Tekinsizliğin Yönetmeni: David Lynch (Serhat DURUP)

Chris Rodley’in David Lynch’le uzun süre yaptığı röportajlardan oluşan kitabı “David Lynch - ‘Tekinsiz’in Sineması”, Selim Özgül’ün çevirisiyle Agora Kitaplığı tarafından yayınlandı. Lynch’in çocukluk dönemine, tablolarına, filmlerine ve özel hayatına ilişkin her şey bu kitapta yerini alıyor. Ayrıca kitabın içerisinde Lynch’in oyuncuları yönettiği anda çekilen set fotoğrafları da yer alıyor.

Rodley’e göre, günümüzde başka hiçbir yönetmen, sinemanın ulaşılabilecek bütün öğelerini David Lynch’in kullandığı ölçüde değerlendirememektedir. Bunun sebebi de tekinsiz’in kolay elde edilebilecek bir nitelik olmayışıdır. Lynch, filmlerinde yansıttığı ruh halini ya da duygusunu ‘karanlıkta ve kafa karışıklığında kaybolmak’ olarak tanımlıyor. Tekinsiz’e de tam burada rastlarız aslında. “Tekinsiz, gizli bir biçimde fazlasıyla bildik bir şey olduğu için tekinsizdir, onun baskı altında olmasının sebebi de budur.” Sigmund Freud, tekinsiz’i böyle tanımlıyor. Tıpkı Schopenhauer’u rahatsız eden ‘ölüm’ kavramı gibi bilindik bir şeyin verdiği rahatsızlık misali.

Rodley’e göre, Lynch’in icat ve yaratıcılık yeteneği, her şeyden önce kendi iç hayatına girebilme gücünden kaynaklanmaktadır. Ancak Lynch, sadece kendi iç dünyasından, kendi hayatından yararlanmamaktadır. Genç, yaşlı, kadın, erkek başkalarının deneyimleriyle empati kurabilme konusunda da ‘tekinsiz’ olabilme yeteneğine sahiptir. Öyle ki “İkiz Tepeler: Ateş Benimle Yürü” filminin gösterime girmesinin ardından, babaları tarafından tecavüze uğrayan genç kızlardan çok sayıda mektup alır. Çünkü Lynch’in, tecavüzü böylesine tam olarak bilmesine şaşırmışlardır.

Kitapta Lynch’in modern hayata karşı kaygılarından da söz edilir. Açıklamaktan ziyade göstermeyi, kural koymaktan ziyade de hissettirmeyi yeğleyen Lynch, babasının işi dolayısıyla çocukluktaki gezileri, onun sinemasını eşiz kendisini de huzursuz kılmıştır. Filmlerinde, ileri derecede gelişmiş yer duygusuyla birlikte, değişik ortamların insanlar üzerindeki etkilerini çok belirgin şekilde yansıtır. Bu şehir gezintileri onun şehirlerden korkmasına da sebep olmuştur. Unutmadığı çocukluk anılarından biri olan, New York’ta metroda beklerken, yaklaşan trenin estirdiği rüzgârı, yaydığı kokuyu, yarattığı sesi hatırlamasıdır. Ve her New York’a gidişinde bu duygulanımları hatırlar ve korku hisseder.

David Lynch’in tanınmış bir ressam olduğunu da göz önünde bulundurarak, filmlerindeki renk seçimlerine de dikkat çekilir. Yaptığı tablolar da röportajda soru olarak kendisine yöneltilmiştir. Lynch bunların cevabını da açık yüreklilikle cevaplamaktadır, aynı şekilde bilinçsizce yaptığını da açıkça söyler.

Kitapta yönetmenin, “Silici Kafa”, “Mulholland Çıkmazı”, “Fil Adam”, “İkiz Tepeler”, “Kayıp Otoban”, “Mavi Kadife”, “Vahşi Duygular” gibi önemli filmlerinin değerlendirmelerini de kendi cümleleriyle okuruz. Lynch’in bu değerlendirmeleri filmlerin baştan izlenmesi gerektiği fikrini de uyandırır. Ona detaycı bir yönetmen demekten ziyade, “sinemanın bütün nimetlerinden yararlanmak gerekir” düşüncesiyle işini yaptığını görüyoruz. Filmlerindeki karakterlerin yapısından, ışığın seçimine, filmlerin müziğinden, kurgusuna her yerde Lynch’in izlerini görebiliriz.

Lynch röportajlarında, film yaparken bir materyale ‘aşık’ olmak gerektiğini, onunla ilgili heyecan duymak gerektiğini sık sık vurgular. Ancak para veya gerekli olan başka bir şey olmadan da filmi çekmek imkânsızdır ve oluşumu uzun süreler alabilir. Öyle ki, “İkiz Tepeler: Ateş Benimle Yürü” ile “Kayıp Otoban”ın yapımları arasında dört yıl gibi uzun bir süre vardır. Lynch’e göre düşüncelerine âşık olma gibi bir sorunu yoktu. Ancak ekonomik sorunlarla, gerekli bazı sorunlar halledilmeliydi.

