1980’li ve 1990’lı yıllar, tasfiye yıllarıydı. Dünya genelinde 1980 öncesinden kalan sosyal devlet uygulamalarının, kalkınmacı çabaların, sendikal hakların, devlet müdahalesinin ve bedelsiz sağlanan kamu hizmetlerinin tasfiye edildiği yıllar. Postmodernizmin büyülü teorileri ve küreselleşmenin tılsımlı çekiciliği etrafında şekillenen atmosferde SSCB yıkılmış, işçi sınıfına “elveda” denmiş ve “tarihin sonunun geldiği” ilan edilmişti. Liberaller, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, özelleştirmeler, piyasa yönelimli reformlar, devletin ekonomiden elini çekmesi ve sendikaların gücünün kırılması sonucunda piyasaların işleyişi önündeki engellerin yıkılacağı ve bunun toplumlar için refah ve demokrasi getireceğini savunuyordu. Her ne kadar 1990’ların sonunda ve 2000’lerin başında irili ufaklı ekonomik krizler yaşansa da bunların mekanı Asya, Rusya, Arjantin ya da Türkiye olduğu için, bu krizlerin kökeninin yerel siyasetçilerin beceriksizliği ya da yanlış politika uygulamaları olduğuna inanıldı. Ancak 2008’e gelindiğinde, sistemin kalbinde patlak veren ekonomik kriz hızla küresel bir ölçeğe büründü ve 1980’li yıllarda başlayan tasfiye süreci 21. yüzyılın ilk büyük krizi ile duvara tosladı. Otuz yılı aşkın süredir yaşadığımız bu serbest piyasa deneyi sonucunda geride kalan, refah ve demokrasi umutlarından çok, yeni bir varoluş biçimi olarak “borçlandırılmış insanın” üretilmesiydi.
Dünyadaki bu “serbest piyasa” deneyi Türkiye’de de uygulandı. 1980 darbesiyle “sterilize edilen” deney ortamı, sonrasında ardı adına hayata geçirilen piyasa reformlarıyla günümüze kadar geldi. Bu deneyin sonucunda 2000’li yıllara gelindiğinde Türkiye ekonomiside görülen en önemli değişimlerden biri bireysel borçlanmadaki muazzam artıştır. 2003-2012 yılları arasında hanehalkı borcunun hacanabilir gerilere oranı yaklaşık 7 kat artarak yüzde 50’lere yaklaşmıştı. Bu borçlanmaya kaynaklık eden tüketici kredilerinin milli gelire oranı 2002-2013 yılları arasında yüzde 1.8’den 21.2’ye yükseldi. Mehmet Türkay hocamızın, Marmara Üniversitesi, Kalkınma İktisadı Kürsüsü’ndeki doktora derslerinde sıklıkla vurguladığı gibi, ekonomik açıdan 1980 öncesinin simgesi “kumbara” iken, 2000’lerde bunun yerini “kredi kartı” almıştı.
Elif Karaçimen’in geçtiğimiz aylarda SAV Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’de Finansallaşma: Borç Kıskacında Emek” kitabı, Mehmet Türkay hocadan ödünç aldığımız analojiyi sürdürürsek, “kumbara’dan kredi kartına” geçişin öyküsünü anlatıyor. Tüketici kredisinin ve hanehalkı borçlanmasının gerisinde yatan dinamikleri güncel Marksist tartışmaların ve yaklaşımların ışığında ele alıyor. Çalışmanın tek ayırt edici yanı Marksist ekonomi politiğin sağladığı yöntem ve olanaklar sayesinde tüketici kredisinin gelişiminin sosyo-ekonomik yönlerini detaylı bir şekilde incelemesi nedeniyle alanında ilk olması değil. Aynı zamanda teknik ve gündelik hayattan uzak gibi görünen finansallaşma tartışmasının gündelik hayata nasıl yansıdığını, saha çalışması yoluyla bizzat işçilerin gündelik deneyimlerini içerecek şekilde ortaya koyması.
