Eşitlik İdeası? (Kansu YILDIRIM)



Alex Callinicos’un 2000’li yıllara girerken kaleme aldığı Eşitlik eseri, kendi dönemine özgü bir tartışmayı ve düşünürler arası çapraz muhakemeyle eşitlik ideasına ilişkin bir izleği okuyucuyla buluşturmaktadır. Callinicos, Britanya’da sol içerisinde cereyan eden ve Blair’in Yeni İşçi Partisi hükümeti üzerinden eşitlik siyasalarına ilişkin ampirik bir tartışmaya da girerek, eşitliğin teorik ve pratik yansımalarını irdelemektedir. Eserinin can alıcı noktası ise ideaya ilişkin iz takibidir: Kronolojiyle ifade edersek, Callinicos, 1600’lerdenAmerikan Bağımsızlık Bildirgesine, Fransız Devrimi’nden Marx, Rawls, Balibar, Bidet, Cohen, Bobbio, Dworkin ve diğerlerine eşitlik ideasının metinlerde ve toplumsal yaşamda somutlaşma biçimlerini incelemektedir. Belirtmek gerekir ki kitap boyunca kilit isimler, Marx ve Rawls’tır.

Eserde eşitlikten önce eşitsizlik olgusu ülkeler bazında, Birlemiş Milletler ve OECD gibi uluslararası kurumların sunduğu veriler eşliğinde incelenmektedir. “Yirmi birinci yüzyılı sırtında yoksulluk ve eşitsizlikle” girildiğini söyleyen Callinicos, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun en gelişmiş ekonomilerde daha arttığını belirtmektedir. Britanya özelinde, 1997’de seçilen Yeni İşçi Partisi hükümetinin yaptığı araştırmadan bahseden yazar, Gini katsayısı ile ölçülen 1977 ve 1996-97 yılları arasındaki gelir dağılımı eşitsizliğinin üçte bir attığını söyledikten sonra rakamlar dünyasından sunulan eşitsizlik göstergelerini ilerleyen kısımlarda düşünsel hatta yerleşmektedir. Callinicos, “varlıklı çoğunluk” ve “yoksul azınlık” arasında bir mukayese anlayışı olduğundan ve “yoksul azınlığın çoğu zaman sapmaya uğramış davranışlar bütünü içinde kapana kısılıp kalmış bir ‘alt-sınıf’ olarak addedildiği varsayımı” üzerinde mutabık kalındığını vurgulamaktadır. Thomas Nagel gibi “eşitlikçi filozoflar”ın eşitlik kavrayışları ile Bill Clincton, Tony Blair, Gerhard Schröder gibi sosyal demokratların “üçüncü yol”u belli bir yerde kesişmektedir: “Merkez sol, yoksullar seçmenlerin azınlığını teşkil ettiğinden dolayı varlıklı çoğunluğu düşman edecek yeniden dağıtım politikalarından uzak durmalıdır”.
Bu tip yaklaşımların merkezinde kavramsal bir sorun bulunmaktadır. Callinicos, Cohen gibi düşünürlerin —eşitsizlikten kaynaklanan— yoksulluğu ilişkisel bağlamda ele almaktan çekinmeleri üzerinde durur; geçmişteki baraka veya derme çatma evde yaşama gibi ölçütlerin yoksulluk derecesinde belirleyici olduğunu söylemektedir. Yazara göre hâkim görüşlerden birisi “tıpkı eşitlik gibi yoksulluğun ilişkisel terimlerle kavramsallaştırılmasıdır”. Farzı misal Bourdieu “kronik kitlesel işsizlik”, “taşeron işçilik”, “esnek üretimde artış”, “teşebbüsün yersizyurtsuzlaşması” gibi “güvensizliğin her yerde var olduğunu” ileri sürmektedir. Burada eşitsizliğin spesifik olarak yarattığı basınç “güvensizlik” olgusudur: “Gelişmiş bir ekonominin merkezinde yer alan nesnel güvensizlik, günümüzde işçilerin büyük bir kısmını … etkisi altına alan genelleştirilmiş öznel bir güvensizliği güçlendirmektedir.” Bu tip tahakküm şekli, kavramın kavranılma şeklini de çeşitlendirmekte, çetrefilleştirmektedir.

