Şeytana Adanan Adak (Deniz YAVUZ)

“çünkü her şeytanın hükmedeceği bir zaman gelir”

Baudelaire’in, “Sarhoş, yoksul, ezik, dışlanmış” diyerek tanımladığı ve gotik edebiyatın akla ilk gelen isimlerinden olan Edgar Allan Poe’nun, üç öyküsünden müteşekkil Kara Kedi isimli kitap, Kolektif Kitap tarafından yayımlanmış. Çevirisi Bilge Ceren Şekerciler tarafından yapılan bu kitabın alametifarikası ise Luis Scafati’nin öyküleri muhteşem bir şekilde resimlemiş olması.

Kitaba adını da veren ilk öykü Kara Kedi. Anlatıcısının akıl sağlığının yerindeliğinden, yumuşak başlı, insancıl ve yufka yürekli oluşundan dem vurarak başladığı öykü, insanda içkin olarak bulunan demonikliğin tedricen ortaya çıkışı üzerine kuruludur. Bu ortaya çıkışın tetikleyicisi ise bir kara kedidir. Kierkegaard’ın, “demonik olan, dışavurumunu ancak 'iyi' ile ilişkiye geçtiğinde, kendi sınırlarına dışarıdan ulaştığında gerçekleştirir” diyerek ortaya koyduğu şekliyle düşünürsek, bu öyküde sınırları netleştiren şey kara kedinin varlığıdır.

Şeytanın Yükselişi
Kara kedi öyküsünü iki bölüm halinde incelemek mümkün. Birinci bölümde, öyküde karşımıza çıkan ilk kara kedi-Pluto-yavaş yavaş yükselen bu duruma eşlik eder. Birçok mitolojide habis ve kötü olanın timsali olan kara kedinin adının Pluto olması tesadüf değildir. Antik Yunan'da, yeraltı ülkesinin tanrısı Hades'in diğer ismidir Pluto ve Hesiodos Theogonia adlı eserinde onu “yüreği acımak nedir bilmeyen tanrı” diyerek tanımlar. Anlatıcımızın Pluto ile olan ilişkisi aniden gaddarca bir dehşete dönüşüverir. “Bir anda kendimi kaybettim. (...) Sanki ruhum asıl bedenimden bir anda uçup gitmiş, yerine şeytani bir kötülük taşıyan, bedenime onun her yanını acı çektirme hazzıyla titreten bir ruh girmişti.” diyerek tarif ettiği ruh hali, demonik olan tarafından ele geçirilmiş olmanın bir itirafıdır. Şeytani olanın ayırt edici özelliği kişinin edimlerini farkında olarak gerçekleştirmesidir. Anlatıcı şeytanileştiğinin farkındadır fakat engel olmaz. Tam da bu ruh halindeyken kara kedinin gözünü çıkarır. Artık kara kedi tıpkı Mephistopheles gibi bir uzvu eksik bir varlıktır. Şeytanın bir uzvunun eksik yahut sakat olması hali de çeşitli dinler ve mitolojilerde karşımıza çıkan, tanıdık bir durumdur.
Kişinin tümüyle kötü olması beklenemez. Bu nedenle, şeytanilik doruk noktasına eriştikten sonra bir arınma arzusunu da beraberinde getirir. Anlatıcımızın “ZITLIK ruhu beni ele geçirdi” derken kastettiği de tam olarak şeytani olanın bu ikili doğasıdır. Arınmanın gerçekleşmesi için de demonik olanın dışavurumuna yol açan kara kedinin ortadan kaldırılması gerekmektedir. Bu durumun kendisi de şiddetli bir çelişki barındırır. Bir yandan arınmaya ve şeytani olandan kurtulmaya yönelik bir çaba varken diğer yandan bu çaba ancak ve ancak kara kedinin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür. Bu kurtuluş düşüncesi, anlatıcımızın kara kediyi bir ağacın dalına asarak arınmaya çalışmasıyla son bulacaktır. Tanrıya olan sevgisinden doğan hasetle isyan eden şeytanı andırır şekilde, “Astım çünkü beni sevmişti” diyerek bu şiddetli çelişkiyi ifade eden anlatıcımızın arınması o kadar kolay olmayacaktır. Kedinin asıldığı gece yanan evinden, karısı ve hizmetçisiyle zorluklarla kaçıp kurtulan anlatıcı, ertesi gün yanan evine geri döndüğünde yıkılmayan tek duvarda boynundan iple asılmış bir kedi kabartması olduğunu görür. Engizisyon ateşinden sağlam çıkması şeytaniliğine delalet olan habis bir ruh gibi, yangından sağ çıkmış bir kedi “hayaleti”, aynı zamanda anlatıcımızın derin suçluluğunun, korkusunun ve vicdan azabının da bir göstergesidir.

