"Hayat Abartılacak Bir Şey Değil Be Roman. Hayat Abartılacak Bir Şey Değil." (Kerem Işık ile Söyleşi: Serap TELÖZ)

Kerem Işık, Haldun Taner Öykü Ödülü’nü aldığı “Toplum Böceği” adlı kitabından sonra geçtiğimiz aylarda “Iskalı Karnaval”la okurlarıyla yeniden buluştu. İlk kitabı “Aslında Cennet Yok”tan sonra “Toplum Böceği” ile edebiyatta ciddi bir çıkış yakaladı ve adını genç öykücülerin arasına yazdırdı. Son öykü kitabı “Iskalı Karnaval”da da görüyoruz ki kendisine çizdiği bu yolda sağlam adımlarla ilerliyor. Bu kitabında da yine kelime oyunları ve kurguladığı dil bekliyor öykülerinde bizi. İleriyi gösteren bir ayna tutuyor gibi. Gelecekte kurguladığı öykülerinde bireyin sıkışmışlığını, sınırlarını, kabullenmişliğini ve toplum, düzen tarafından dayatılan kurallar karşısında aklını, kalbini kullanan cesur kahramanları çıkış yollarını kendileri buluyorlar. Her ne kadar kurgular farklı olsa da aslında bizzat insanı, bizi bize anlatıyor Kerem Işık ve sanki bizi tatlı tatlı uyandırmaya çalışıyor. Keyif alarak bir solukta okuduğum “Iskalı Karnaval” hakkında sevgili Kerem Işık’la söyleştik.

S.T. Sadece öyküleri değil dili de kurguluyorsun öykülerinde. Bunu “Toplum Böceği”nden de biliyoruz. Ve bu kez karşımıza “Iskalı Karnaval”la çıkıyorsun. Bu isimde bir öykün yok kitabın içinde. Öncelikle biraz kitap isminin oluşum aşamasından bahseder misin?

K.I. “Toplum Böceği”nin temeli, kitapla aynı adı taşıyan öyküyle birlikte atılmıştı. Dolayısıyla kitabın ismi daha en başından belliydi. Bu kez farklı bir yol izleyerek kitaptaki öykülerden birinin ismini kullanmak yerine daha kuşatıcı bir isim seçmek istedim. Kitap boyunca farklı sebeplerle hayallerini ‘ıskalayan’, istediklerine bir türlü kavuşamayan karakterler anlatılıyor. HAYDA’daki Merve, O En Güzel Klişe’deki Rıfat ya da Rıza’nın İmalatı’ndaki Rıza… Hepsi de istekleri, ulaşmak istedikleri hedefleri olan fakat dış nedenlerden ötürü bunu gerçekleştiremeyen karakterler. Aynı zamanda öykülere tıpkı gerçek hayat gibi sürprizli ve ele avuca gelmez bir yapı kazandırmaya çabaladım. Dolayısıyla kitabın ismi aslında benim için ‘Hayat’ ile eşanlamlı: sürekli bir şeyleri ıskalayıp durduğumuz rengârenk bir karnaval!

S.T. İlk öykün Kalbi Büyüyen Adam, kitaptaki en kısa öykün ancak benim yüreğimi en çok acıtan öykülerden biri oldu. Sevgiden bu kadar çok mu korkuyoruz?


K.I. Kalbi Büyüyen Adam öyküsünde az önce bahsettiğim ‘ıskalama’ durumu tersyüz oluyor. Bu kez ıskalanan, Kalbi Büyüyen Adam’ın ta kendisi. Kimsenin acı çekmemesi için bütün acıları çekmeye razı olan bu adamı kimse anlayamıyor. Gündelik hayatın ‘karnavallığı’ içinde bu adamın – handiyse – romantik duruşuna yer yok. Evet, yüreği acıtan bir yanı olduğu doğru; fakat umut veren bir yanı da var. Her ne kadar Kalbi Büyüyen Adam’ın heykelini dikmek kimsenin aklına gelmese de heykelinin dikilmesinden çok daha etkili bir şey oluyor ve bu kez kahramanımız o küçük kızın yüreğinde büyümeye başlıyor. Sevgiden korkmuyoruz, hatta aksine herkesin tek derdi daha çok, hep daha çok sevilmek; fakat bitmek bilmeyen acımasızlığımızla, vahşiliğimizle, iktidar sevdamızla, umursamazlığımızla ve bencilliğimizle sevgiyi korkutup kaçıran yine biz oluyoruz.

S.T. Gelecekte kurguladığın, toplum kurallarına uyum sağlamaya çalışan bireyin sıkışmışlığını, kanıksamışlığını, sorgulamaya başlamasını ve başkaldırısını okuduğumuz HAYDA adlı öykün en uzun öykülerinden biri. Öyküden romana bir geçiş mi bekliyor bizi?

K.I Neredeyse okumaya başladığım günden bu yana bilimkurgu en sevdiğim türlerden biri olmuştur. Gelecekte geçen metinlerin bana çok daha geniş bir özgürlük alanı sağladığını düşünüyorum. Tabii ‘bilimkurgu’ kelimesini ilk duyuşta anladığımız anlamda, bilimsel bir temele dayanan metinler için kullanmıyorum; kaldı ki bu kullanılış biçiminin de çok doğru olmadığını düşünüyorum. Bilimkurgu meselesine değinmemin nedeni aklımda – daha ziyade – Atwood, Mieville, Le Guin gibi yazarların metinleriyle dirsek temasında olan bir roman fikrinin dönüp dolaşıyor olması. Ancak bu roman tasarısından önce, halihazırda üzerinde düşündüğüm ve notlarını almaya başladığım bir novella araya girecek gibi görünüyor. Ancak öyküden kopmamın mümkün olmadığını belirtmeme gerek yok sanırım…

S.T. Dil oyunlarını, kelimelerle oynamayı, bildiğimiz kelimelere bambaşka anlamlar seviyorsun; HAYDA, AVM, SANKİ, SERÇE, MİT, ROMAN vs. gibi bildiğimiz kelimelerin senin kaleminde farklı kurgulandığını görüyoruz. Tasarlarken, öykümü bu kelimeleri doğuruyor, kelimelerden mi öykü doğuyor?

K.I Her ikisi de… Bazen böyle ‘buluntular’ bir öykü fikrine dönüşüyor, bazense bir öykü yazılırken yeni yeni kısaltmalara gerek olabiliyor.

S.T. Genellikle öykülerin gelecekte geçiyor. Distopik ögelerin ağırlıklı olduğu öyküler. Tasarlanmış bu gelecekten ne kadar uzaktayız sence?

K.I Az önce de belirttiğim gibi, bilimkurgu, ‘güncelin’ anlatısı bağlamında göz ardı edilemeyecek olanaklar sunuyor. Burada asıl önemli olan, tasarlanan gelecekten ne kadar uzak olduğumuzdan ziyade, içinde yaşadığımız gerçekliğin bilimkurgunun sağladığı bu olanaklardan faydalanarak ne denli başarılı bir şekilde kâğıda dökülebildiği. Zira bilimkurgunun bana hitap eden yanlarından biri de güncelle arasındaki bu sıkı bağ aslında. Uzun sözün kısası, bu tasarlanmış gelecekten uzak değiliz; aksine bir yanıyla tam da içinde yaşıyoruz…

S.T. "Kılçıksız Sanat" adlı öykünde, beş yıl sonra yeniden bir kitap yayımlamaya çalışan, gelinen noktanın vahametiyle karşı karşıya kalan bir yazarın başından geçenleri okuyoruz. Ciddi bir sansür eleştirisi. İçinde bulunduğumuz bu süreçte yazarken sen de oto sansür uyguluyor musun?

K.I Kesinlikle öyle bir durum yok. Aksine, zihnimi kurcalayıp duran dertleri, anlatmak istediğim hikayeyi daha dikkat çekici, çarpıcı ve akılda kalıcı detaylarla aktarmaya gayret ediyorum.

S.T. Bireyin gözünden toplumsal düzen eleştirisi ve uyarı niteliğinde bir kitap bekliyor okurlarını. Son olarak, yazarın yazdıklarında bir meselesi olmak zorunda mıdır diye sormak istiyorum.

K.I Böyle bir ‘zorunda’ olma hali vardır diyemeyiz. Fakat yaşamla, içinde bulunduğumuz dünya düzeniyle, kendisiyle, kelimelerle ya da sadece aktarmak istediği hikâyeyle derdi olan yazarların metinlerini daha sahici buluyorum. Ayrıca – en azından kurgusal metin yazanların – ortak bir derdi de vardır diyebiliriz: anlatmak istedikleri hikayeyi en iyi şekilde anlatma çabası… 


0 yorum:

Yorum Gönder