Herkes Olmaya Zorlanmak (Onur KOÇYİĞİT)

Adorno, 9 Mayıs 1963’te anlattığı bir derste, Hegel’in “etik olanın tözsel doğası” olarak açıkladığı etik ve ahlak üzerine, şöyle der:

“Topluluk artık bireyle olan ilişkisinde öylesine baskın bir güç kazanmış ve sayısız süreç bizi öylesine bütün bütüne uyum sağlamaya zorlamıştır ki, kendi bireysel yazgımız ile nesnel koşulların bizlere dayattığı şeyler arasında artık bir uyum yaratılması mümkün değildir.”

Toplumun bireye kendi etiğini ve ahlakını dayattığı bir ortamda, birey olmak ve bu olma halini sürdürmek ne kadar mümkündür; bu sorunun cevabı muallak. Çağın enstrümanları, sanki bunu imkânsızlaştırmak için varolmuş gibidir. Sıkıştırabildiği kadar -hatta adeta bir mengeneyle yapar gibidir bunu- sıkıştırır ve patlamanıza ramak kala durur. Sizden beklenen psikoz altında bir infilak ya da benzeri bir şey değildir; uyum sağlayacak kadar sıkılmış olmanızdır, hepsi bu.

Yukarıdaki birkaç paragrafı, John Steinbeck’in Kaygılarımızın Kışı’nı anlatmaya girişmeden önce bir girizgah olarak kullanmak niyetindeyim. Öyle ki, bu yazıya hakim olacak ve anlatılacak hemen hemen budur – bireye dayatılan “sınırları ve köşeleri” belli bir ahlak formu.

Kaygılarımızın Kışı, Steinbeck, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmadan bir yıl önce, 1961’de yayınlanmış. Kitabın kendine anakara edindiği yer ise bayrağına ellinci yıldızı -Haiti ile birlikte- eklemesi an meselesi olan ABD. Nispeten küçük bir kasaba/belediyenin iki çocuklu, bir şarküteride tezgahtarlık yapan ve eşiyle yine nispeten mutlu yaşayan bir adamın hikayesini anlatıyor Steinbeck.

Ethan Allen Hawley, bir vakitler varlıklı bir ailenin çocuğu olarak yetişmiş, ailesinin yitimiyle payına düşen parayı bilinen sebeplerden batırmış ve daha önce sahibi olduğu dükkanın bir “makarnacıya”, yani İtalyan’a satılmasıyla orada çalışmaya başlamış bir adam. Lafı uzatmadan söylemek gerekirse, her ne kadar hergele de olsa, dürüstlük timsali, hatta dürüstlüğün ta kendisi bir bireyden bahsediyoruz burada. Ayrıca Steinbeck’in ona yüklediği anlamla “satirizmin babası” da diyebiliriz. Her şeyle dalga geçebilen ama ciddiyetini asla kaybetmeyen birisidir Ethan.

Sanıyorum, buraya kadar anlattıklarım, bir roman ve onun biçimlenişini algılamak için yeterli görünüyordur. Roman bu haliyle, Steinbeck’in toplumsal ahlakın dayattıklarını, bireyi merkeze alarak çözümlemeye çalışıyor diyebilirim.

Ethan’ın dürüst bir çalışan olarak varlığı, içinde yaşadığı sınırlı topluma rağmen bir türlü kabul görmemektedir roman boyunca. Birkaç işe daha bulaşmalı, stokçulardan pay almalı, ezcümle, zengin olmanın yollarını bulmalıdır. Çocukları dahi günaşırı aynı soruyu sormaktadır – Ne zaman zengin olacaksın Ethan?

Yine de ana karakterimiz Ethan’ı bir melek olarak resmetmek yanlış olacaktır. Tutkuları olan, insanları manipüle eden, bozguncu, hatta sinir bozucu bir tiptir. Kullandığı sert satirizm çoğu zaman bıktırıcı da olsa, Ethan’ın karakterini net olarak ortaya koymaktadır. Akşamları eve döndüğünde eşi Mary’e hep aynı şeyden bahseder: bir yolunu bulup çocukları öldürmek ya da yaralamak. Okuru rahatlatmak için hemen söyleyeyim: Kaygılarımızın Kışı, çocuklarını, karısını vb. öldürüp kasabanın Karındeşen’i olmayı planlayan bir karakterden menkul ya da ona bağıl bir Amerikan psikoz romanı değil. Bu sadece gündelik rutini bastırmak için Ethan tarafından kullanılan bir yol onun için.

Yazının başına dönersek, Ethan zengin olmak/işadamı olmak yönünde ağır baskılar altında kalıyor. Oysa Ethan, hemen zengin olmaktansa, daha kurnaz, daha sinsice yolları tercih ediyor; mesela, çocukluk arkadaşı Danny’nin çok değerli arazisine havalimanı yapılacağını öğrendiğinde onu satın almaya çalışmak gibi. Bu, Ethan’a biçilen bir rol olmasa da toplum ve bileşenleri tarafından ona dayatılanın “gerçekleşmek zorunda olması” ile açıklanabilir. Ahlak ya da benzeri herhangi bir “değerli” kavram, bütün bunların karşısında konduğunda epey değersiz görünüyor – Ethan için böyle olmasa da.

Burada, toplumun bireyi biçimlendirme yöntemlerine değinmek gerekli.  Baskı, bunun en bilineni ve hatta en çok karşılaşılanı. “Ne olmak” ve “nasıl olmak” gerektiği konusundaki pervasız tavsiyeler, bir süre sonra baskı enstrümanlarına dönüşmekte, daha sonra da bu araçsallaştırma yoluyla gündelik hayat da değişime zorlanmaktadır. Ethan’ın başına gelen budur tamamen. Adorno’nun da yukarıda alıntıladığım kısımda bahsettiği gibi bireysel yazgı ile nesnel koşullar arasındaki uyumun ortadan kaldırılması, bireyi artık “kendi” dışında başka bir şeye dönüştü(rüldü)ğü sonucunu doğurur. Bu sürecin farkında olana ise, aynı zamanda toplumun ne kadar ikircikli bir tutuma sahip olduğunu farkettirir.

Toplum, bireyi kendi olmaktan alıkoyar ve bir başkası olmasına da izin vermez – istediği, “herkes” olmamızdır. Kaygılarımızın Kışı, bu herkes olma sürecini derinlemesine işleyen bir roman.  Değişenin yalnızca birey olamayacağını, bağlı olarak organik ya da inorganik bütün ilişkilerinin de hızla evirileceğini de net olarak gösteriyor Steinbeck.

Son not: Kaygılarımızın Kışı hakkında yazılan bir yazıda atlanılmaması gereken bir konuyla bitirmek istiyorum yazıyı; Berrak Göçer’in çevirisi ve özenli dipnotları da romanı etkileyici kılan ve kesinlikle söz edilmesi gereken bir konu. Kötü çevirinin kol gezdiği günümüz yayıncılığında bir Steinbeck romanı okumak için yeterince sebep yazmış olduğumu düşünmeme rağmen söylemezsem haksızlık edeceğimi düşündüm.





KAYGILARIMIZIN KIŞI, John Steinbeck, Çeviri: Berrak Göçer, Sel Yayıncılık, 2014.



0 yorum:

Yorum Gönder