Janus’un İki Yüzü
Tam da bu vicdani yarılmanın gerçekleşmesinden sonra öykünün ikinci kısmına geçeriz. Anlatıcımızın karşısına yeni bi kara kedi çıkar. Bu kara kedi Pluto’ya çok benzemektedir. Ondan tek farkı göğsünde bulunan beyazlıktır (bu beyazlık bize kelt mitolojisindeki cat sith adı verilen kara kediyi çağrıştırır. Cat sith ölen insanların ruhlarını çalmasıyla bilinir.). Üstelik bir süre sonra, tıpkı Pluto gibi bir gözünün kör olduğu anlaşılacaktır. Vicdan azabının tecessüm etmiş hali gibi birden ortaya çıkan bu kedi bir itirafı da beraberinde getirir; “kedi ödümü koparıyordu”. Kediye dair düşüncesini, “o canavardan tiksiniyor, nefret ediyordum” diyerek açıklayan anlatıcımızın korkusu ve suçluluğu kedinin göğsündeki beyazlığın bir darağacına benzediğini farketmesiyle iyice büyür. Çünkü vicdani olanla şeytani olan arasındaki bu benzerlik ve çağrışım dehşet vericidir. Bu dehşet, şeytanın tanrıya olan itirazını ve isyanını anımsatan şu cümlelerle ifade edilecektir; “Kaba saba bir hayvan, bir benzerini aşağılayarak yok ettiğim kaba saba bir hayvan, bana, Yüce Tanrı’nın suretinden yaratılmış bir insana böylesine bir acı çektirecekti ha!”

Yeniden baştaki duruma dönülmüştür. Şeytani olan yükselmiş ve arınma arzusunu da beraberinde getirmiştir. Öfkeden deliye dönen ve eline aldığı baltayla kediyi öldürmeye çalışan anlatıcımız, karısının engel olması üzerine baltayı karısının kafasına vurur ve onu öldürür. Bu korkunç cinayetten sonra cesedi gizlemeye koyulan anlatıcımız, “ortaçağdaki papazların işkence ederek öldürdükleri kurbanları duvara gömdükleri gibi” cesedi mahzenin duvarına gömecektir. Cesedin duvara gömülmesiyle kara kedinin yok olması eş zamanlıdır. Kara kedinin ortadan kaybolmasıyla anlatıcımız bir kaç gün rahat edecektir. Fakat karısının ölümünü araştıran dedektifler tam da işin peşini bırakmak üzerelerken, Kierkegaard’ın “vicdan azabı olan hiç kimse suskunluğa dayanamaz” sözünü doğrularcasına, aniden bir itiraf gibi mahzen duvarından bahseden anlatıcımız  kendini ele verir. Bu sırada duvarın içinden gelen kara kedinin çığlığı ile anlatıcının itirafı birbirine karışır ve duvarın yıkımına başlanır. Duvar yıkıldığında, kendisine adanan adağın başındaki kedi alması gereken ruhu almış, “kıpkırmızı ağzı ve ateş gibi yanan tek gözüyle sinsice” cinayet işlettiği katile bakmaktadır.

KARA KEDİ, Edgar Allan Poe, Bilge Ceren Şekerciler, Kolektif Kitap, 2012.



1 yorum: