İsmail BİÇER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İsmail BİÇER etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hayati Baki’nin Zihin Temrinleri (İsmail BİÇER)

“sizin için insan kardeşlerim”
                             orhan veli
Sinop’un bir köyünde, doğayla iç içe yaşayan şair Hayati Baki, son yapıtı “Şair ve Hakikat” ile selamlıyor bizleri. Hayati Baki’nin “Şair ve Hakikat”ten önceki yapıtları; “Sonrasız Dönüş Yalnızlığı” (Şiir, 1992), “Şiirin Kesik Damarları” (1. Kitap: İntihar Eden Şairler Kitabı; 2. Kitap: Öldürülen Şairler Kitabı; Araştırma-Antoloji, 1994), “Tanzimat Edebiyatında Roman ve İnsan” (İnceleme, 1994), “Usulca ve Yeğnik” (Şiir, 1996), “Bursa’da Zaman ve Edebiyat” (Editör, 1997), “Harfler Kitabı” (Şiir, 2004), “Şair ve Otorite-Şiir ve Yanılsama” (Eleştirel Deneme, Birinci Baskı1996, İkinci Baskı 2008), adlarını taşıyor.

Bu yapıtlar gösteriyor ki; ‘tembellik hakkı’nı savunan, ‘ölümün büyük bir haksızlık’ olduğuna inan, “keşke bir ağaç olsaydım” arzusu içinde olan, dünyanın içinde bulunduğu trajedi karşısında ‘kronik bir umutsuz’ olarak adlandırılan Hayati Baki, sadece şiire değil, şiir düşüncesine de ciddi katkılar sunan şairlerimizdendir.

Hayati Baki, “Şairin Zihin Temrinleri” alt başlığı ile adlandırdığı “Şair ve Hakikat”te, Türk ve dünya şiirinin önemli/iz bırakmış şairlerini çeşitli yönleriyle okur karşısına çıkarıyor. Bu şairler sırasıyla; Beşir Fuad, Ingeborg Bachmann, Ahmet Haşim, René Char, Tevfik Fikret, Johann Christian Friedrich Hölderlin, Orhan Veli Kanık, Sylvia Plath, Rainer Maria Rilke, Behçet Necatigil, Paul Celan, Oktay Rifat, Louis Aragon, Çolphan, Cesare Pavese, Melih Cevdet Anday, Bertolt Brecht, İbrahim Şinasi, Octavio Paz, Ceyhun Atuf Kansu, Nikolay Alekseyeviç Nekrasov, Cahit Sıtkı Tarancı.

Hayati Baki, şairleri anlatmaya öz yaşam öyküleri ile başlıyor, onları yazmaya iten şartları ve koşulları dile getiriyor, şiirleri (şiir anlayışları) üzerine derinlikli çözümlemelerde bulunuyor, şiirlerinden örnekler veriyor. Hayati Baki, bu şairlerin herkes tarafından bilinen öz yaşamlarına dair bilgilerin dışında, neredeyse hiç bilinmeyen (su yüzüne çıkmamış) yanlarını sunuyor okura… Tüm bu metinlerde, sadece kendi görüşlerini dile getirmiyor. Başka şair ve eleştirmenlerin de düşüncelerine yer veriyor. Orhan Veli’yi ve şiirlerindeki değişimi anlatırken, yer yer Sait Faik ve Asım Bezirci’nin devreye girdiğini görüyoruz. Orhan Veli demişken, Hayati Baki’nin “garip: tarifsiz bir keder içinde: sizin için insan kardeşlerim” başlığı altında, “9” bölümde ele aldığı Orhan Veli metninin “3” numaralı bölümüne yer verelim:

