesi göstermesinde, hayatın ne kadar güzel ve anlamlı olduğunu düşünen insanların anlayamayacağı bir zerafet görmem, neredeyse herkesi şaşırtır” der ve sorar: “Kendini öldürme iradesine sahip olmanın verdiği tamlık duygusuyla rekabet edebilecek bir his var mı? Böyle bir güce sahip olmak, sahip olunan her şeyi anlamsızlaştırmıyor mu?”

Yazar adaylarına iyi bir roman karakteri yaratmak için ona önce bir intihar mektubu yazdırmalarını öğütler. Ya da, biriyle bütünleşmek için o kişiyi bir metinde öldürmeyi önerir. Öğüdü ve önerisi, intiharının gerçek bağlamını açığa çıkaran enteresan kanıtlardır bana göre. Zaten kendisi de, hepimizin iyi bildiği iki edebiyatçıyı, İsmet Özel’ i ve Enis Batur’ u daha önceki iki romanında “öldürmüştür”. Peki, intiharını kurgulamasının altında yatan nesnel sebepler nelerdir? 

Kahredici ikilikler...

Öncelikle, yetişkin bir erkek olarak yaşamak zorunda kaldığı hayatını kendisine biçilen bir ceza gibi algılar ve Allah’ a isyan eder: “Nasıl böyle berbat bir yer yaratabildin? Erkekliğimi, insanlığımı nasıl bana bıçak gibi dürttün? Dünyaya baktığımda acı çekiyorum… Tüm insanlarla birlikte senin ruhundan yaratıldığımı söylüyorsun, peki bu duyduğum yalnızlık ne?”

Yaşaması için elle tutulur bir nedeni olmamasına karşın, köpekler ve Allah’ la geçirdiği iyi zamanlar sayesinde yaşama katlanır. En sadık duygusu olan ‘mutsuzluğunun’ cisimleşmiş halidir köpekler. Allah’ ı da köpekleri yarattığı için beğenir. Bu içten minnet duygusu, “medeniyetin giydirdiği giysiye rağmen ruhunun serbest kaldığı, paranın geçmediği bir zamanın içinde sadece zamanı harcayarak yaşadığı, kalp sahibi olmak için şahsiyetin şart olmadığı, var olmak için aklın gerekmediği ve aklın yokluğunun kusur değil zenginlik olduğu” çocukluğundan kalmıştır ona. “Çocukken içinde duyduğu tamlığın, dışarıdaki hiçbir şeyle bozulmayacağına dair inancı en büyük sevinç kaynağıdır ve modası asla geçmeyecek bir güzellik olarak hayat, üzerine düşünülmesi gereken değil, sadece yaşanması gereken bir şeydir”, bütün çocukların yaptığı gibi. “Gövdesi bir zamanlar ruhunun oyuncağıyken, erkek olduğunda ruhunu erkekliğinin fahişesi gibi hisseder. Bölünür ve eksilir. Köpekler ve Allah uzakta kalmıştır. Erkek ya da kadın olmak, gerçek denilen her şeyin kahredici bir ikilikle parçalandığını göstermektedir. Bundan böyle tutkuyla hayal ettiği tek şey, bir şişe arseniği içerek dünyayı ve zamanı kendisi için bitirmektir. Öldüğünde başında sadece köpeklerin ve Allah’ ın olacağından emindir.”

Metnin bütünlüğünü bozmadan, hatta ana karakteri güçlendirir biçimde bölüm aralarına serpiştirilmiş eklerden birinde şöyle diyordu: “Virginia Woolf’ un, felsefe bir romana yedirilmemişse, bir cümlenin altını kurşun kalemle çizebiliyorsak, güvenle diyebiliriz ki, ya felsefede bir yanlışlık vardır, ya romanda, ya da her ikisinde, sözü üzerine düşünceler.”

Kitabın yazarıyla karşılaşırsam bir gün, şu sorumun kendisi için ne anlama geldiğini sormak isterim: ‘Romanınızda neden onlarca cümlenin ve pek çok paragrafın altını çizdim? Üstelik tükenmez kalemle!’

Son söz niyetine: Roman bittiğinde, çocukluktan yetişkinliğe geçerken iradenizde açılan, gittikçe büyüyerek varlığını sürdüren boşlukların neyle dolabileceğine dair çağrışımlara kapılıyorsanız, zihninizde tuhaf kıpırdanmalar ve karıncalanmalar beliriyorsa, emin olun şöyle diyeceksiniz:
Kendini iyi ki öldürmüşsün be İsmail Pelit!  

KÖPEKLER VE ALLAH, İsmail Pelit, Raskol’ un Baltası Yayınları(Edebi Şeyler), 2012.
                      
         
   

0 yorum:

Yorum Gönder