Werner Bonefeld, Batı’da Açık
Marksizm olarak adlandırılan bir düşünce geleneğinin günümüzdeki en önemli
temsilcilerindendir. Simon Clarke, John Holloway, Harry Cleaver, Richard Gunn,
Johannes Agnoli, Peter Burnham gibi isimleri içeren bu Marksist düşünce, konsey
komünizminden, anarşizmin bazı ekollerinden, otonom hareketinden ve
situasyonist akımından beslenir. Geleneğin ilgisi son dönemlerde Adorno’nun kuramına
özellikle negatif diyalektik kavramına yönelmiştir. Bonefeld’in Yıkıcı Akıl ve Olumsuzlama kitabı da
geleneğin son dönemlerdeki ilgisi ile uyumlu olarak Adorno’nun yeniden
değerlendirilmesini ve bu temelde devlet, sermaye, sınıf ilişkilerine dair Açık
Marksizm’in güncel yorumlarını içerir.
Kitaptaki tartışmalarda birbiri
ile ilişkili en az üç temel tezin öne çıktığı söylenebilir. Bonefeld, ilk önce
Marx’ın ekonomi politik eleştirisinin esasında biçimlere odaklanan fetişizm
eleştirisi olduğunu öne sürer ve bu iddiasını Adorno’nun negatif diyalektik ve
olumsuzlama kavrayışları ile tamamlar. İkinci olarak, “sapkın” toplumsal
biçimler olarak sermaye ve devlete odaklanır ve sermayeyi “kapitalizm altında
emeğin varoluş tarzı”, devleti de “burjuva toplumsal yeniden üretim
ilişkilerinin politik biçimi” olarak tanımlar. Üçüncü olarak, fetişizm
eleştirisi ve sapkın toplumsal biçimler olarak devlet ve sermaye kavrayışları
ekseninde insanın kurtuluşu için “örgütlü yadsıma”, “toplumsal özerklik”
fikrini ortaya atar.
Fetişizm
Eleştirisi
Bonefeld, “olumsuz insani
koşulların yadsınması”nı yıkıcı aklın esas işlevi olarak tanımlar. Yıkıcılık, varolan
tüm toplumsal ilişkilerin olumsuzlanmasına dayanır. “Yıkıcı akıl” verili
toplumsal biçimlerin eleştirisine odaklanır. Marx’ın kuramının nesnesi, kapitalist
toplumsal biçimler; toplumsal ilişkilerin belirleyicisi haline gelen şeyleşmiş ekonomik
ilişkilerdir. Bonefeld’e göre, Marx’ın materyalizmi “şeylerin kökenini
toplumsal pratikte açıklayarak onların dogmatik görünüşünü yadsır”. Marx’ın
ekonomi politik eleştirisi toplumsal ilişkilerin insandan bağımsız bir
gerçekliği olmadığına ve bu yüzden değiştirilebilir olduğuna işaret eder. Marx,
sermayeyi insanlar ve insani kapasiteler ile ilişkili ve emeğe bağımlı olarak
tanımlar. Bonefeld bu yüzden aslolanın şeylerin kökünü kavramak olduğunu
belirtir; toplumsal ilişkilerin özü “insanal ilişkiler”dir.
“Toplumsal insanal ilişkiler”
dışında başka bir dünya yoktur; ancak bu ilişkiler “katılaşmış toplumsal
biçimler”e dönüşür ve insanlar bu yapılar tarafından yönetilir. Diğer deyişle
fetişizm gerçektir; bir bilinç durumuna indirgenemez. Bu kapsamda kapitalist
üretim ilişkileri; kapitalist toplumsal biçimler, “sapkın biçimler” olarak
belirir. Marx’ın eleştirisi bu sapkın biçimlerin olumsuzlanmasına dayanır. Marx’ın
eserinin temelinde fetişizm eleştirisi vardır; sermaye biçimlerinin “toplumsal kuruluşu”nu
açığa çıkarma işlemi. Ücretli emeğin hâkim biçiminin tanımlanması aynı zamanda
onu ortadan kaldırılmasının imkânlarının çözümlenmesi demektir. Bonefeld bu kapsamda
Adorno’nun negatif diyalektik kavramına başvurur. “Negatif diyalektik, özdeş
olanı özdeş olmayan dönüştürüp, kavramda kavramsal olmayanı açığa çıkararak
gerçekliğe nüfuz eder ve gerçekliğin dogmatik duruşunu bozar”. Toplumsal nesnel
ilişkilerin temelinde yer alan öznel ilişkileri deşifre etmek Adorno’nun
yaklaşımının esasını oluşturur. Nesne, öznenin bir varoluş kipi olarak
anlaşılır. Diyalektiğin odak noktasını toplumsal içerikler oluşturur,
diyalektik düşünce şeyleri verili olarak almaz ve kendi toplumsal bağlamına
özgüdür ancak verili olanın dışında başka bir gerçeklik olmadığını da kabul
eder.