    “şiirlerinde, orhan veli kanık, çok değişik konuya yer verdi: eski biçimli ilk şiirlerinde umut, hayat, başlamak, aşk, sevgi, yalnızlık, hüzün, ölüm, çocukluk, yeis, hayâl, yolculuk ağırlıktadır; bu dönem ilk şiirleri: vezin, kafiye, ve şairanelik yönünden garib’e uymazlar. yeni biçimli ilk şiirlerinde ölçü, uyak ve şairanelikten uzaklaşır orhan veli: ağaç, asfalt, ufuk, insan, çalışmak, doğa, sıradan insanlar, şehir, kadınlar, savaş, nesneler girer şiirine. orhan veli kanık’ın ‘garip dönemi’, yeni şiirin önünü açtığı, yeni şiiri başlattığı dönemdir: çocukluk, aşk, yalnızlık, ayrılık, yaşama sevinci, doğa, kadınlar, sıradan şeyler, tuhaflıklar yer alır şiirlerinde. ‘vazgeçemediğim’de istanbul ve lirizm, yoğunluk kazanır. ‘destan gibi’, tanıklıklara yer verir: savaş, işçiler, kadınlar, çalışanlar, yoksullar vb sorunlar-konular, yolculuk eşliğinde doğayla birlikte izlenir hep: halk edebiyatı, halk türküleri girer şiirine. ‘yenisi’: yolculuk, yaşama sevinci, memleket meseleleri, çocukluk, aşklar, çalışanlar: anımsamalar eşliğindedir. ‘karşı’da: insanlar, çalışanlar, özgürlik, yaşama sevinci, deniz vardır. dergilerde kalan son şiirlerinde balıkçılar, yaşama sevinci, yaşama isteği yoğunluk kazanır.”      
Yukarıdaki anlatımdan da fark edileceği üzere; Hayati Baki, kitap boyunca -özel isimler de dâhil- küçük harfler kullanıyor. Yine tüm metinlerde anlaşılır/sade bir dil kendini rahatlıkla ele veriyor. Asla bir bilgelik sergilemiyor Hayati Baki. Ele aldığı şairlerle ilgili bilgi ve birikimlerini, samimi/alçak gönüllü bir paylaşıma dönüştürüyor. Metinlerde kullandığı başlıklar, adeta birbirleriyle yarışırcasına şiirsel, çarpıcı, ezber dışı… Bu başlıklardan birkaçını sıralayalım:
“rené char: öfke ve gizem: dingin kaya parçası”, “paul celan: karanlık gökler altında: çok az insan var”, “m. c. anday: güneşte: yağmurun altında: rahatı kaçan ağaç”.

Kitaba adını veren “Şair ve Hakikat” kavramlarına gelecek olursak; son derece isabetli, yapıtın içeriğini karşılayan bir durum. Hayati Baki, ele almış olduğu şairleri ve onların şiir anlayışlarına dair bir hakikatin peşinde olduğunu, hatta bir hakikati yerine getirmenin görev olduğunu kanıtlar nitelikte. ‘Hakikat’ demişken; Yazar Ali Rıza Gelirli’nin “Karşı Çıkabilmenin Sükûneti” adlı kitabında yer alan “Hakikat, İnanç ve Şiir” başlıklı yazısındaki ‘hakikat’ kavramına göz atalım. Çünkü buradaki söylem/tanımlama, Hayati Baki’nin neden böyle bir kitap adı tercih ettiğine de açıklık getirecektir.
“Hakikat, daima geliştirilebilecek yeni bilgilerle güçlendirilebilecek ama hep doğru kalacak bilgi demektir. O, düşünce ile nesne arasındaki uyumluluğu dile getirirken nesnel gerçeği de bilincimizden yansıtır. Heidegger, hakikatin özünün özgürlük olduğunu söyler. Zira özgür olmak, şeylerin oluşmasına olanak tanır. Hakiki olmak, benliğin merkezinin kendiliğindenliği içinde açmak, mesela, ağacın dallarının kendini istediği gibi sergilemesine izin vermektir.”

Şiiri çok yakından takip edenler, şiire dair entelektüel birikimlerinin çıtasını yükseltmek ve bu konudaki ezberlerini bozmak isteyenler; Hayati Baki’nin “Şair ve Hakikat”i kaçırılmayacak bir yapıt.

ŞAİR VE HAKİKAT
, Hayati Baki, Yazılı Kâğıt, 2015.


