Kendimize Doğru Sessiz Bir Yolculuk (Ahmet Bülent ERİŞTİ)

İbrahim Karaoğlu uzun bir aradan sonra yeni bir öykü kitabıyla göründü: Gölgeler ve Yelkovan.
    
Beş öyküden oluşuyor Gölgeler ve Yelkovan. Farklı adlarla farklı mekanlarda karşımıza çıkan öykü karakterleri, kitabın bütünü düşünüldüğünde kimi zaman geçmişten bugüne kimi zaman da bugünden geçmişe giden "ortak özne"ler gerçekte. Yaşantıları farklı olsa da hayat karşısında duyumsadıkları neredeyse aynı: Yitik zaman. Konu ne olursa olsun ilk öyküden itibaren bireylerin "var oluş" sorunlarıyla karşı karşıyayız. Türkiye toplumunun hayatında "kara eylül" olarak da bilinen 6-7 Eylül olaylarının öykü kişilerinin acılarının merkezi olma hali bile bireyin içsel yolculuğunda bir uğrak yeri konumunda. O acıda gayrimüslim Şirozer ile Müslüman  - Müslüman olduğu belirtilmese de- bir gencin koparılışlarına tanık oluruz. Ama 6-7 Eylül o kopuşun arka planında kalır çünkü insana dair evrensel bir gerçek vardır: İnsan daima yalnızdır. Karaoğlu her öyküsünde olayları, kişileri, mekânları bu gerçeği göstermek için betimliyor. Hiçbir öyküsünün başkahramanın adını bilmiyoruz. Çünkü esas olan yaşananlardır. Okur böylece adlarla ilgilenmek yerine yaşananlardan süzülen ve kalan acıyla. Yalnızlıkla daha güçlü bir biçimde hemhal olacaktır. Öykülerin hemen hepsi Ege ya da Akdeniz'in kıyı kasaba ya da şehirlerinde geçiyor. Mekân kavramı da anlatıcı öznelerin sürdüğü yaşantının izinden giden okur için kendisini oraya ait hissedeceği bir "varlık" haline dönüşmez. Sisli, yağmurlu, iyot kokan sokaklardayızdır. Bahçeler baharda fesleğen kokar. Kediler gezinir. Çocukluğumuzu gömmüşüzdür o sokaklara, evlere ve art arda çok kapıdan geçip bugüne; o günlere özlem duyulan "yoksunluk zemininde"yizdir şimdi:
      
 "Yıllar sonra anımsadım ne çok şey varmış kuytularda kalan; hüsran gibi, uyku tutmaz denizlerin kıyıda sönen köpüklerinin kederi gibi..."  ve Güz Sokağı öyküsünde başka bir anlatıcı özneden iç konuşmasından duyarız: "Kafesinin ayrımında olmayan kuşlar gibi dönüp duruyorum. Keşke dost olabilsem denizi sırtlarında taşıyan bu insanlarla. Gün boyu deniz kokusu... Gün boyu düş eskisi... Eksik günlere sığmıyorum, eksik hesaplaşmalara... Aslında hiçbir şeyi de özlemiyorum..."
       
Yukarıdaki sözler bütün öykülerin algoritmasını özetliyor. Öyküler boyunca birinci kişinin anılar yumağına yönelişiyle; geride kalmış, yitirilmiş hayatlara doğru bir yolculuk yapar okur. Anlatıcı özne bütün öykülerde  iç konuşma tekniğiyle sürdürür bu yolculuğu. Okurla hem öznenin hem de olaylar arasına bir mesafe koyar böylece Karaoğlu. Okur, öykülerin başlamasıyla birlikte puslu, kayıplarla karşılaşacağı bir yolculuğa çıktığını hisseder. Öykülerdeki bu atmosferin formuna daha yakında bakmadan önce şunu da belirtmeliyim: Karaoğlu’nun bu seçimi, bir sürükleniş değil bir öyküleme tercihi. Hayatın içinde neler olduğundan çok bizim olanlara karşı nerede durduğumuzla, olanların bizde bıraktığı tortunun tadıyla ilgili bakış açısı bu. Karaoğlu gündelik hayatın akışı içinde sıcak olayların aktarıldığı, diyaloglarla yürüyen öykülere uzak bir yazar bu haliyle. Aşkların, siyasi tercihlerinden ötürü işkence görmüş ve öldürülmüş gençlerin, bilmediğimiz bir hayattan tutunamadığı için uzaklaşmış bireylerin filmlerinin adeta son birkaç karesindeymişiz duygusu yaratan öyküler...
      
Aziz Augustinus insan ve varlık meselesine bakarken insanı anlamayı öne çıkarır. Ve ona göre "göz" bir vicdan organıdır. Buna göre, yazarın gözü kendisidir ve vicdanını harekete geçiren "şeyler" her yazar için farklı olabilir, olabiliyor.Bu noktada Karaoğlu  kırılgan, naif diye adlandırabileceğimiz öznelerin vicdanlarıyla hesaplaşmasını öyküleştirmiş.
     
