Eğer 18. yy.ın ikinci yarısı, klasisizmin mükemmelliyetçiği ile gotikin dekadanının çarpıştığı bir ringse, Beckford’un Vathek’i gotikin aparkatıdır. Yalnızca 18. yy. değil, edebiyat tarihine yerleşmiş birçok dönem için ringin gongunu çalan bir “arayış motifi” söz konusudur. Ölümsüzlüğü arayan kral Gılgamış’ın anonim yaratıcısından, Don Quijote’nin düşçülüğü ile Sancho Panza’nın gerçekçiliğini çarpıştırarak, değerli olanı arayan Cervantes’e dek birçok yazarın kullandığı arayış motifi, edebiyatta özgünlüğü ortaya koymanın en güçlü silahlarından biri olmuştur. “Ötesini aramak” ise dekadan yazınının, gelenekselleşmiş edebiyata geçirdiği sol kroşesidir. Edebiyat tarihinde Goethe’nin Faust’u ile doruğa çıkarılsa da, Mefistofeles’e yüz çevrilen ikinci ciltle birlikte Hıristiyan ahlakına kurban edilmiş olan “öteyi arama kroşesi” için gereken gerçek gard, dekadan akımının efsanevi yazarı Huysmans’ın Tersine’si gelip de ortalığı kavuruncaya dek yalnızca Beckford’un Vathek’inde vücut bulabilmiştir.
Birinci Raunt
Abbasi soyundan gelme dokuzuncu halife olarak tanınır Vathek. Genç yaşta tahta geçmesiyle tebaasında Vathek tarafından mutlu yönetilecekleri izlenimini uyandırmıştır. Bu genç halife bize, klasik bir Dr. Faustus yorumu olarak öteyi arama motifinin güzel bir örneğini vermektedir. Kendi sarayını yetersiz bulup, tüm duyularını en yüksek noktada tatmin edebilmek adına Beş Duyu Sarayı’nı inşa ettirir. Bunun dışında tüm sarayları tebaalarına açarak, onların beğenisiyle de beslenen hükümdar, sanki cömertliği ile Machiavelli’nin Prens’inde eleştirilen “aşırı cömert prens” tipine ve kendini, ona tebaalarının yüklediği anlamla değerlendirdiği için de Farabi’nin İdeal Devlet’inde eleştirilen “yanılan hükümdar” tipine göz kırpmakta gibidir. Bunlarla da yetinmeyen Vathek, göklerin sırrına ve imkânsızın bilgisine erişmek adına Babil Kulesi benzeri bir kule yaptırır. Ne yazık ki bu kule onun arayışını sonlandıramayacaktır, çünkü kulenin inşası bittiğinde onun en üst katına çıkan Vathek, gökyüzündeki yıldızların hâlâ topraktan bakıldığındaki kadar uzakta olduklarına tanık olacak ve kendi küçüklüğü altında ezilecektir. Eseri yalnızca bu kısma kadar değerlendirecek olsaydık eğer, Vathek’i Ortaçağ teolojisinin klasik vurgusu olan, “Tanrı Aklı’nın insan aklından büyük oluşunu fark ederek aydınlanan insan” fikri üzerinden okuyabilirdik elbet; fakat bu okuma tipi bizi, kaçınılmaz olarak, tıpkı Ortaçağ filozoflarının yaptığı gibi tanrının sonsuzluğuna karışan insanın keşfiyle sonlanan bir anlayışa götürebilirdi. Öte yandan Vathek’i gotik edebiyatın aparkatı yapan özellik de tam burada ortaya çıkıp, sonsuzluk ya da benzeri mükemmellik anlayışlarını doğuran akıl çağını yarma gücünü içinde barındıran bir dekadanı varediyor olmasındandır. Dekadan, tanrısal mükemmelliğin ve sonsuzluğun önüne, onu kıracak Deccal’ini çıkarmaktır ve bunu tıpkı yenik düşer gibi görünen bir boksörün, beklenmeyen anda yükselip de rakibini devirecek darbeyi indirdiğindeki gibi gafil avlayarak yapmaktadır.