Bir kentin kitabı:“Kalbim Uşak’ta Kaldı” (İkbal KAYNAR ile Söyleşi: İsmail BİÇER)

Yazar-müzisyen İkbal Kaynar, bu kez “Kalbim Uşak’ta Kaldı” adını taşıyan bir kent kitabıyla çıkıyor karşımıza. Heyamola Yayınları’ndan (‘Türkiye’nin Kentleri’ serisi olarak) okurla buluşturulan bu kitabın içeriğini ve benzerlerinden farklı yanlarını, yazarı İkbal Kaynar’la konuştuk.

“Kalbim Uşak’ta Kaldı” adını taşıyan kitabı yazmaya, nasıl karar verdiniz?

“Şairin anayurdu çocukluğudur.” der Adorno. Benim çamurdan hamamlar yaptığımız, karpuz kabuğundan arabalar yaptığımız çocukluğumu, kasket şapka taktığımız ve İspanyol paça pantolon giydiğimiz ilk gençliğimi unutmam olası değil. Tüm bu güzel anılarım Uşak’ta yaşandı.  Oyunlarını oynadığım, türkülerini söylediğim, havasını kokladığım kentime bir vefa borcu diyelim buna. Heyamola Yayınları da kentler serisini çıkarıyordu. Teklif gelince hemen işe koyuldum.

Kitabınız (tür açısından) alışılmışın dışında bir içeriğe sahip. Genellikle bir şehri anlatan kitaplar, gezi rehberi ve kent ansiklopedi şeklinde çıkıyor karşımıza. Oysa siz Uşak’ı, kendinizle birlikte işleyerek anlatıyorsunuz. Yanılıyor muyum?

Haklısınız. Zaten bu kitabı diğerlerinden farklı kılan da söylediğiniz gibi olmasından kaynaklanıyor. Bu nedenle çok etkilendim yazarken. İzlediğim bir filmi yeniden izliyormuş gibi oldum. Doğduğun yer, oynadığın oyunlar, dostluklar, komşu sıcaklığı, sohbetlerin içeriği; İlkokul, ortaokul derken, öğretmen lisesi yılları ve tüm bu zaman diliminde o yıllara ilişkin anılar… Hatta söylediğimiz şarkılar, giysilerimiz, ramazan davulcumuzun söylediği maniler, dünyada ve Türkiye’deki siyasi atmosfer ve Uşak’ta yaşayan bize yansımaları… Kısacası bu kitapta koca bir yaşanmışlık var. Okuyanlar mutlaka kendilerinden bir şeyler bulacaklar. Bu benim yaşadığım, gördüğüm, duyumsadığım Uşak. Belki de Uşak böyle mi anlatılır diyenler de olacaktır. Dedim ya; bu bendeki Uşak. Eşsiz doğası, sıcak ve gelişmeye ket vurmayan insanları, zengin folklorik yapısıyla hep yüreğimde olan bir kent. Bu kitap beni hiç terk etmeyen çocukluk ve gençlik arkadaşım oldu.

Kitaptaki konuların içeriğine biraz daha değinelim istiyorum. Kitap bir kente (Uşak’a) dair başka neleri barındırıyor?