Kitabı okurken, önceden izlediğiniz Lynch filmlerini baştan izlemeye karar vermeniz kaçınılmazdır. Çünkü Lynch filmlerini kendi ağzından yorumlayacak ve bu sefer de yönetmenin gözünden izleyeceksiniz. Elbette tutarlı olacaktır izlediğiniz filmler; ama bazen şaşıracak, bazen de güleceksiniz. Örneğin “Vahşi Duygular” filminde bir çok tarz iç içedir Lynch’e göre. “Vahşi Duygular”, bir yol filmidir ona göre. Aynı zamanda bir aşk hikâyesi ve psikolojik bir dramadır. Belki de bir şiddet komedisidir, tıpkı Stanley Kubrick’in “Otomatik Portakal”ı gibi.

Lynch’in filmlerinde birçok duyguyu aynı anda farklı farklı yaşarsınız. Kitabı okuduktan sonraysa farklı bir tat alırsınız. Bunu şöyle düşünün; bir şeye hayransınız ve sürekli bir bağlantı kuruyorsunuz. Belki de soruyorsunuz “nereden çıktı bu?” diye. Bu soruların cevabını en iyi onun yaratıcısı verir. Eğer bu şeye de Lynch filmleri diyorsak, onun yaratıcısı ‘tekinsiz’den istediğimiz yanıtları alabiliriz.

Lynch’in filmlerinde ‘karanlık’ öğesinin de önemine değinmek gerekir. Rodley’in“Sizi karanlığa çeken nedir?” sorusuna, karanlığın film gibi olduğunu, hatta harika bir film olduğunu söyler. Bu karanlık ona göre, gerçekte yaşamak istenen bir şey değildir, filmde yaşanmak istenen bir şeydir. Nasıl olduğunu, nereden geldiğini bilmemekle birlikte ‘sihirli’ bir şey olduğunu da sözlerine ekler.

İyi fikirlerin derinlerde bir yerlerde yattığını söyleyen Lynch, bunu ortaya çıkarmak için çok uğraş verilmesi gerektiğinin farkındadır. Kavramların, kelimelerin sinemaya aktarımında kendilerinin görevli olduğunu da belirterek, kavram karmaşalarından son derece dikkatli bir şekilde çözümleme yapılması gerektiğini düşünür. Kelimeler sinemaya hizmet etmelidir der. Son olarak diyebiliriz ki Lynch bize öğretiyor ki, Nietzsche’nin Zerdüşt’ündeki gibi ‘tekinsiz’dir insanın yaşamı. ‘Soytarı’ya karşı da bütün önlemleri almalıdır. Nitekim Zerdüşt de bunu söyler: “Tekinsizdir insan yaşamı ve henüz yoktur bir anlamı: Felaketi olabilir onun bir soytarı.”

Depresyondayım... (Selcan KARABULUT)

Çağımızın hastalığı depresyon…

Hem vücudu hem duygu ve düşünceleri önemli ölçüde etkileyen ciddi bir hastalıktır depresyon. Depresif bozukluklar kişinin uyku düzenini, yemek yeme alışkanlıklarını, fiziksel gücünü, sağlıklı düşünme kabiliyetini kısacası tüm hayatını etkiler. Hastalığın ilk belirtileri olarak nitelenen derin üzüntü hali, durgunluk, güçsüzlük, isteksizlik, karamsarlık, konuşma ve hareketlerde yavaşlama tedaviye başlanılmadığı takdirde yerini daha ileri boyutlu hatta önüne geçilemeyecek sorunlara bırakabilir, farklı semptomlar görülebilir.

Her ne kadar çağımızın hastalığı olarak düşünsek de aslında her daim insan yaşamında yer etmiş bir rahatsızlıktır. Son yıllarda yapılan araştırmalar ve çalışmalar sayesinde farkındalık arttığı için bu hastalığa karşı insanlar daha bilinçli olmaya başlamışlardır. Her dört kişiden birinin bu hastalığa yakalandığı düşünülürse kendimiz maruz kalmasak bile çevremizde herhangi birinin depresyona girme olasılığı oldukça yüksektir.

Ustasından Depresyon Tahlilleri çağın hastalığını her yönüyle gözden geçirme olanağı sağlamak için hayatının büyük bir kısmını depresyonun ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını anlamaya adamış bir kişinin anlattıklarına göre şekillendirilmiş bir çalışma.