İkinci Raunt
Dizginlenmeyen bir “öteyi arama” durumundan bahsediyorsak eğer, bu durum aynı zamanda yeterli olanın, kabul edilmiş olanın, kutsal sayılanın veya idealin de ötesine adım atmayı gerektirir. Vathek’in aşamadığı sınırın ötesine adımı, onun Gavur’la tanışması ile başlayan olaylar silsilesinin sonunda gerçekleşecektir. Vathek’in kulesi, ona imkânsızın bilgisine ulaşma konusunda derman olamamıştır. Bu noktada artık umutları tükenmiş, hiçbir şeyden zevk alamaz olmuştur; çünkü o, olanla yetinmekte ve inşa ettiği kulesiyle bile yaklaşamadığı göklerin sonsuzluğu altında ezilmektedir. Beckford’un burada kastedilen sürekliliği bozan darbesi, Vathek’in karşısına çıkardığı Gavur’dur. Gavur’un sahneye girmesi, tam anlamıyla dışarıda olanın, hiçbir beklentiyi karşılamayanın, diğer bir deyişle “aranılan öte”den gelme bir varlığın, aniden beklentiler ve inançlar dünyasının sürekliliğine dahil edilmesidir. Diğer bir deyişle o, Deccal’dir, çünkü yalnızca Deccal gerçek anlamda “ötede olma” niteliğine sahiptir.
Nakavt
Beckford’un dekadanı ise ötede olan Deccal ve içeride olan kitleyi karşılaştırdığında ortaya çıkar. Gavur, başta Vathek’in hoşuna gitse de, gerçek anlamda ötede olduğu için tümüyle günah’ı temsil eden varlığı dolayısıyla Vathek tarafından tekmelenir. Bunun üzerine, hükümdarlarını taklit eden tebaalar da Gavur’u tekmelemeye başlayacak ve onu, sanki bir topmuş gibi sürmeye koyulacaklardır. Bu günah topuna vuran herkes onu nefretle tekmeler, fakat nefreti eyleme dökmek için, nefret edilenin peşine düşmek, onu fark etmek, onu tanımak ve ona ulaştığında onunla temasa geçmek gerekir. Gavur, günahın çizdiği alandır, fakat bu alan sabit değildir, çünkü ondan nefret edenlerin tekmeleriyle hareketlendirilir. Günah’a tekme atmak için kişi, kaçınılmaz olarak onun sınırına girmiş, hatta onun gelecekteki yeni sınırına yön vermiş, onun yeni menzilini belirlemiş olur. Günahın tekmelenmesi için bile onun tanınması gerekir, çünkü tekmelemek için gereken nefret, yalnızca bir tanıma ilişkisi sonucunda doğabilir. Diğer bir deyişle nefret edilene tekme atmak, onu kabul etmek, onun sabit olmayan doğasının peşinde, ona doğru sürüklenmek demektir.
Beckford’un çizdiği bu tabloda, ötede olanı ya da diğer bir deyişle günah’ı karşısına alan sonsuzluk anlayışının bile günah’ın içinde erimesi, esrik bir halde onun çekimi içinde, ona karşı, fakat ona doğru yönlenmesi söz konusu edilir. Müezzinlerden yatalaklara, hükümdardan sütnineye dek herkes günahın peşine düşmüş bir halde sonsuzluk ve mükemmellik hayallini kaybetmektedir. Öteyi aramak aynı zamanda hem doyum hem de doyumsuzluğa yöneltir, çünkü arayışın başladığı nokta ötede değildir ve ulaşılacak olan nokta da başlanan noktanın kutsalı için bir hakarettir. Gotikin aparkatı olan Vathek’in ortaya çıkarttığı bu tablo, klasisizmin doğasını oluşturan kendine dönük idealizmi nakavtla mağlup ederek, eserin adının edebiyat tarihine kazınmasını sağlamış eşsiz bir örnektir.
VATHEK, William Beckford, (Çev.)Seçil Kıvrak, İletişim Yayınları, 2012.
Güzel bir kitaba benziyor sağolun paylaşım için...
YanıtlaSil