Babam Mustafa Kaynar, Köy Enstitüsü kökenli bir edebiyat öğretmeni. Köy Enstitülü öğretmen; ülkesine ve halkına karşı sorumlulukları olan çağdaş, aydın, üretken, özverili kişiler/eğitimcilerdir. Demokrat bir ailede büyümek toplumsal olaylara daha duyarlı, sanatla, edebiyatla daha iç içe olmanızda büyük bir adım oluyor. O nedenle tüm bölümlerde bu yapımın esintileri var elbette. Çocukluğumu anlatırken bozulmayan dostluklar, değer yargıları; ilkokul çağını anlatırken doğamızın ne denli yalın olduğunu, meyvemizin, sebzemizin civar köylerde yetiştiğini anlattım. Okulda içtiğimiz sütleri, marmelatları anlatırken de ‘Marshall Yardımı’ adıyla Amerika’ya borçlu kalmaya başladığımızın altını çizmeden edemedim. Düğünlerde oynanılan efelemeler, zeybekler, yazlık sinemada izlediğimiz filmler, ipin üzerinde kurban kesen Cambaz Abdi ve nice güzellikler… Gençlik döneminin öğretmen lisesini anlatırken, öğretmenlerimize hayranlığımız, derslere verilen önem, kültürel etkinliklerin zenginliği nasıl anlatılmaz ki uzun uzun… Asıl Uşak özlemi bir başka kente gidince duyuluyor. Bu kez daha yakından tanıma arzusu ağır basıyor. Yani Uşak’ın çoğumuzun farkında olmadığı farklı zenginliklerini yazmadan geçmek mümkün değil.

Kitap çıktıktan sonra, Uşak’tan beklediğiniz ilgiyi gördünüz mü?

Yaramı sızlattınız gerçekten, tam kabuk bağlamıştı… Bu kitaptan önce benim dört kitabım iki müzik albümüm vardı. Kitaplarla ilgili iki-üç imza günü, müzikten dolayı da birkaç dinleti konser oldu. İkinci albümde (Ebruli Şarkılar)yere alan Ege Potbori türküsü için Uşak’ta klip çekmek için girişimlerim oldu; ancak gerçekleşmedi. Gerçi arkadaşlarım çekmeyi başardı; yakında internet ortamında başlar gösterilmeye. Bu kitabı yazarken Turizm Müdürü, Ulubey ve Banaz Belediye Başkanları; arkadaşlarım yardımcı oldular. Kitap çıktıktan sonra Uşak’ta yakın arkadaşlarım Banaz Belediye Başkanlığı (Tahsin Erdem), babamın çevresi çok ilgi gösterdi. Tek tek telefon edip kutlayanlar oldu.  Beklentilerim gerçek olmadı tam anlamıyla. En az iki sene gibi bir emek harcıyorsunuz, kitap için ya da albüm için… Çok sıradan bir iş gibi davrananlar oluyor. Popüler kültür nasıl etkilemiş insanları; mutlaka ‘bestseller’, ‘top on’larda olmanız (medyatik olmanız) gerekiyor. Benim için bunlar önemsiz şeyler. Hem yaşım küçük benim(!) büyüyünce olur bakarsınız...

Bundan sonraki çalışmalarınıza gelelim… Sırada neler var?

İnsanın içine yazma ve şarkı söyleme virüsü(!) girince kolay kolay gitmez o. Zaten değerli öykücümüz Sait Faik, “Yazmazsam delireceğim” der. Benimki de öyle bir şey. Biraz olaylara faklı gözle bakmaya başlamışsanız, üretmek sizi mutlu kılıyorsa başka yolu yok bunun. Yeni bir kitabı bitirdim ‘Gezi Direnişi’ sürecini de içine alan bir çalışma: “İsyan Mektupları”… Onun yayınlanma/okurla buluşturma sürecini yaşıyorum. Malum bu işler çok zor ülkemizde. Hep para almak ister yayın evleri. Ben para vermek istemiyorum ilke olarak. Bir de Ege türkülerinin yer alacağı (belki de Rumca-Türkçe olacak)  bir albüm hazırlığı içindeyim. Bu arada Kaygusuz Abdal Şiir ve Öykü Yarışması’nda şiir dalında üçüncülük ödülüne değer bulundum. Bu ödül, bu yaz şiire de ağırlık vereceğimi gösteriyor.

Bu anlamlı söyleşi için teşekkür ederim.

Ben çok teşekkür ederim.  Size,  gazete çalışanlarına; yazıyı okuyanlara, bu kitap için beni arayacak herkese güzel yarınlar diliyorum.

KALBİM UŞAK’TA KALDI, İkbal Kaynar, Heyamola Yayınları, 2011.