Yazarın Pala Salto takma ismini verdiği kişi dünyanın en büyük üniversitelerinden birinde eğitim ve birçok hastanede görev almış. Depresyon üzerine araştırmalar yapmış ve kesin sonuçlara ulaşmaya çalışmış. Doğru tespitler yapabilmek için bu hastalığı yaşamış olan kişilerin geçirdiği süreçleri ele almış ve onların verdiği reaksiyonları incelemiş. Aynı zamanda kendisi de bu hastalığa maruz kalmış fakat çalışmalarına ara vermemiş, olaya içten bakabilme fırsatı yakalamış. Farklı ilaçlar kullanmış ve beş farklı terapistten yardım almış çeşitli tedavi yöntemlerini gözlemleyebilmek için.

Levent Mete bu çalışmasını Pala Salto ile yaptığı görüşmelerden yola çıkarak hazırlamış. Kitabın genelinde yazarın okuyucu ile kahramanı baş başa bıraktığı, müdahale ve yorumlardan kaçındığı görülüyor. Aslında bu kitap bir vaka analizidir. Dolayısıyla sadece depresyonun tanımı, nasıl ortaya çıktığı, belirtilerinin neler olduğu, çeşitleri gibi bilgileri vermekle kalmıyor. Adım adım bu hastalığı yaşamış ve bu konu üzerine önemli çalışmalar yapmış bir kişinin deneyimleri ile akıllarda merak uyandıran soruların yanıtlarını bulmamızı kolaylaştırıyor.

Depresyon nedir? Depresyon türleri nelerdir? Belirtiler nelerdir? Tedavi yöntemleri nelerdir? Hastalar hangi aşamalardan geçer? Depresyonla ilgili önemli bazı kavramlar nelerdir? Toplumsal açıdan depresyon ve bireysel açıdan depresyon nasıl algılanır? Gibi sorulara yanıtlar arayarak bu hastalık hakkında bilgi vermeye çalışıyor yazar. Fakat bunu klasik yöntemlerle, bire bir tanım yaparak değil belirli olaylar üzerinden giderek yapıyor. Daha doğrusu Pala Salto kendi tecrübelerini anlatıyor. Yazar ona hiç müdahale etmiyor sadece onun hareketleri hakkında bilgi veriyor. Anlatılan olaylar sayesinde okuyucu hastalığı yaşayan ve araştıran bir kişinin anlatışından yola çıkarak bilgi sahibi oluyor. Pala Salto adlı kişinin gerçek yaşam öyküsüne şahit olduktan sonra bu kişinin gerçekte kim olduğu ise akıllarda soru işareti uyandırıyor…

Ustasından Depresyon Tahlilleri/ Levent Mete/ Say Yayınları

Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet (1928-2013)

Ders kitaplarının seksen beş yıllık tarihinin toplumsal cinsiyet rolleri açısından incelendiği bu çalışma, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Firdevs Gümüşoğlu’nun uzun yıllardır toplumsal cinsiyet üzerine yaptığı çalışmaların bir ürünü. İleri giden zamanda geri düştüğümüz toplumsal cinsiyet ilişkilerini pür-i pak göstermekte pek başarılı olan çalışma, bir zamanlar evde ütü, yemek gibi ev işlerini yapan baba ve bilimle uğraşan anne gibi, şu anda bile kavramakta zorlandığımız örneklerin de ötesi olduğunu gösteriyor. Gümüşoğlu, bunu yaparken sözcükleri, resimleri ve metinleri esas alarak yaklaşık iki bin eseri taramış. Gümüşoğlu çok partili döneme kadar, nispeten daha eşitlikçi, sade ve kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığın mevcut olduğu metinlerin, sözcüklerin ve resimlerin yer aldığı ders kitaplarından, çok partili dönem sonrasında daha ezberci, muhafazakâr, pozitif ayrımcılığı gözetmeyen, geleneksel toplumsal cinsiyet rollerine atıfta bulunan kitaplara geçişin olduğunu söylüyor.

Ders Kitaplarında Toplumsal Cinsiyet (1928-2013)
Firdevs Gümüşoğlu
Kaynak Yayınları

Feminist Tarihin Peşinde

BGST Yayınları tarafından yayınlanan kitapta, Scott’ın feminist tarihyazımı, toplumsal cinsiyet, deneyim, farklılık gibi çeşitli konularda yazılmış makaleleri yer alıyor. “Eleştirel Tarihin Peşinde”, “Toplumsal Cinsiyet: Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi”, “Kadınların Tarihi”, “Deneyim”, “Toplumsal Cinsiyet: Hâlâ Faydalı Bir Tarihsel Analiz Kategorisi mi?” ve “Feminizmin Tarihi” isimli makaleler geleneksel tarihçiliğin eleştirisinden toplumsal cinsiyetin nasıl yeniden yapılandırılıp kavranabileceğine dair ufuk açıcı öneriler getiriyor. Fakat belki bütün bunlardan daha önemlisi, yazarın kendi kişisel yolculuğunu, bu süreçte geliştirdiği farkındalığı da akademik sözüne katması olduğu söylenebilir. Bunun yanında, alışık olduğumuz kuru akademik dilin sınırlarının da dışına çıkan yazar, anlatmak istediğini sade, gündelik yaşam pratiklerinden örneklerle anlatıyor. Başka bir dilin, başka bir seslenişin mümkün olduğunu yeniden gösteriyor.

