Eftelya’nın Hikayesi (Helin KÜÇÜK)

Kitabın yazarı Thomas Korovinis Eftalya ile (Çika ismi daha sonralarında bir takma isim olarak kendisine verilmiş. Yazının devamında bahsedeceğim) 1989 yılında İstanbul’da tanışmış. Kendi tabiri ile Eftelya “Yunan Konsolosluğu’nun önünde orada cüzi miktarda parasal yardım bulmaya çalışan son trajik figürlerden biri”. O zaman seksen yaşlarında olan Eftelya’nın, hikâyesini kendine has üslubuyla paylaştığı Korovinis bu kaydı sekiz yıl sonra Eftelya’nın diline hiç müdahale etmeden kitaba aktarmış. Kimileri için okumakta zorlanacakları bu tercih, benim için Eftelya ile gerçek bir sohbet tecrübesine eşdeğerdi.

Aslında hikâye çok eski ama eskimesine erkek aklın izin vermediği kadar yeni. Erkeklerin başlattığı bir savaşta kaybolan bir küçük kız, erkek egemen toplumda nefes almaya çalışan bir ergen ve bu erkek dünyanın kuralına boyun eğmek zorunda kalan bir garip kadın. Feminist tırnaklarımı çıkarmadan anlatmaya çalışacağım; yazının hemen başında bezmeyin. Zaten kitabı okuduktan sonra “kadın haklı beyler” diyeceksiniz.

Eftelya’nın hikâyesinin başı “ne olur sonu güzel bitsin” arzusuyla başlıyor. Okulunun ilk günü, Eftelya güzel kalemlerini koyup çantasına, okul yolunu tutuyor.  Dersler az biraz sıkıcı gelmiş olacak ki uyuyakalıyor, bir kedi uyandırıyor onu sınıfa nasıl girdiği belli olmayan. Uyanıp dışarı çıktığında ilk gördüğü şey, elinde tüfeği ile bir asker karşıdaki evin kapsının önünde; içeride, evin bahçesinde ise bir adam asılmış. 5 Aralık 1917 Erzincan Mütarekesi Eftelya’nın gözlerinden anlatılıyor tam bir çocuk aklı ve diliyle. Belki okulda uyuyakalıp derslerini dinleyemiyor ama en hayati bilgi giriyor aklına Eftalya’nın: “Topal Osman Ağa’nın konağı. Hıristiyanları bu öldürüyordu, Rabbim İsa, lanetli Topal Osman, çeteci, büyük çeteci, çok kötü adam, ruhu şad olmayasıca. O zaman bir korku çöktü üstüme, bir titreme ve adamı gördüm, git oradan dedi. Hadi Eftalya, dedim içimden, doğru eve çek”. Bu topraklarda azınlık olarak yaşama giriş; Hadi Eftelya! Doğru eve çek!

Babası cezaevine girdikten sonra annesi ve ninesi ile kalan Eftelya ikisinin de ölümünün ardından bir Osmanlı kadını tarafından kaçırılıp (Bu tabir Rumlar arasında Müslümanları ifade etmek için kullanılırdı) doğup, büyüdüğü Giresun’dan Poli’ye yani İstanbul’a getiriliyor. Böylece Eftalya’nın Çika olma yolculuğu da başlamış oluyor.

İstanbul’da babasını delirmiş olarak bulan Eftalya’yı halası himayesine alıyor ve ikinci ders zili çalıyor. Bu topraklarda hem azınlık hem de kadın olarak yaşamaya giriş; “Anladım mı yani nedir hayatım? Bu duyduğun, işte budur hayatım. Gübreden çık boka gir. Boktan kaç gübreye düş.”
Sonrasında hikâye her ne kadar bilindik olsa da canınızı acıtmaya devam ediyor. Bir adamla tanışıyor, yabancı bir asker. Kendisine Çika adını o veriyor. Adam onu beklemesini istiyor, namuslu bir kız olarak beklemesini istiyor ondan. Ama başka adamların da başka planları var elbet. Eftelya, bırakırlar mı seni? Ki bırakmıyorlar. Eftelya oluyor Fahişe Çika. “Hangi yolu alayım, kime derdimi anlatayım, dünya kafamın içinde bir yumak, başım bir fırıldak gibi dönüyor, nerede bulacaksın sana benzeyen bir kalp, sana acıyacak bir yürek?” diye düşünürken adaşı Denizkızı Eftalya’nın sesiyle nasıl hüzünlendiğini anlatıyor. Onu hüzünlendiren adaşının çok genç yaşta, paşaların keyfi için bir gemide şarkı söyledikten sonra hastalanıp ölmesiyle de şarkıları susuyor. Son dersi de böylelikle Denizkızı veriyor Eftalya’ya: Bu topraklarda güzel sesli güzel kadınların ciğerlerinin ve yüreklerinin ebedi yeri, sofralarıdır ciğersiz paşaların.

