Türkiye’nin Siyasetini Yeniden Okumak: CHP ve AKP Ekseninde Türkiye’nin Siyaseti (Seçil ERDEM*)

Mayıs ayında yazar Dr. Ali Haydar Fırat’ın üçüncü kitabı, CHP ve AKP Ekseninde Türkiye Siyaseti, Tekin Yayınevi’nden çıktı. Yazar bu kitabıyla güncel siyaseti, tarihsel mirası ve teorik bütünselliği içinde kavrama yönünde önemli ve iddialı bir adım atmaktadır. Tarihsel arka planı eşliğinde Türkiye’nin iki partisi CHP ve AKP’nin 2002-2014 dönemi, çalışmanın odağını oluşturmaktadır. İki partinin siyasal konumlanışları, kendi özgünlükleri evrensel anlamda siyasal pozisyonlarına denk düşen konumlarla karşılaştırmalı olarak ele alınmaktadır.

Cumhuriyetin ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin şekillendiği 1920’lerin ülke ve dünya koşulları bugünü anlamak için çok iyi bilinmeli ve analiz edilmelidir. Ancak bundan kasıt bugünün koşullarını o dönemin gerçekliğiyle analiz etmek olamaz. Örneğin bugün, dünya ülkeleri ve halkları önemli etkileşim ve dayanışma ağları ve örgütleri içinde bir arada yer almaktadır. Bu koşullar altında “tam bağımsızlık” savunusu yerine “enternasyonal bir yaklaşım, örgütlülük ve bilinç” oluşturmak zaruridir. Yine aynı şekilde Türkiye’de sınıfların oluşum süreci ışığında solun “bir emek hareketi olmaktan çok bir eğitim, bilim ve kültür hareketi” olarak doğup geliştiğini iyi analiz etmek gerekir ki CHP analiz ve eleştirileri doğru ve sağlam bir yere oturtulabilsin. Bu yapı 12 Eylül’le birlikte, dünyada olduğu gibi korkunç bir neo liberal saldırıya maruz kalmış ve muazzam yara almıştır. Türkiye’de sol ve CHP bu saldırının izlerini silerek toplumun önüne bir dünya hayali koymayı hala daha başarabilmiş değildir.
Bahsi geçen tam bağımsızlık söyleminin aşılması gerekliliği ile Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet idealinin karalanması birbirine karıştırılmamalıdır. Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı solun önünü açan değil; tıkayan eğilimler olmuştur. Oysa Cumhuriyet sol için çok önemlidir. Ancak mesele salt bir sahiplenme değil; onu günün ve dünyanın koşulları içinde algılamak ve zenginleştirebilmek, sosyal demokrasinin ve solun evrensel değerleriyle buluşturabilmektir. Solun ve CHP’nin bunu başardığı dönemler en kitleselleştiği dönemler olmuştur.
CHP, hakkındaki yanlış propagandayla mücadele ederken savunduğu doğruları bu propagandaya kurban vermek değil; halka onları ifade etmenin de yeni yollarını bulmak durumundadır. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP genel başkanlığına gelmesi partinin handikaplarını aşmasında, koptuğu tabanıyla yeniden bağ kurmasında, siyasal anlamda soluk almasında önemli bir kırılma noktası teşkil etmektedir. Ancak bunun kendi kendine oluşmayacağı aşikardır; yeni kadro ve politikalar üretilmediği takdirde partiden ciddi kopuşlar yaşanacaktır. Yalnızca CHP’nin değil; yeni kadro ve politikalarla Kemalizmin de yenilenmesi ve güncelle ilişkilenmesi gerekir. Ancak o takdirde parti, Alevilerle, Kürtlerle, AKP dışında kalan merkez sağla bağ kurabilecektir. Günümüzde kapitalizm ve neoliberal politikalar, sosyal demokrasinin ruhunu çalmıştır. CHP’nin kendi konjonktürüne has sorunları yanında en temel açmazı buradadır. Dolayısıyla sosyal demokrasi kendisini yeniden var edecekse; bu her şeyden öte kapitalizme karşı yeni politikalar üretmekle mümkün olacaktır.
Yazar kitabının ikinci bölümünde Türk sağı ve AKP’yi analiz etmektedir. Türkiye’de sağ, uluslararası ekonomi-politikten çok, ülkenin otantik değerlerinden beslenen bir siyasi çizgidir. Türkiye’de devlet ve toplum arasında başından beri güvensizlik, zor, birbirini kollama ve kandırma gibi dinamiklere dayalı bir ilişki vardır. Bu nitelikler zaman içinde talan, vurgun, yolsuzluk gibi bozulmaları ekonominin unsurları haline getirmiştir. Bu nedenle mevcut evrensel nitelikleri haiz liberal paradigma çerçevesinde bir ekonomi inşa etmek mümkün olmadığı gibi, bu paradigmanın ekonomik ve siyasal düsturlarını benimsemiş siyasal oluşumların da var olma zemini de olmamıştır. O nedenle Türkiye’de sağ, siyasal ve ekonomik anlamda liberal olmamıştır.
Bugün AKP iktidarıyla karşımıza çıkan yapı da bu özelliklerden bağımsız değildir. Her türlü eşitsizlik, tahakküm ve baskının AKP eliyle sürmesi, “milli irade” dayatmasıyla karşıtlar sindirilerek güvence altına alınmaktadır. Türkiye’de AKP’nin daimi olarak şikayet ettiği ‘vesayet’ onun kendi iktidarını sürdürmesini sağlayan bir unsur haline gelmiştir. Vesayet sistemi, AKP tarafından ülkenin sol, muhalif ve ‘öteki’lerine karşı uygulanan bir sistem haline gelmiştir. AKP’nin iktidarını sürdürmesini sağlayan bir başka unsur, onun kendi meşrebine uygun yarattığı pseudo-entelektüel kadro oldu. Bu kadro, medya aracılığıyla iktidar eylemlerini aklamak, meşrulaştırmak ve muhalifleri hedef gösterme göreviyle hareket etmektedir.

