Hepimizin Boşluğu (Kerim AKBAŞ)

Berbat şeyler oluyor. Bir boşluğun içerisindeyiz, ne düşebiliyoruz ne de durduruluyoruz. Öylece sallanıyoruz boşlukta. Müthiş bir öfke doğuruyor bu, olanın farkında bir öfke yalnızlığı da büyütüyor ama. Bize direnmek kalıyor, gerekirse boşluğa da.

Direnmek dedim, yazarak direnmenin farkında olanlardan Asuman Susam. Şiirini bilmeyenler için şöyle söyleyeyim, rahatlıkla okunabilecek şiirler yok karşımızda. Çok net bir duruş var; kırdığı kadarının umudunu da ekleyen, açtığı boşlukta sallandırdığı kadar usulca yerine koyan dizeler var karşımızda. Bu netlik ama asla ‘kolay’ kelimesini çağrıştırmamalı, kalmak gereken dizelerden bahsediyorum. Bir süre kalmak, düşünmek, sığınmak belki. Bu kitapta yer almayan ‘’Tereddüt Gülleri’’ şiirindeki ‘’düz bir çizgi yalpalatır insanı’’ dizesini bu bağlamda bir düşünün isterim.

Asuman Susam’ın yeni şiir kitabı Kemik İnadı fevkalade önsöz niteliğinde ‘’Kimse’’ şiiriyle başlıyor. Uzun ve tekrarlı gizemler yerine kısa ve net anlatıyor Asuman Susam: ‘’yerin sertinde inzivada / bir suçlu gibi terliyor ellerim’’. Öncesi de var, şiirin ilk kıtası şöyle: ‘’en çok kimsin dediklerinde tökezliyorum / bir yalancı gibi terliyor ellerim / hepsi olmaktansa hiçbiriyim / ama bu nasıl denir’’. Burada kurulan kaygı ileride de karşımıza çıkacak; gidişatın tonunu belirliyor çünkü. Veriler çok net. Bütün yük ilk dizeye yüklenmiş gibi gözükebilir, fakat bu yükleniş kitabın tamamına nefes alma imkânı sağlıyor.

Şeylerin anlatılabilmesi, şeylerin ne olduğu ya da nasıl anlamlandırıldığı sorusuyla iç içedir. Bu gidişat kitabın tamamına nefes alma imkânı sağlıyor, demiştim. Yaratılan boşlukta bizi bekleyen dört bölüm var: Kemik, İnat, Sızı, Utanç. Sadece bölüm adlarından bile çok fazla çıkarım elde edilebilir zira bölümler üzerinden kurulan, ‘’genç çınarlar, hayattan hala ümitli’’ dizesinde örneğin karşımıza çıkan birikmişliği, bunca şeye rağmen kurulan birikmişliği göz ardı etmemek gerekiyor.

‘’içerinin sızısını şarkı diye söylüyor taşlar’’. Amed’i Düşünürken şiirinden bir dize fakat buraya dikkat, kitapta kurulan Sızı denklemine daha uğramadan karşımızda bu şiir. Asuman Susam bu şiiri Sızı bölümüne ekleseydi, bütün esrar darmadağın olacak mıydı? Kesinlikle. Bir önceki dizeye dönelim: ‘’gediklerinden ne sızar karanlığa belli değil’’. Bu iki dize Kemik. Kürt coğrafyası her haliyle karşımızda bu şiirde, kemik de sızlar.