Feminist Tarihin Peşinde
Joan Wallach Scott
Çev. Kolektif, BGST Yayınları.

Feminist Öznelerin Kuruluşu


İlkay Özküralpli’nin çevirisiyle tanıştığımız Feminist Öznenin Kuruluşu, Kathi Weeks’in Türkçe’ye çevrilen ilk kitap çalışması. Duke Üniversitesi Kadın Araştırmaları Programı’nda çalışan Weeks, kitabında modernite ve post-modernite eleştirisini, söz konusu alanların halihazırda kendi içlerinde birbirine zıt fikirlerle beslenen heterojen alanlar olduğu kabulünden yola çıkarak bu düşünce akımlarının özne tarifleri üzerine eğiliyor. Bunu yaparken modernizmin tekleştirici, post-modernizmin ise bireyci, yalnızlaştırıcı özne kavramsallaştırmaları ötesine incelikle geçerek, alternatif bir feminist özne tarifinin ihtimali üzerine düşünüyor. Kadın emeği üzerinde temellenen bu özne, kadın emeğinin maddiliği, çokluğu ve kolektifliğine referans veriyor.

Feminist Öznelerin Kuruluşu
Kathi Weeks
Çev. İlkay Özküralpli
Otonom Yayınevi

Queer Tahayyül

Normalin ve elbette anormalin dışında, kimliksizlik mümkün müdür? Queer Kuramı’nı sürekli anormal, öteki, normali işgal ve tehdit edene yönelik bir kuram olarak okumamanın olanaklarının araştırıldığı çalışma, Françoise Travelet, Guy Hocquenghem, Mario Mieli, David M. Halperin, Laurent Berlant, Judith Butler ve Foucault gibi düşünürlerin çeviri metinlerine de yer vererek kapsamlı bir literatür çalışması sunuyor. Önemli olanın dışarıda kalanın, yalnız bırakılanın, “marjinal olanın” bir şekilde tekrar içeriye alınması, kucaklanması, merkeze kabulü değil, bu mekanizmaları sorgulayarak bizzat “merkezin darmaduman edilmesi” olduğunu savunuyor yazarlar. Bu mekanizmaları açık edecek olan temel ayakların ele alındığı makalelerde, queer kuramın sınıf, etnisite, milliyetçilik, sakatlık, mültecilik gibi özgün bağlamlarda nasıl kavramsallaştırıldığına dair de fikir sahibi oluyoruz.

Queer Tahayyül
Özlem Güçlü, Sibel Yardımcı
Sel Yayıncılık

Dönme Kadınlar: Toplumsal Cinsiyet, Kimlik ve Sınırlar

Kendisine zulmeden kocasından kaçmak için İstanbul’a, dönme ağabeyinin yanına sığınıp Fatma Hatun adını alan Venedikli Beatrice Michel. Yunan Adası Milos’tan Korfu’ya kaçan dört Müslüman kadının –Ayşe, Emine, Hatice ve anneleri Maria- Müslümanlıktan Hıristiyanlığa geçişinin Osmanlı-Venedik sınırında yol açtığı uluslararası katastrofi. Hayır, bahsedilenler ne kadar tanıdık gelse de, hikayeler yakın zamandan değil, erken modern dönemden, Akdeniz’den hikayeler. Temel olarak erken modern Akdeniz’de Müslümanlıktan Hıristiyanlığa geçişi tarif eden dönmelik, Dursteler’in çalışmasında bu dar anlamının ötesine geçerek dönemin ve bölgenin toplumsal, dini, siyasi ve toplumsal cinsiyet sınırlarının ötesine taşınıyor. Kadın failliğinin esas alındığı kitapta, erken modern dönem Akdeniz’de kadınların belirli deneyimleri ve koşullarının betimlenmesinin yanı sıra, daha geniş kültürel ve toplumsal pratiklerle geleneklere dair önemli analizler de bulunuyor.

Dönme Kadınlar: Toplumsal Cinsiyet, Kimlik ve Sınırlar
Eric Dursteler
Çev. Deniz Koç
Koç Üniversitesi Yayınları