AKP muktedir oldukça kendisini meşrulaştırmak adına ilk başta üstlendiği tüm ‘özellikleri’ teker teker ardında bırakmaktadır. Bu da kendini kamuya kabul ettirme çabasından, kamuyu baskı ve zorla kendi gerçekliğini kabul etmeye zorlama çabasına dönüşle göstermektedir. Çıkardığını söylediği gömleği ülke ve toplumun tamamına giydirmeye çalışan AKP, bu doğrultuda en ufak bir kurum, yapı ve oluşumu es geçmeden her şeyi ele geçirme ve dönüştürme siyaseti yürütmektedir. Bu en uç nokta, aynı zamanda, AKP’nin kaybetmeye başladığı noktadır. Toplumu bu kadar zorlamak diyalektik bir zorunluluk gereği karşı gücünü de yaratmaktadır. Dipten gelen hoşnutsuzluk AKP’yi çıktığı noktaya dönmeye zorlayacaktır. Bunun en güçlü göstergesi 2013 yılı Gezi Direnişi olmuştur. Yine AKP içinde bölüşüm ilişkilerinde belirleyici olma mücadelesinden çıkan; ama tümüyle bürokratik ve ideolojik bir şekilde lanse edilmeye çabalanan bir iktidar mücadelesi ve çatışma ortaya çıkmıştır. Bu mücadele ve çatışma ciddi dönüşümlere gebedir. İktidar tüm kaba kuvveti ve dayatmalarıyla enerjisini kendi iç koalisyonunu bir arada tutmaya harcamaktadır. Tüm homojenleştirme siyaset ve stratejileri, en ufak eleştiriye korkunç bir öfkeyle karşılık vermeler, tahammülsüzlük, son dönem AKP siyasetinin tüm bu öne çıkan belirleyenleri, bu dağılmakta olan koalisyonun yarattığı güvensizlik sonucudur. Kendine ve iktidarına, toplumun rızasına ve onayına güvenen hiçbir siyaset otoriter ve hatta AKP’de görüldüğü gibi totaliter çizgiye yönelmez. ‘Fıtratında’ bu olsa bile, buna ihtiyaç duymaz. AKP’nin köşeye sıkışmakta olduğunun en temel göstergesi içine battığı şiddet sarmalıdır. Bu noktada Türkiye soluna çok önemli görevler düşmektedir. Yazar, kitabın ikinci bölümünün sonunda bu görevleri ve nasıl hayata geçirileceklerini analiz etmektedir.

Kitabın Cumhuriyet, Yurttaşlık ve Kürt Sorunu adlı üçüncü ve son bölümü gelinen noktada ülkede bir arada yaşama koşullarının hangi şartlar altında gerçekleştirilebileceğini tartışmaktadır. Bu doğrultuda Cumhuriyet tarihinde yurttaşlık ve cumhuriyet adına atılmış doğru ve yanlış adımlar masaya yatırılmakta; buralarda gelecek adına önemli dersler çıkarılmaktadır. Toplumsal barışın inşası adında olgunlaşmamış yegane koşul, ülkedeki siyasal pratiktir ve bu pratik değişmeye mecburdur. Ne yazık ki şimdiye kadar her kurumun ve siyasal yapının kendine dair küçük hesapları olmuş; ancak toplumsal barışı sağlama adına büyük ve kapsayıcı bir hesabı ve planı olmamıştır. Bu hesap artık çıkarılmak zorundadır. Yüzleşmekten korkmadan, küçük hesaplar yapmadan toplumsal barış için yola çıkmak gerekmektedir. Bu yolu tamamlamak için nelerin yapılması gerektiğinden ziyade; nelerin yapılmaması gerektiğinden başlamanın daha anlamlı olduğu tartışılmaktadır. Yazar üçüncü bölümde barışa giden bu yolu detaylandırmaktadır.




*ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi


CHP VE AKP EKSENİNDE TÜRKİYE SİYASETİ, Ali Haydar Fırat, Tekin Yayınları, 2014.

0 yorum:

Yorum Gönder