Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları Popüler Japon Edebiyatı’nın çok satan yazarı Haruki Murakami’nin -yayınlandıktan kısa bir süre sonra- diğer kitaplarının da çevirmeni olan Hüseyin Can Erkin tarafından Türkçeye çevrilen son romanıdır. Kitabın adının aksine epey renkli bir yazar Murakami; Aklınıza gelebilecek neredeyse her filozoftan, yazardan alıntılar ya da bu kişilere ve bağlantılı okullara, ekollere (bilhassa varoluşçuluk) göndermeler bulmak mümkün kitapta. Bunun dışında kişisel gelişim, popüler psikoloji, mistisizm gibi bayat damarlar kitabın omurgasını teşkil etmekte. Bir de caz müziğine ve Avrupa Akademik Müziğine epeyce düşkün yazarımız –kitaba adını veren “Hac Yılları (Années de Pèlerinage)” Romantik Dönem besteci ve piyanistlerinden Liszt’in aynı isimli eserinden mülhemdir ve bu eserin bir bölümü olan “Sıla Özlemi (Le mal du pays)” roman boyunca bize sık sık eşlik eder.
Kolaycı Popüler Temalar
Romanı iki ana bölümde incelemek mümkün. Birinci bölümde fazlaca ‘varoluşçu’ unsurlar taşıyan -bu nedenle ısrarla Kafka ile benzeştirilen- bir yazarla karşı karşıyayızdır. Romana Tsukuru’nun intiharı düşünmesi ve bunun sebebi ile başlıyoruz. İnsanın dünyaya fırlatılıp atılmış olması misali dört yakın arkadaşı tarafından ansızın, hiçbir açıklama yapılmadan arkadaş grubundan dışlanmış ve koskoca bir kentte bir başına -büyük kentlerin yalnız insanları popüler edebiyatın olmazsa olmazlarından sonuçta-, kimsesiz, terkedilmiş öylece kalakalmıştır. Bu hikayeyi birçok ‘ezoterik’ düşünürün eserlerinde bulmak mümkün (Akla hemen son dönem popüler kültürünün kendine malzeme etmekten çekinmediği bir diğer “kurban” Mevlana’nın Mesnevi’sinin girişindeki ney hikayesi gelebilir.). İnsan bu dünyaya fırlatılıp atılmıştır ve buna dair yapabilecek pek fazla bir şey yoktur. Bu saatten sonra yapılabilecek tek şey edimlerimizle özümüzü inşa etmektir. Esas olarak duyumsadığımız şey sürgün hissidir ve “sıla özlemi” çekeriz. Tam da bu noktada Liszt’in eseri ile birlikte romana adını veren renk meselesini açar Murakami. Bu dört arkadaşın herbiri isimlerinde bir renk sıfatı taşırken Tsukuru’nun isminde herhangi bir renk sıfatı yoktur. Bu durum Tsukuru’nun kafasını fazlasıyla meşgul eden bir meseledir. Hayatına giren herkesin isminde bir renk sıfatı varken Tsukuru’nun isminde neden yoktur? Çok zorlanmadan bu renkleri öz ile bağdaştırıp burada açıkça bir ‘varoluş problemi’nin ifadesini görmek mümkün. Tsukuru’nun arkadaşlarının isimlerindeki renkler kızıl, mavi, ak ve karadır. Dört şeyle kaim olan yaşamın ta kendisi yani. Tsukuru’nun yaşamı elinden alınmıştır.
Romanın ilk bölümündeki apaçık göstergeleri kabaca bunlardan ibaret Murakami’nin. Bunlarla beraber sık sık ‘yaşamın güzelliği’nin ısrarla vurgulanması -bayat damarların sonu gelmiyor bu kitapta-, romanın bütünüyle ya da herhangi bir parçasıyla bir bağ kurulmadan araya sıkıştırılmış ve gotik edebiyata öykünen kısa bir hikaye, Tsukuru’nun hayatına bir anda giren ve aynı biçimde yok olan ve aslında Murakami’nin felsefeye dair bütün bildiklerini ortaya dökmesine yarayan Haida isimli bir karakter -iki sayfa içerisinde Hegel’den Voltaire’e, Kant’tan varoluşçulara, düalizmden Bir’liğe ve mutlak varlığa, herkese ve her konuya dair tumturaklı laflar bulabilirsiniz- ve tabii ki olmazsa olmaz bir aşk hikayesi mevcut.
Dayatılan Güzellik: Yaşam
Yapayalnız kalmasından sonra 16 sene boyunca bu meseleden kimseye bahsedemeyen Tsukuru Tazaki ilk kez bir insana, meftun olduğu Sara’ya açılır. Zaten romanın ikinci bölümünü hazırlayan da budur. Sara ile aralarında geçen ve kaynağını büyük oranda klişe popüler psikoloji söylemlerinden alan alelade diyaloglar bizi romanın ikinci bölümüne hazırlar. Bu bölüm hem okuyucu hem de Tsukuru Tazaki için bir katharsis bölümüdür. İlk bölümdeki, vasatın altında denilebilecek biçimde ortaya konulan, varoluşa dair problemler yerini Freudyen erotik rüyalara ve ilişki anlatımlarına, ‘psikolojik tahlil’lere, “hangi dilde olursa olsun, açıklanması güç meseleler yaşamımızda hep olur” gibi didaktik beylik laflara bırakmıştır. Sara, Tsukuru’yu geçmişiyle yüzleşmeden sağlıklı bir insan olamayacağına ve bu nedenle de ilişkilerinin istenildiği gibi olmayacağına ikna eder. Tsukuru’nun yapması gereken arkadaşlarını bulup konuşarak, neden onunla ilişkilerini öyle birdenbire kestiklerini anlamak ve bu yüzleşme sayesinde arınıp, yeni bir hayata başlamaktır. Bunun için yolculuğa çıkan Tsukuru arkadaşlarını tek tek bulup geçmişiyle yüzleşir. Yüzleştikçe arınır ve aslında ne kadar da ‘renkli’ bir insan olduğunun ayrımına varır. Artık hep birlikte yaşamanın ne kadar gerekli ve güzel olduğunu idrak etmiş, geçmişimizle yüzleşmiş ve popüler olana kurban edilen mistiklerin, filozofların bir türlü basitleştiremedikleri o varoluş merhalelerini katedip arınmış olarak yolumuza devam edebiliriz. Yalnız bu yolculuk esnasında hep aklımızda bulunması gereken bazı şeyleri mutat aralıklarla kendimize ve çevremize hatırlatmakta fayda var.
Hikayesinin arasına bir miktar gerçeküstü öğeler sokuşturdu diye kimse ‘büyülü gerçekçi’ olmaz. Bunun için çok daha fazlası gerekir ve bu başka bir yazının konusudur. Ayrıca her bulduğuna etiket yapıştırmaya çalışma hali tam da popüler olanın arzusunu yerine getirmektedir. Kategorize edilen şey alıcısıyla her daim daha rahat buluşur ve satış için istenilen de budur. Bundan daha da önemlisi, artık iyice popüler olan ve bağlamından koparılmak suretiyle dillere pelesenk olan varoluşçu temaları her gördüğümüz yere, söylemesi kulağa hoş gelen kafkaesk tanımını yapıştırmamak iyi olabilir. Zira Kafka’nın herhangi bir eserinde böyle ucuzu bir kenara, katharsise dair herhangi bir şey bulmak pek de mümkün değildir.
RENKSİZ TSUKURU TAZAKİ’NİN HAC YILLARI, Haruki Murakami, Hüseyin Can Erkin, Doğan Kitap, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder