Çizgi filmlerle fantastik edebiyatın kesiştiği bir yer var. Fantastik, hayatın ağırlığını, şiddeti,
iktidar mücadelelerini ağlak ve yapışkan diyaloglara dönüştürmeden anlatan bir
tür. Çizgi filmler gibi. Oğlumun
kendinden geçerek izlediği Gumball’lara aylarca göz ucuyla, şaşarak
baktım. Bu tuhaf figürlerin nesi sevilebilirdi, karşıdan bakınca gerçeklikten
tamamen kopuk görünüyorlardı. Sonradan, dikkatle izleyince fark ettim ki neredeyse
kocaman bir kafadan oluşan kahramanların maceraları çok “insan”ca. Pek çok filmde,
kitapta bile yaratılamayan karakterler orda canlanmış. Beceriksiz babayı
sahiplenen, beceriksizlikleri onarmaya çalışan çocuklar, istemediği video
yayınlandı diye internete savaş açan, donat olduğu için yediği her şeyi dışarı
atan, sevinen, sinirlenen, hayal-gerçek yaşayanlar.
Karin Tidbeck’in yazdığı, Tülin Er’in Türkçeye çevirdiği
Zeplin’de de gerçeklikle kurulan bağ buna benzer. İlk öyküde, yazarın, zeplini nesneliğinden soyutlamadan bir insan gibi
betimleyişi başta yadırganıyor : “Bedeni şehvetli bir elipsti, mat derisi
güzel yuvarlak iskeletini sıkıca sarmıştı. Kenarlarda yuvarlanan kalın cam
pencereleri ile küçük gondolu, koyu renk ahşaptan yapılmış (maunun en
kalitelisi) ve pirinç detaylarla (hepsi elle işlendi) süslenmişti. … Beatrice
mükemmeldi.” Bir insan gibi
betimlenen ve Beatrice adı verilen bu nesneyi varlığımızdan çok uzak bir yere
koyarız. Ama, öykünün sonlarına doğru zeplinin “aşk” gerekçesiyle alıkonduğu
ambarda çok uzun süre yaşadığı tutsaklığın ve mutsuzluğunun farkına
varıveririz. Bir insan neden “zeplin” olmasın ki… ya da tam tersi… Zorunluluktan çalışıyor, aile sahibi oluyoruz,
sağır değiliz ama konuşamıyoruz. Zeplin gibi.
Söylenmesi, anlatılması zor gerçeklikle mesafe ancak böyle bir fantastik
öyküyle sağlanabilir ya da başta
söylediğim gibi, çizgi film yoluyla. Aksi, her an bir melodram tadına dönüşme
riski taşır. Her Cederberg’in
yabanarısına dönüşmesi, tüpten doğan bebekler ve onları dışarıdan koruyan bir
annenin karnında yaşamaları, bedenlerinde yağ biriktiren teyzeler, Jagannath’ta
içinde erkek ve kız çocuklarıyla birlikte
babayı taşıyan dev anne Zeplin’deki öykülerin kahramanları ve hepsi
karşımıza bir çizgi filmde çıkabilecek türden.
“Doktor Franz
Hiller bir zepline aşık oldu.”
Zeplin’in ilk öyküsü Beatrice böyle başlıyor. Bu cümle öykülerin tümündeki hayalle gerçek,
doğal ile doğaüstü, karanlık ile aydınlık, umutla umutsuzluk arasında gidip gelen tekinsiz ve gizemli
atmosferin hem işareti hem özeti.
Kısa boylu, tıknaz,
banka oturduğunda ayakları yere değmeyen ve bu yüzden dalga konusu olan Herr
Cederberg’in bir yabanarısıyla aynı kaderi paylaşması umutsuzluktan çıkış yolu
olur. Ama bir insanın uçmasının imkansızlığı onu tekrar karanlığa bırakır. Tam
da “tekinsiz”lik dediğim şeyin kendisidir bu gel git. Jagannath ve Teyzeler öykülerinde de
birbirinin içinde yaşayan canlıların trajik bağımlılıkları, mekan ve zamandan
soyutlansalar bile karanlığı aşamamış
olmaları ama yine de bir yandan bu soyutlanmışlığın, sonunda beklentinin
gerçekleşeceğine dair umudu taşıyor oluşu yine iki uç arasında salındığımızı
gösteriyor. Ove Lindström İçin Bazı Mektuplar’da ölen babaya mektup yazan kızın
da yaşamla ölüm arasında bir yerde olduğunu sezeriz. Rengeyiği Dağı isimli
öyküde Sara’nın kayboluşu anlatılırken yine mistik unsurlarla sert gerçeklik
arasında gidip gelinir. Bu gidip gelmeler ikilem ya da tutarsızlık değil,
insanlık halinin öykülere sirayet edişidir. Bu, öyküleri etkileyici ve özgün
kılan özelliklerden en önemlisidir.
Öykülerin pek çoğunda, karşısındakini severek, sevdiği için,
aşık olduğu gerekçesiyle bağımlı kılma, istediği hayattan yalıtma, kısacası
zulmün en görünmez olanı yine görünmez, belli belirsiz bir biçimde anlatılıyor.
Kitabın kapak tasarımındaki estetik ve bu kapağın cildin
üzerine geçirilmiş olması bana kitabın “değerli” bir nesne olduğu düşüncesini
tekrar hatırlattı. Çantamda taşımaktan, her sayfasına eciş bücüş harflerle
notlar alıp bir daha okunmaz hale getirdiğim kitapların aksine, Zeplin’i
okurken içimden bir ses “karalama, yazma, temiz tut” dedi hep. Sonra anladım ki
bu kitabı çocuğum için saklamak, ben yaşarken okursa, insanların birbirini tutsak etmesi ve bunun
kurmacayla nasıl anlatılabileceği, çizgi filmlerle öykülerin ortaklığı üzerine
onunla konuşmak istiyorum. Çünkü, Zeplin o türden kitaplardan.
Son söz olarak, elbette, bütün bunları söyleyebilmemiz
öncelikle iyi bir çeviriye bağlıydı. Tülin Er’in çevirisi pürüzsüz. Üsluptaki
yavaşlık ve yalınlığı dilimize aktarmış.
ZEPLİN, Karin
Tidbeck, Aylak Kitap, 2014
0 yorum:
Yorum Gönder