"Hayatiyet boğucu buyrukları aşar. Ferman padişahın, parklar bizimdir." (Tarık Günersel ile Söyleşi: İsmail BİÇER)

Tarık Günersel, şiirimizin çok yönlü ve özgün isimlerinden biri. Şiire ‘poetik’ pencereden bakanlar, onun şiirini ‘denyesel şiir’ olarak adlandırsa da, şiire ‘biçim’ açısından getirdiği yenilik tam da şiirin ruhuna uygun bir durum. Günersel’in şiirleri başkasının şiirleriyle asla benzerlik göstermiyor. Şiirlerindeki bu farklılığın temellerinde sinema, tiyatro, müzik, çeviri ve öykü yazarlığının kuşkusuz büyük izleri bulunuyor. “Dünya Uygarlığı Projesi Bildirgesi”ni hazırlayarak, ciddi aktivist kimliğini de gösteren Günersel’le, seçilmiş şiirlerinden oluşan yeni kitabı “Gezi”de buluştuk.

Yeni kitabınız “Gezi”, seçilmiş şiirlerinizden oluşuyor. Bu şiirler arasında bulunan “Diktetör”, Gezi Parkı eylemlerini dile getiren çarpıcı dizelere sahip. PEN Türkiye Derneği Başkanı kimliğinizle, aynı zamanda şair-yazar kimliğinizle, Gezi Parkı sürecini yakından (hatta içinden) yaşadığınızı, bu konuda birçok bildiriye imza attığınızı biliyorum. Buradan hareketle; Gezi Parkı eylemleri neyi gösterdi?

Hayatiyet boğucu buyrukları aşar. Ferman padişahın, parklar bizimdir.

Sadece ülkemizde yaratılan edebiyat, sanat ve toplumsal gelişmeleri değil; dünyadaki gelişmeleri de yakından izleyen/yaşayan aydınlarımızdan birisiniz. Kitapta yer alan birçok şiiriniz de bunun göstergesi. Dış dünyadan bakıldığında, Türkiye’deki toplumsal-siyasal yapı nasıl görünüyor?

Türkiye’de karmaşık süreçleriyle ilginç bir toplum var, siyaset kalıplarını çatırdatan.

“Gezi” şiirlerinize bakıldığında, özelikle ‘biçim’ ve ‘anlatım’ açısından, şiirinizin belirgin özelliklerini/farklılıklarını rahatlıkla görebiliyoruz. Bu yanıyla, şiirde hâlâ anlaşılamadığınıza inanıyor musunuz?

Mümkün olduğu kadar yalın yazdığım kanısındayım. Einstein’ın şu sözünü severim: “Bir formül mümkün olduğu kadar basit olmalı, ama daha basit değil.”

Edebiyatın ve sanatın birçok türlerinde ürünler veren bir özelliğiniz var. Şüphesiz bunun şiiriniz üzerinde artıları var. Peki dezavantajları var mı?

Varsa bile “avantajlar” avantajlıdır, sanırım.

Tarık Günersel’in penceresinden, bugünün Türk şiiri nasıl görünüyor?

Her zamanki gibi çoğul, karmaşık. Her zaman pek çok imza olur, dönemsel ünler belirir, sonra her on yıldan geriye birkaç şair kalır. Kaçının dünya tarihinde iz bırakacağı genellikle kırk yıl sonra belli olur. On bin yıl sonraya ise her yüzyıldan birkaç isim kalır, en çok. Yüz bin yıl sonra, her binyıldan ve tüm dünyadan bir-iki şair kalır, kanımca. İnsanlık kalırsa.