Eftalya’nın hikâyesinin bir kadın hikâyesi olduğu kadar önemli bir dönem anlatısı oluğunu da söylemek lazım. Yazar Korovinis önsözde bunu şöyle açıklıyor: “Bizim insanlarımızdan birinin sürükleyici hayat hikâyesinin içinde çağdaş Türk-Yunan tarihinin birçok mihenktaşı beliriyor ve İstanbul’un son birkaç on yılının toplumsal hayatının karakteristik figür ve olayları gözümüzün önünden bir film şeridi gibi geçiyor”. Kullandığı dil ise yazara göre hem dramatik hem de çeşitli lehçelerin birleşiminden oluşuyor. Korovinis bunu şöyle özetliyor; “İstanbullu Rumların yerel söyleyiş- leri, hâlâ kullanılan çeşitli Türkçe deyimler ve birkaç Pontusça kelimeden oluşan bir karışım” Bu bağlamda en dikkat çeken bölümlerden biri Eftalya’nın Fahişe Çika olduktan sonra başından geçen bir olay; Evinde kaldığı Madam onun için birkaç adamla pazarlık yapıyor ve Çika da bu pazarlığa kulak misafiri oluyor. Ardından odaya dalıp durumun ne olduğunu ona da açıklamasını istiyor ve adamlar “Seni alacağız, ortaya koyacağız. Biz üç tane zengin çiftiz. Seni iyi bir eve götüreceğiz. Hepimiz beraber oynayacağız. Işıkları söndüreceğiz ve kim isterse öbürüyle ne isterse yapacak.” Çika ise bu durumdan hoşlanmıyor ve böyle şeyleri daha önce duyduğunu anlatıyor: “Duydum ki böyle şeyleri başka yerlerde yapıyorlar, uzakta, Anadolu’da bazı köylerde.” Sonrasında ise ben dâhil pek çok Alevinin bir aklı geri yüzünden hayatında en az bir kez dinlemeye maruz bırakıldığı, sonrasında bön bön bakışlarla “ya harbiden doğru mu?” diye sorulduğu “mum söndü” suçlamasını anlatmaya başlıyor. Yayınevi bu bölümü tutmalarının sebebini “Bu asılsız ithama (modern söyleyişle “nefret söylemine”) ve benzerlerine bu anlatıda da rastlanması, bunların Sünni dışı topluluklarda da yaygınlaşmış olduğunu ortaya koyuyor” diyerek açıklıyor. Çika’nın bu anlatımı konusunda ona kızmadan hikâyeye devam edebilmemin sebebi ise sanıyorum benim de aldığım derslerden biriydi. Marksizme giriş Ders:1 “ Bir toplumdaki düşünce biçimi, o toplumdaki egemen sınıfın düşünceleridir.”

Eftalya’nın hikâyesi bittiğinde ilk yaptığım şey hemen Denizkızı Eftalya’nın bir şarkısını bulup dinlemek oldu. Aynı adı taşıyan bu iki kadın adlarını bilmedikleri adamların savaşlarında, keyiflerinde onlara taktıkları isimlerle bu dünyadan geçtiler. Dilleri, onları da yok eden bir çoğunluğun diline dönüşüverdi onlar bilmeden. Birinin sesi kaldı taş plaklarda; diğerinin hikâyesi de 67 sayfaya sığıverdi ve okunu verdi bir çırpıda.

*Yazı boyunca Eftelya’yı asıl ismiyle anmamın sebebi, hikâyesini anlatırken ona Fahişe Çika diye seslenilmesinin en büyük hakaret olduğunu söylemesi. Bunu açıklıkla söylemesine rağmen kitabı hazırlayanın Eftelya’nın en nefret ettiği isimle kitabı çıkarmasını anlamak pek mümkün değil doğrusu.

FAHİŞE ÇİKA, Thomas Korovinis, Çev.: Frango Karaoglan, İstos Yayınları, 2012.



0 yorum:

Yorum Gönder