“Okudum, olmuş mu?” (Özlem AKINCI)

Acımasız, hoyrat dünyanın karşısında, apayrı bir yerde edebiyatın iplerine tutunmuş birileri var ve bizler düş gibi görünenin, yoksa gerçeğin daha gerçeğinin mi demeliyim, peşinde dolaşanlarız. Llosa’nın söylediği gibi, yazarak ve okuyarak hayatın yetersizliklerine karşı duran protestocularız. Yalnızca okur kimliğiyle yeni anlamlar katabilme çabası içinde ufkumuzu genişletiyoruz, ya da yaratıcı yazıyı kovalayanlardanız, hangi kümeden olduğumuz fark etmez. Sözcüklerin zihnimizde kurduğu başka bir gerçeğe inanıyoruz. Değil mi ki edebiyat yakınına sokuldukça büyüyen bir evren, her kitap ayrı bir mikrokozmos, o zaman yolculuk için ışık tutacak fikirlere, zihnimizde şimşekler çaktıran farklı bakış açılarına daima ihtiyacımız var. Öğrenmek için gerekli olduğu kadar, önceden karşılaşmışsak bile henüz içselleşmemiş olanı hatırlamak için, ya da yapma alışkanlığına dönüşerek sıradanlaşmış eylemlerin adını koyup açığa çıkarmak, böylece zaman ayırıp üstüne düşünmek için de gerekli. Bu yüzden Semih Gümüş’ün Notos Kitap’ta yayımlanan son kitabı Okumak ve Yazmak ortaya koyduğu sorularla ve irdelemeleriyle pek çoğumuzu derinlere çekecek bir kılavuz.
   
Okumanın esas araç olduğu bir yolculuksa söz konusu olan, “Bir metnin bütün sırlarını dökecek sihirli değnek, gene okumak, sürekli nasıl okuduğunu düşünerek okumaktır.” Semih Gümüş’ün sıklıkla yinelediğidir. Başka bir deyişle, öncelikle bir göze ihtiyacımız var. “Bir kitabı hem sindirmek hem de onun tarafından sindirilmek için okuyan bir göz” de ancak nitelikli kitapları bolca okuyarak edinilen bir kazanım. Okullarda derin okumayı öğrenebilenler şanslı, ancak ne yazık ki çoğunluğun böyle bir eğitime ihtiyacı var. Yalnızca genç yazarlar için değil, yetinmeyen okurlar için de. Kaldı ki, yazarlar da öteki yazarları okurken okur kimliğini taşır, okuma alışkanlıklarını sürdürür. Okumanın geniş kapsamını düşününce, “aslında hep yaptığımız; kendi hayatlarımızı ve başkalarınınkini, içinde yaşadığımız toplumu ve öteki toplumları, resimleri ve binaları, iki insan arasındaki ilişkiyi, mutlulukları ve acıları, iki kapak arasında kalan sayfaları”, okuyan gözlerle dolu bir dünya olabilseydi, kim bilir ne göz alıcı olurdu diyerek, hayıflanmamak işten değil.
   
Her kitap ayrı bir mikrokozmos olduğuna göre yalnızca kurgusal açıdan bakarak derinleşmek olanaksızdır. Farklı bakışları kuşanmak gerekir. Okunan metin cümlelerden, dahası harflerden oluşur. Gözün söylenen dışında söylenmemiş sözcüklerin kapladığı büyük hacmi görmeyi, kulakların da metnin sesini, ritmi duymayı öğrenmesi gerekir. “Yorumun Sınırları”na ilişkin denemede, “Yazınsal metnin farklı uzamlar içindeki yorumlanma biçimlerinin birbirine eklenerek yukarı eğrilen bir ivmeyle sürdürdüğü okuma serüvenine anlam zinciri” adının verilmesini öneriyor Semih Gümüş. Yorum genellikle kaygan bir zemindir. Metnin en iyi okunma biçimine ulaşabilmek de serüvenin farklı tatlarından biri. Başlangıçta eksik kalan yorum, ileri okumalarla aşırı yoruma kayma tehlikesi altındadır genellikle. Ötesinde duran eleştiriye uzanan upuzun tırmanışsa herkesin harcı değildir belki ama, yaklaşımlar hakkında da bilgi edinmeyi sever edebiyat okuru. Eco’nun deyişiyle metnin niyeti ile yazarın niyeti de zaman içinde ayrı düşebilir. Metnin doğasınca gelişen, yazarın kendisinin bile düşünmediği anlamların üretildiği de olur. Bir kitap salt anlamdan oluşmuş da değildir, öteki ayrıntıları da görmeyi göze öğretmek gerekir. Ortada görünmeyen bir yazar vardır ki, kılı kırk yarar, zanaatçının sabrıyla sözcükleri bir araya getirirken yaratıcılıkla mühendisliği birleştirir. Görülmeli midir, tanınmalı mıdır tartışılır. Kitapsa fiziksel katılığıyla dokunduğumuz estetik bir nesnedir aynı zamanda. Editöründen yayıncısına, kapak tasarımcısına katkılarla yaratılan bir eser vardır ki, okumanın kapsamına girer. Okumak ve Yazmak üstüne denemeler okuma etiği, yazının ahlakı ya da yazarlık ahlakı gibi farklı kavramları da tartışıyor. Madem sözcüklerle kurulan soyut dünyadan söz ediyoruz, var olduğundan niyeyse hiç şüphe duymadığımız, kitabı rafa kaldırsak da değişmeyen giysileri, yaşlanmayan bedenleriyle yaşadıklarından emin olduğumuz karakterlere inananlardansak küçük evrenlerden dışarı çıkmaya ne gerek var, bizler için daldıkça derinlere dalmak yaşamanın en güzel yolu.
   
Bavula sığdırılacak kırk kitaplık bir okuma listesinin dışında, iki yüz sayfa boyunca neredeyse hemen her sayfada notunu almayı, dönüp tekrar incelemeyi gerektiren kaynaklar listesi de ayrıca yararlı. Semih Gümüş ortaya koyduğu kavramlar, sorular ve önerilerine yaklaşırken Eco’dan Proust’a, Llosa’dan Manguel’e edebiyata kafa yoran öbür yazarların yazdıklarını, söylediklerini denemelerinin içine taşıyor, irdeliyor.
   
“Okumakla yazmayı özdeşleştirmekle yetinmeyip bu özdeşliğin anlamını gerçekten kavrayan yazarın, kendisinden başkalarına gereksinimi kalmaz.” Yaratıcı yazarlık yolunun başındakilerin sıklıkla sordukları, “Yazdım, olmuş mu?” sorusuna yanıt verildikten sonra, Okumak ve Yazmak’ın ikinci yarısı yazmanın inceliklerine dair. Anlatım sorunlarına ilişkin teknik bilgiler oldukça yeterli ve yararlı. Yazılanları dikkate alacak bir genç yazara sonrasında okumak ve çalışmak kalıyor. Yaratıcı yazarlıkta belli bir mesafe kat etmiş olanlarsa yazarlık tutumu, ödüller, yazının yalnızlığı ve ümit kırıcılığına ilişkin denemeleri ilgi çekici bulacaktır.





OKUMAK VE YAZMAK, Semih Gümüş, Notos Kitap, Eylül 2014.

   

0 yorum:

Yorum Gönder