Diktetör

Şaşacak ne var?
Destanı çapı kadar.
Taksim Meydan Muharebesi!
Karanfile biber gazı,
kimyasallı su, şiddet…
Maşallah.
Pek sever hiddeti.
Zafer dediği şey
aslında mağlubiyeti.
“Destan” yazdırdı. Dikte etti.
Ölümler, göz çıkarmalar,
çivili sopalar, dövmeler,
hapisler, sansürler, tehditler…
Diktetör. “Diktatör” bu demek zaten.
Dikte eden.
Diren, Gezi Parkı! Teröre rağmen!
Diren, barışçı diriliş! Yaşama sevinci!
Diren, doğum sancısıyla demokrasi devrimi!
“Diktatör” terimi ciddi kaçar.
Ona da yazdıranlar var.
Diktetör. Aklı kör.
Unutulmaz. Maşalarıyla.
Canımı sıkamam adıyla.
Hatip ama kabil-i hitap değil.
Başmüfteri. Kanan, kandıran.
Israrla yalan. Kan.
Kendi dürüyor defteri.
Destan var, ortada. Gençlerin,
halkın yazdığı destan.
O ise kahraman değil,
zulmüyle destana yol açan.
(Tarık Günersel)

Tarık Günersel, “Gezi” (Seçilmiş Şiirler), Artshop Yayıncılık, 2013.

Dansa Kaldırılmayan Kadın (İsmail BİÇER)


1977’de İstanbul’da doğan Volkan Hacıoğlu, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İngilizce İktisat Bölümü (2000) mezunu. Aynı bölümde Yüksek Lisansını tamamladıktan sonra, 2006’da New York Eyalet Üniversitesi, Sanatlar ve Bilimler Koleji, Ekonomi Bölümü’nde burslu doktora programına başladı. Çalışmalarını İstanbul Üniversitesi’nde sürdürüyor.

Volkan Hacıoğlu’nun şiirleri ve çevirileri 1997 yılından bu yana birçok dergilerde yayımlandı; yayımlanmaya devam ediyor. “Duvarlarda Gözlerim Üşüyor” adını taşıyan ilk şiir kitabı 2006’da, bir sonraki şiir kitabı “Dansa Kaldırılmayan Kadın” 2010’da okurla buluştu. Aynı yıl, “İngilizce yazılmış en büyük siyasi şiir” olarak nitelenen Shelley’nin “Anarşi’nin Maskesi”ni Türkçeye kazandırdı. ‘Şiirden’ dergisinin yayın kurulu üyesi.
“Dansa Kaldırılmayan Kadın” üç bölümden (toplam elli sekiz şiirden) oluşuyor: “Kiralık Aşklar Locası”, “Cezaların Cehenneminde”, “Soyut Yontular”.

İlk bölümün ilk şiiri; “Cam Kız” adını taşıyor. Bir kızın intiharını (daha doğrusu camdan atılışını) anlatan bu şiir, okuyucuda farklı çağrışımlar/yaklaşımlar yaratacak dizelerden oluşuyor… Gerçek şiirde olması gereken bir tavır/söylem:

“küçük bir kızı camdan attılar/beyaz vücudu/mürekkep lekesi gibi dağıldı/soğuk taşların üzerine/çığlıklar akıyordu kulaklarımdan/çıplak bir ampul/açık pencereden sokağa bakarken//küçük bir kızı camdan attılar/ay koptu geceden/düştü kollarına kızın/kırıldı saçları/kırıldı gözleri/kırıldı yanakları/eğilip öptüm usulca/kırıldı dudakları” (S. 13).

Volkan Hacıoğlu’nun şiirleri, biçimsel bir tutarlılığa sahip... Her dize (birkaç şiir dışında) büyük harflerle başlıyor; şiir başlıkları büyük harflerden oluşuyor. Şiirlerin geneli kısa dizelere sahip... Bir anlamda; az sözle çok şey anlatmayı seviyor... Bunlar arasında altı dizelik şiirler de bulunuyor. “Karanlık Örtü” şiirini örnek olarak verebiliriz:

“Karanlık örttü mü gözlerini/Susar umut/Susar sevgi/Susar düşünceler//Karanlık örttü mü içindeki mağarayı/Yarasalar kana susar!” (S. 37).