İnat mı? ‘’iyi bir anı aramaktan vazgeçsin hafızam / yatışmayacak içim nasılsa’’. İnat bölümünde farklı iki şiirden iki bölüm üzerinde durmak istiyorum. Birincisi ‘’Öldürmeyeceksin’’ şiirindeki yukarıdaki dizeler. Bahsettiğim boşluk ve nefes alma durmaksızın devam ediyor. Bellek burada bir kesinliği ifşa ediyor, kendine kaçış. Boşluk büyüyor ve sahiciliği de kapsıyor durum. Yine oldukça içimizden bir ses bu; bizi sahiplenen, bize gösteren, açığa çıkartan yani… ‘’ormanı okuyorum boş zamanlarımda / gövdeye bakıp kökü görüyorum / ağaçların yatay serüvenini / çayırlarında iyiyim ülkenin / acı ot topluyorum zor zamanlara / şifa olarak duruyorum ağzının kenarında / ovayı titretip geçiyor yılkı dediğin o tek nefes / rüya sanıyorlar onu yeryüzünün nabzı / bir atın soluk soluğa terlemesi / aşkın iması say onu genleşen bir şimdi’’ Politik olanı ajitasyona ya da kalıplara sığdırarak anlatmak çok denendi, hiçbir karşılığı olmadı açık konuşalım. Asuman Susam burada müthiş kışkırtıcı, fevkalade oturaklı bir politik nefes yakalamış. Bu nefes bir boksör nefesini andırıyor çoğu zaman, onlarca round yıkılmadan kurulan dizeler ilerliyor, ilerledikçe daha da güçleniyor. Kaldığı yeri güçlendirerek devam eden şiirlerde görülen telaştan yok, aynı tonda. Boksörler nefeslerini oldukça idareli kullanmalıdırlar, tam da bundan bahsediyorum: Politik olanın görünürlüğünden çok içindeki olgu var karşımızda, kelimelerle savaşarak yazılmış bir şiir Sıcak Taş. Telaş yok, süs yok, ısrar yok, müthiş bir inat var ama. Rahatlatıcı anlamda mı? Daha çok yaralayıcı, kırıcı bir inat. Şiir buradan nereye ulaşıyor bakalım: ‘’unutuyorum bunu taş sıcak avcum yangın / uyusam diyorum tümseklerinde ovanın / hatırlamak için sararana dek otlar’’ Asuman Susam burada kolay olanı yapıp, şiiri ilk bölümünde bitirip, bu sersemletici ikinci bölüme geçmeseydi; şiirin ikinci bölümünden bir nebze dahi nefes almamızı istemeseydi İnat bertaraf olur muydu? Sertliğin herhangi bir sınırı yok lakin hafızanızda bu sertliğin, sınırın, yeniden oluşması gerçekleşiyor. Bizi çok sıkan bir şey var burada, bizi sıkan (sıkmak, burada daha çok germek anlamında) şey bir inadın sürekliliği ama ‘’İnat’ın’’ arkasından ‘’Sızı’’ ve sonra‘’Utanç’ın’’ geldiğinin unutulmaması mühim.

Sızı denklemi dedim, şiirin sisteme odaklanmaması burada bir ipucu. Sızı’yı bir sisteme bindirip, oluşanın dışına çıkılmak istenseydi, sanırım ‘’Sınır taşlarını buraya kim koymuştu?’’ gibi çok net bir dizeyle karşı karşıya kalmayabilirdik. Gösteren, açıklayan, haddini bildiren sorular, bir teslim olmama olarak okunabilir. Teslim olunmayan kavramın sızısı değil, sızı aşina olunan bir ‘’hatırlanan daha (mı) gerçek yaşanandan’’ dizesi, tam da bu. Öylece akacak bir bölüm değil, artıyor çünkü Utanç’a varan mesafe de açılan boşluk da. Hepimizin boşluğu ama… Bunu sahiplenerek yazıyor Asuman Susam.

Sonuç olarak: Kemik İnadı’nda okuru oldukça sert şiirler bekliyor, çekinmeden söyleyen gür bir ses. Öylesine yazılmış, amaçsız bir kitap yok karşımızda. Her şeyden önce şiir var; direnen, muhalif, başkaldıran şiirler. Şairin kendine döndüğü yer Utanç. Bizim olan çünkü bu, bize dair olan bu. Utancımız olmasaydı boşluğun bile farkında olmayabilirdik zira. Son söz:

‘’ne vakit ben, desem / bu sızı, burnumun direği’’.
KEMİK İNADI, Asuman Susam, Can Yayınları, 2015.