Sermaye
ve Devlet
Marx’ı alıntılayan Bonefeld
sermayenin “emeğin koşullarının aldığı biçim”den başka bir şey olmadığını
belirtir. Sermaye, bir özne ya da yapı olarak kavranamaz; sermaye gerçekte bir
şey üretmez çünkü üretilen sermayenin kendisidir. Toplumsal varoluşun özü
olarak emek, kurucu güç olarak insan faaliyeti sermayeyi üretir. Sermaye ve emek
bu açıdan birbirlerine karşıt değildir. Sermaye “belirli bir toplumsal yeniden
üretim ilişkisinin adı ve bir toplumsal yeniden üretim tarzıdır”. Toplumsal
olarak gerekli emek zamanı tarafından kurulan değer, kapitalizm altında emeğin
varoluş tarzıdır. Sermaye kendi kendini değerli kılan bir özne değildir,
sermayenin varlığını mümkün kılan değerin tek kaynağı emektir ama ücretli emek
olarak, sapkın biçiminde. Kapitalist üretim ilişkileri, emeği üretim ve geçim
araçlarından ayıran ve ücretli emeği yaratan ilksel birikimi önvarsayar.
Bonfeld’e göre emeğin geçim ve
üretim araçlarından ayrılması ve bu üretim araçlarının sermaye olarak toplumsal
kuruluşu politik olan ve ekonomik olan arasındaki ayrımın temelini oluşturur.
Burjuva toplumunda “politik olan devlet biçiminde yoğunlaşır”, kapitalist
toplumun örgütsel biçimi devlettir. Özel mülkiyet haklarını güvenceye alan
devlet, emeğin üretim ve geçim araçlarından ayrı oluşunu garanti altına alır ve
kapitalist toplumsal ilişkilerin yeniden üretilmesini sağlar. Devlet kapitalist
üretim ilişkilerine dışsal değildir; sözleşme, soyut (hukuk önünde) eşitlik,
biçimsel özgürlük yoluyla ekonomik olanı depolitize ederek “politik olanı
tekelleştirir”. Bu kapsamda soyut devlet düşüncesi ile kapitalist devletin
gerçekliği arasında bir ayrım yapılamaz; devlet her zaman sermaye birikimin
koşullarını yeniden üretmekle mükelleftir.
Toplumsal
Özerklik
Bonefeld, Marx’ın fetişizm
eleştirisinden hareketle sapkın toplumsal biçimler olarak tanımladığı devlet ve
sermaye kavrayışları temelinde devrim anlayışını ortaya koyar. Devrim olumsuz
insani koşulların yadsınması anlamına gelir ve “kendisinin yadsınmasına
karşıtlık ve direniş biçiminde maddi varlığa kavuşan” insan onuruna dayanır. Kapitalizm
ancak sermayenin ve devletin örgütlü yadsınması, toplumsal özerklik yoluyla
aşılır. Bonefeld’e göre Marksizmin Leninist yorumların bir kenara bırakılması
gerekir. “Devrimin örgütsel biçimi olarak devrimci parti düşüncesi”
reddedilmelidir. “Devrimin bir aygıtı olarak devlet biçimi kavramı” terk edilmelidir.
“Devrimci özne tanımlama girişimleri”nden kaçınılmalıdır. Parti, sosyalizm ve
onların tanımladığı devrimci özne tartışmaları aşılmalıdır.
Bonefeld, özerkliğin üç ayrı
anlamını tanımlar. İlk olarak özerklik düşüncesi kendi ilişkilerinin kontrolüne
sahip üreticiler birliğinin zorunluluk alanını örgütledikleri özgür ve eşit,
komünist toplumu yansıtır. İkinci anlamında özerklik kendiliğindenlik
düşüncesiyle bağlantılıdır; işçi sınıfının parti, sendika vb. örgütsel
biçimlerden farklı olarak öz-etkinliği ve öz-örgütlenmesine işaret eder. Üçüncü
olarak toplumsal özerklik kapitalizm içinde sermaye ve devlete karşı mücadeleyi
içerir. Burjuva toplum dışında başka toplum yoktur ama aynı toplum içerisinde
onun ortadan kaldırılması demek olan komünizm için mücadele edilir.
0 yorum:
Yorum Gönder