Karaçimen’in Londra Üniversitesi, SOAS, İktisat Bölümü’nde, Costas Lapavitsas’ın danışmanlığında tamamladığı doktora tezine dayanan kitap, ilk olarak tüketici kredisinin nasıl analiz edilmesi gerektiği ile ilgili bir çerçeve önererek başlıyor. Bu bölümde ana-akım bankacılık ve para teorileri, tüketici kredisi bağlamında ele alındıktan sonra, tüketici kredilerinin Marksist politik iktisadi değerlendirilmesine girişiliyor. Marks’ın Kapital’in III. Cildinde yaptığı tartışmadan yola çıkan bu bölüm Marksist tartışmalarda yakın zamana kadar çok detaylandırılmamış olan para ve finans alanlarına odaklanıyor ve son dönemde gelişen “finansal el koyma” ilişkisinin önemini vurguluyor. Kitabın ikinci bölümü, önceki bölümde ele alınan teorik tartışmayı konjonktürel olarak finansallaşma sürecine ve geç kapitalistleşmiş ülkelere odaklanarak sürdürüyor. Bu bölümde 1980 sonrası süreçte kamu borcunun ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesinin geç kapitalistleşmiş ülkelerin finansallaşma sürecine dahil olmasının bir aşaması olduğuna işaret ediliyor. Geç kapitalistleşmiş ülkelerin finansallaşmasının bir diğer boyutu ise 2000’lerde yükselen tüketici kredilerinin ve bireysel borçlanmanın artışı olduğu tespit ediliyor.
Kitabın üçüncü ve dördüncü bölümleri Türkiye’ye finansallaşma sürecinin gelişimini tarihsel olarak ele alıyor. Özellikle 2001 krizi sonrası döneme odaklanan kitap, tüketici kredisindeki muazzam artışın arz ve talep yönlü dinamiklerini ele alıyor. Arz yanında bankacılık sistemindeki karlılık koşullarının değişmesi temel etkenken, talep yönünde işçilerin gündelik hayatlarını sürdürebilmek için gelirlerinin yetmediği koşullarda borçlanmaya olan gereksinimlerinin arttığı tespit ediliyor. Karaçimen, 2001 krizi sonrasında “bankacılık sektöründe gözlenen esas değişim bankaların giderek bir kar alanı olarak hanehalklarına yönelmeleri” olduğunun altını çiziyor. (s. 206) Bireysel borçlanmanın giderek artmasının talep yönlü nedenleri ise, işsizlik artışı, reel ücretlerdeki durağanlaşma, özelleştirmeler ve güvencesiz istihdamın yaygınlaşması olarak sıralanıyor.
Kitabın son bölümü, geçen ay grevlerin ve direnişlerin patlak vermesiyle gündeme gelen metal sektöründeki işçilerle, 2010 yılında yapılan anketlerin ve yaşam öyküsü tekniğiyle yapılan görüşmelerin sonuçlarının değerlendirilmesi ayrılmş. Sonuçlar işçilerin borç kapanına kısıldığı gösteriyor. Metal sektöründeki işçiler arasında borçluluk çok yaygın: borcu borçla kapatmaya çalışma, gündelik masrafları karşılamak için borçlanma, işsizlik durumunda tekrar iş bulana kadar banka kredisi ya da kredi kartıyla borçlanma gibi pratikler oldukça yaygın. Artan borçluluğun dolaysız sonucu ise emeğin sermayeye olan bağımlılığındaki artış. Karaçimen’e göre “borç yükü işçileri daha uzun süre çalışmak, düşük ücretli ve güvencesiz işleri kabul etmek ve zor çalışma şartlarına boyun eğmek zorunda bırakmakta”. (s. 322)
Kısacası, Karaçimen’in bu çalışması, özel olarak sadece meslekten iktisatçılar için değil, emek hareketi ile ilgilenenler için de son dönemi anlamak için zorunlu bir okuma. Daha genel olarak ise, gerek finansallaşma tartışmalarına ilgi duyanlar, gerekse M. Lazzarato’nun kullandığı tabirle “borçlandırılmış insanın” Türkiye’de nasıl “imal edildiğini” anlamak isteyenler için önemli bir kaynak.
*@umitak
TÜRKİYE’DE FİNANSALLAŞMA: BORÇ KISKACINDA EMEK, Elif Karaçimen, Sav Yayınları, 2015
0 yorum:
Yorum Gönder