“Somut bir sosyal ve siyasi talep olarak eşitlik, modern dünyanın başlangıcını oluşturan büyük devrimlerin çocuğudur.” Callinicos’un kavramı yerleştirdiği tarihsel bağlam bu andan itibaren önem kazanır. 1647 yılında İngiliz Devrimi’ndeki “Levellers”ın lideri Albay Rainborough ile başlayan, 1776’da Thomas Jefferson ve Amerikan Bağımsızlık Bildirisi ile devam eden, 1789-94 Büyük Fransız Devrimi ile zirveye ulaşan eşitlik ideası, gerek Kıta Avrupa’sı gerekse dünyanın farklı coğrafyalarında pek çok düşünürün toplum kurgusunun vazgeçilmez bir parçası olmuştur. Ancak söz konusu ideanın sınırları muğlâklığını da korumaktadır. Örneğin “eşitlik”ten bahseden Jefferson “Virginialı bir köle sahibidir”; bu süreçte Jefferson’a yönelik “nasıl oluyor da özgürlük için en yüksek haykırışları zencilerin sahiplerinde duyuyoruz?” şeklinde eleştiriler gelmiştir. Callinicos’a göre Tocqueville’in “koşulların eşitliği” kavramında dönemin Amerika’sı için öngörülen kavram, başarısızlıkla sonuçlanmıştır; “eşitlik ideali kadınları, yoksulları, köleleri ve pek çok başka grubu kendi alanı dışında tutan örtük ya da açık” durumlarla maluldür.

Balibar’ın önemli bir yazısında türettiği, eşitlik (égalité) ve özgürlük (liberté) kavramlarının bileşiminden oluşan “égaliberté” önermesiyle eşitlik idealinin gerçekleşmesinde ortaya çıkan sınırlamaların, “eşitlikten vazgeçilmesi anlamına gelmediğini”, aksine bunun “eşitliğin radikalleştirilmesi” anlamına geldiğini ileri sürmektedir. 1789 tarihli İnsan ve Yurttaşlık Hakları Bildirgesi ile “birey olarak insanlar sırf insan olduklarından ötürü siyasi özne” haline geliyorsa; bu tip bir eşitleme “eşitlik ve özgürlük eşitlemesini” gerekli kılıyorsa, burada sezgisel bir keşif yoktur. Balibar’a göre eşitlik idealine ilişkin sınırlandırmanın kökeninde “özgürlükler sınırlandırılmadan ya da bastırılmadan eşitsizlik örnekleri varolmadığı gibi, toplumsal eşitsizlikler olmadan özgürlüklerin sınırlandırılması ya da bastırılmasına dair örnekler de varolamaz.” Burada “égaliberté” özgün bir içerikle karşımıza çıkar. Callinicos’a göre “eşitlik ve özgürlüğün soyut bir şekilde eşitlenmesi ve somut tarihsel durumlar arasında çelişki bulunması”, kavramlar arasında bir gerginliğe yol açmakta, bu da ideaya “yıkıcı bir nitelik” kazandırmaktadır.

Peki, sosyalizm cephesinde ideaya ilişkin yaklaşım nasıldır?

Marx, Tawney ve Crosland’ı izleyen Callinicos, “égaliberté”yi gerçekleştirdiği kabul edilen toplumların yapısına dair bir sorgulamaya girmektedir. Haliyle topluma dair analiz ihtiyacı eşitlik ideasını tarihsel maddeci perspektif içinden incelemeye zorlamaktadır. Callinicos, Marx’a dönerek “kapitalist toplumların fertlerini yasal olarak özgür ve eşit görmesiyle, halen içlerinde barındırdıkları sistematik sosyo-ekonomik eşitsizlikler arasında zıtlık olduğundan bahseder.” Neyi ileri sürmüştür Marx: “insanların eşitliği kavramının baskın toplumsal ilişkinin mülk sahibi insanlar arasındaki ilişki anlamına geldiği” bir toplumda “ancak oturmuş bir popüler fikrin kalıcılığını…”. Marx’ın vurguladığı husus, özel mülkiyet ilişkisinden kaynaklı, kapitalist sömürünün gerçekleştiği; popüler siyasi söylemlerin belli bir konuma göre şekillendiğidir.

Kapital’in ilk cildinde Marx, kapitalist üretim koşullarında, eşitliğin mümkün olmadığını şu sözlerle ifade eder: “Özgür bir birey olarak [işçi] kendi metasını satabilir ama öte yandan satacak başka bir metaya sahip değildir; demek ki onlardan kurtulmuş, emeğini paraya çevirmek [Verwirklichung] için gereken her şeyi elden çıkartamamıştır.” Görüleceği üzere Marx, eşitliğinde sadece biçimsel düzeyde eşitlik olarak kaldığını göstermektedir. Callinicos’un işaret ettiği ilgili nokta, bu tip biçimsel eşitlik karşısında Marx’ın “Gotha Programının Eleştirisi”nde sunduğu bir eşitlik, dolaysız olarak adalet teorisi vardır: “ihtiyaçlar ilkesi” çerçevesinde “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!”. 

EŞİTLİK, Alex Callinicos, Çev. Öncel Sencerman, Bilgesu Yayıncılık

0 yorum:

Yorum Gönder