“Dansa Kaldırılmayan Kadın” şiirlerinin belirgin özelliklerinden biri de uyaklı söyleyişlerin yoğunluğu… Ancak bu uyaklı söyleyiş, Volkan Hacıoğlu’nun ‘modern şiir’ tarzına gölge düşürmediği gibi, akıcı, anlaşılması kolay bir şiirin tadına ulaşmamızı sağlıyor. “Geçmiş Zaman” adlı şiirin ikinci dörtlüğü, bu durumu en açık şekilde yansıtıyor:

“(…)// Belki ateşle yaklaştım/Gözlerinin petrol kuyusuna/Acılarımı gecelere sattım/Çocukluğum yarısına// (…)” (S. 17).

“Kızılderili Şarkısı”nda, toplumsal sorunlara duyarlı, muhalif bir şairle karşı karşıyayız… “Kızılderili Şarkısı”, aslında tüm insanlığın hüzünlü bir şarkısı… Slogandan uzak, şiire yakışır bir söylem:

“Dağ vurmuş gözlerine/Tütün içer Kızılderili/Ay ışığı, kurt gölgesi/Yakamozda tüyleri//Bütün gün avlamış/Birer birer güneşleri/Oklarını bitirmiş/Balta tutar elleri//Beyaz adam gelince/Çadırlar sökülecek/Atların yelelerine/Kan lekeleri düşecek// (…)” (S. 48).

Volkan Hacıoğlu’nun şiirleri, izlek olarak çok katmanlı bir yapıya sahip… Ölüm, doğa, yalnızlık, aşk, kentsel yaşamın günlük trafiği bu katmanlar arasında sıralanabilir.

“Dansa Kaldırılmayan Kadın”ın diğer özelliklerinden biri; şairin ‘çevirmen’ kimliğinin rahatlıkla hissediliyor olması… Birçok şiir, önemli dünya şairlerinin ve düşünürlerinin dizeleriyle/sözleriyle başlıyor: Arthur Rimbaud, Emma Goldman, Charles Dickens, Pythagoras, Rabelais, Isidore Ducasse, Nietzsche, Anton Çehov, Philip Larkin.

Ancak alıntıların bir kısmı orijinal; Türkçeye çevrilmemiş… Bir kısmının altında ise, kime ait olduklarının notu düşülmemiş… Bu durumu, Hacıoğlu’na anımsatmak için not alıyorum.

Şiirlerini başarıyla kurduğuna inandığım Volkan Hacıoğlu’nun sözcük dağarcığı oldukça varsıl… Başka şiirlerde karşılaşmadığımız, kendisine ait eğretilemeler oldukça dikkat çekici. Bunlardan birkaç örnek:

“Bir kadın göğüslerini açarsa Rhodara/Ah! Ortaçağ biter, Rönesans başlar!.. (Açık Saçık Çiçekler, S. 24).

“Bütün gün sürdü ölümü güneşin/Çekildi görüntülerden renklerin saltanatı” (Uçurum Yankısı, S. 42).

“Gözlerimde büyüyen yaş/Asal sayısı gövdemin” (Asal Sayı, S. 77).

“Nazar” adlı şiirde, genç bir şairin aforizmalarını/bilgeliğini görüyoruz. Gerçek şairlerin aynı zamanda ‘düşünür’ olduklarına dair bir gönderme:

“Köpeklerin gözlerine uzun uzun bakma/Kan gölgesi düşer aklına/Sonsuz bir ağaç olur korku/Gökyüzü yasaklanır çocuklara//Suçluların gözlerine uzun uzun bakma/Kin gölgesi düşer ardına/Sonsuz bir deniz olur pişmanlık/Umut yasaklanır insana//Kadınların gözlerine uzun uzun bakma/Kor gölgesi düşer alnına/Sonsuz bir gece olur yalnızlık/Aşk yasaklanır dünyaya//Ölülerin gözlerine uzun uzun bakma/Kör gölgesi düşer uzağına/Sonsuz bir an olur karanlık/Yaşam yasaklanır zamana” (S. 55).

Volkan Hacıoğlu’nun şiirlerine dair, söylenecek daha çok şey var. Çünkü onun şiirleri, bir şiirde olması gereken tüm özellikleri barındırıyor; yarına kalacak şiirler… Klasik şiir tadı veren bir modern şiir örneği…