DİL
    
Gölgeler ve Yelkovan'ın öznelerinin "yitik zaman peşinde" olmaları duygusunu biz okurlara aşılayan şey nedir?...Her şeyden önce " yazı dili."  Derrida, Gramatoloji adlı çalışmasının başında yazı kavramının bir şekilde dil kavramının sınırlarını aştığı"ndan ve kökeni dil olan "yazı"nın  "bizi aldatmayı başardığı"ndan söz eder. Basitçe söylersek: edebiyatın dili, konuşmanın dilinden bu nedenle ayrışır. Gölgeler ve Yelkovan'da Karaoğlu baştan sona -tekrara da düşme pahasına-onlarca kez "yağmur, dehliz, karanlık, nem, acı..." sözcüklerini, okurun yaşadığı " o an"dan uzaklaştıracak bir " geçmiş zaman" içine oturtuyor. Adsız özneler, yaşanmışlıklardan kalan sıkıntılar ve mekanlarını betimleyen bu yazı dili; yazarın peşinde olduğu "İnsan kaybettikleriyle vardır ve onunla zengindir." duygusunun yaratılmasında en önemli ögelerden biri oluyor.
      
Okurun, her öyküde karşılaştığı anlatı tekniği aşağı yukarı aynı: Yavaş ve sessiz akan bir nehrin dinginliğinde kurulmuş cümleler. Eylem halinin neredeyse olmadığı, durumların betimlendiği "durgun" bir dünyanın içindeyiz. İç hesaplaşmalarını okurla paylaşan özneler için artık hiçbir telaşa, aceleye gerek yoktur. Neredeyse yeni  bir olay ya da eylemle karşılaşmayız.
      
Karaoğlu, sözünü ettiğim bu "durgun" dünyayı kurabilmek için sık sık alışılmış bağdaştırmalarla yürüyen metaforlara başvuruyor: "Titredi aynaların yüzü.", "içimin penceresi", "inançsızlığın kıyısı", "Anılarım küf kokuyor.", "ressamın tuvalindeki hüzünlü figür" , "sessizliğin çanı".... Bir noktada yine Derrida'nın benzetmesiyle "sözcük enflasyonu" diyebileceğimiz ölçüde karşılaştığımız bu metaforlar, okuru nesnel dünyadan koparıp öykünün kendi gerçekliğine çekmeyi başarıyor.
    
Öyküleme tekniği açısından belirtmem gereken bir nokta da şu: Karaoğlu anlatıcı öznelerin ruhsal durumlarını, iç konuşmalarını 19. yüzyılın geleneksel roman tekniklerinden beri kullanılan yaygın anlayışla sunuyor. Öznelerin iç konuşmalarını okur onlarla bitişik özne olarak takip ediyor. Onun düşündüğü, yaşadığı, hayal ettiği ya da pişmanlık duyduğu her olguyu o anda okur da öykü kişisiyle öykü zamanı içinde yaşıyor. Dolayısıyla bu durum öykülerin okunurluğunu bir anlamda kolaylaştırıyor. Oğuz Atay'dan beri karşılaştığımız iç konuşmayla birlikte bilinçakışının yan yana kullanıldığına hemen hiç rastlamıyoruz.
     
ZAMAN
   
Gölgeler ve Yelkovan'nda "zaman" geçmiş ile şimdi arasında gidip gelen bir sarkaç durumunda. Geçmiş zamanda başlayan akış, öykü kişisinin şu anıyla tamamlanıyor çoğunlukla. "Şimdi" ;bir tamamlanma, iç hesaplaşmaların bittiği yer. Okur bu başlangıç(geçmiş, anılar) ile bitiş(şimdi) sarkacında geziniyor.
  
"Gelecek" zamanın olmadığı bir öykü dünyası mı var Gölgeler ve Yelkovan'da? Düz bakıldığında evet. Ama bu bizi yanıltmasın. Okuru onca yaşantı dehlizinde gezdirip ona hapsolduğu bir matris sunmak öykü kişilerini de okuru da düz bir bakış açısıyla dibe demirlemek olurdu. Oysa okur için hayat buradaki öykülerin bittiği yerde başlıyor. Öykü kahramanlarının bunaltıcı anılarında "özlem" önemli  bir yer tutuyor.Zaman, kaybedilen beden, aşk, gençlik vs. kavramlarına olan bağlılığı anlatabilmede en önemli "değer" olarak sunulurken kaybedilen şeylere duyulan "özlem" yarına bırakılıyor. Okur her öykünün sonunda, durgun ama sürekli salınan geçmiş ile şimdi sarkacının durma anında artık nesnel dünyayla karşılaşıp geleceğin değerini düşünmeye başlayabilir.
    
Emanuel Levinas  "Zaman ve Başka" adlı felsefi çalışmasında "yalnızlık mevhumu"ndan söz etmeye başladığı yerde  "zamanın yalnızlığa sunduğu şanslar" diye bir söz kullanır. Kurmaca dünyası ya da yaşadığımız dünyada zaman üstüne düşünmek çoğu zaman "yalnızlık üstüne düşünmeye giden yol üstünde olduğumuza işaret eder. Bence Karaoğlu'nun öykülerinden herkes farklı duygular çıkarsa da herhalde kimse "yalnızlık " olgusu üzerinde düşünmeden geçmeyecektir.       
    
Kurmaca bir dünyadan söz ediyoruz. Böyle olunca da yazarın bize sunduğu ile bizim ondan çıkarsadıklarımız hiçbir zaman aynı olmayacaktır. Edebiyatın lezzeti de bu değil midir?
     
GÖLGELER VE YELKOVAN, İbrahim Karaoğlu, Norgunk Yayınları, 2014.
                                                                                                                                   
    
     
    
    

          

                                                                                                                                                                                                                                                              

0 yorum:

Yorum Gönder