Arayışın ve Erimenin Romanı (Barışcan DEMİR)

2014’ün başlarında yayıncılık dünyasından çekilen Turkuvaz Kitap’ın mazide bıraktığı birkaç nimetten biri de Kôbô Abe’nin, “eşsiz” sıfatını tümüyle hak eden Kumların Kadını isimli romanıdır. 2008 yılında Hüseyin Can Erkin’in Japonca aslından yaptığı alkışlanası çeviriyle yayımlanmış kitap, çoğu eşsiz romanın kaderinde olduğu gibi, satılmadığından dolayı ikinci baskısını yapamamış ve Turkuvaz Kitap’ın da kapanmasıyla birlikte, telifinin bir başka yayınevi tarafından satın alınmasını beklercesine sahaf raflarına sığınmıştır.

Arayış

Romanın herkesi nitelercesine isimsiz bırakılmış kahramanı, bir üniversitede öğretmenlik yapmaktadır. Çoğu üniversite öğretmeninin sahip olduğu gibi çalış-uyu-dinlen ve yeniden çalış döngüsüyle sıradanlaşmış bir hayatı vardır. Adamın, kendine özgü olarak değerlendirilebilecek tek uğraşı ise, böcek koleksiyonculuğudur. Metnin daha başlarında, gerçek böcek koleksiyoncusunun, estetik anlamda üstün sayılabilecek böceklerle bir işinin olmadığı, asıl amacının yalnızca “yeni bir tür” bulmak olduğu vurgulanır. Koleksiyoncunun “yeni türü” bulma isteğinin ise, bulduğu türe kendi ismini vererek ansiklopedide gerçekleşecek bir ölümsüzlüğü yakalama arzusundan doğmaktadır. Karakterin isimsiz oluşu ile, isim ile ölümsüz olma düşüncesini birleştirmek -Kôbô Abe eserinin ironik doğasının ufak bir örneği.

Yeni türü bulma arzusu ile yaşayan isimsiz karakterimiz tesadüfen bir yeni türle karşılaşır, fakat onu elinden kaçırır. Elden kaçan yeni tür, basit bir şehir parkının kumlarında bulunmuştur. Bunun üzerine adam, “Kum nedir?” sorusuna cevap arayan bir araştırmaya dalacaktır.Yaptığı araştırmaların ardından, kumun, 1/8 milimetrelik sonsuz hareketin kendi olduğu düşüncesini geliştirir. Bir yaşam alanı olarak kum ise, “sonsuz hareketin özgürlük ütopyasıdır”. Adam, sıradan bir yaşamı olan basit bir üniversite öğretmeni olarak “yürümeye gerek kalmayacak özgürlüğün ütopyasında” yaşamaktadır ve yaşamını araştırdığı kum böceğinin ardından vardığı sonuç: tarihin yarattığı “hareketsizlik ütopyasını”, doymaya yüz tutup kendi karşıtına dönüşmek isteyen bir ütopya olarak duyumsamaya başlamasıdır.

Kuma yönelik araştırmasını sonlandırdıktan sonra, yeni türün var olma olasılığının oldukça yüksek olduğu bir mekân olan kumsala doğru bir yolculuğa çıkacaktır. Yolculuğu onu bir köye ulaştırır. Araştırmasına kapılan adam, dönüş için kullanabileceği otobüsün saatinin geçmiş olması sonucunda, köylülerin ona sunduğu “bir geceliğine köyde konaklama teklifini” uygun görür. Kaldığı köy evi dokuz-on metrelik bir kum çukurunun dibindedir; diğer bir deyişle ev, var oluşun tabutudur. Adam, halat merdivenlerle aşağıya indirildiği kum çukurundan asla çıkamayacağını anladığı anda, artık hiç girmemiş olmayı da çoktan geride bıraktığının farkına varacaktır.

Arayışın Sonlanışı

Kum çukurundaki evin tek sakini olgun bir kadındır. Kadın, yani nam-ı diğer “kumların kadını”, on metrelik kum çukurunun dibine inşa edilmiş evine rüzgâr dolayısıyla dolan kumları boşaltmak için didinen ve didinebilmek için dinlenen bir var oluşa; diğer bir deyişle, çalış-uyu-dinlen ve yeniden çalış döngüsünün sıradanlaştırdığı bir hayata sahiptir. Kum çukurundaki kadının yaşamının “işi” erek bilen var oluş döngüsü ile, bir üniversite öğretmeninin “işi” erek bilen var oluş döngüsünü yüzleştirmek. Yüzleştirmeden doğan empati -Kôbô Abe ironisinin bir diğer örneği.
Kum çukurunda yaşayan kadın, bir semboldür: Yalnızca kum temizliği yapmak için yaşamanın sembolü. Sembol aynı zamanda, “yürümeye gerek kalmayacak özgürlük ütopyasının” karşısına konulmuş “hareket ütopyasına” işaret etmektedir. Adam, farkında olmadan aradığı yeni türü bulmuştur aslında:  Yeni tür, kumların kadınıdır; diğer bir deyişle, 1/8 milimetrelik sonsuz hareketin içindeki yaşamdır.

Firar Düşüncesi ve Erime

Romanda arayışın sonlanışı, tutsaklığın farkına varıldığı an olarak işaretlenmiştir. Adam, tutsaklığının farkına vardığı andan itibaren, sürekli firar düşünceleri geliştirecektir. Firar, şu anda bulunan durum olan kum çukuru kültüründen, artık geçmişte bırakılmış “yürümeye gerek kalmayacak özgürlük ütopyasına” yöneliktir. Yeni kültürün içinde gelişen yapısal hapislik hissi, geçmiş kültüre özlem duymaya yöneltecektir. Kôbô Abe’nin işaret ettiği nokta ise, geçmiş kültürün kendinin de, üzeri örtülmüş olsa bile, görülmesi çok da zor olmayan, yapısal anlamda bir diğer hapislik durumundan başka bir şey olmayışıdır.

İsimsiz kahramanımız ne yaparsa yapsın, kum çukurundan çıkmak için verdiği bütün çabaları, kaçınılmaz olarak onu da köylülerden biri haline getirecektir. Buna verilebilecek ilk örnek, adamın köylülerin güvenini kazanmak için çalışmaya başlamasıdır. Çalışmak, var oluşun tabutuna dolan kumları çıkarmaktır. Çalışmaya başladığı anda samimileşecektir adam. Kaçınılmaz olarak anlarız ki, samimileşme, yapısal anlamda nesneleşme düzlemleri için homojenleştirmenin en görünmez silahlarından biridir. Firar için samimileşen kimsenin, samimileşme dolayısıyla firarı unutmasını sağlamak –Kôbô Abe’nin ironik yazımının günümüze vurduğu en büyük darbelerden biri.
Romanın sonlarında, firar düşüncesini hâlâ kafasından çıkarmamış olan isimsiz kahramanımızı kumların kadınıyla birlikte ipe boncuk dizerken gözlemleriz. Mutludur kahramanımız, iyi hissetmektedir, çünkü köylünün para kazanma yöntemi olan boncuk dizme işlemini aylarca devam ettirebilirse, kazandığı parayla bir radyo satın alabilecektir. Radyo alma isteminin nedeni ise, geride bıraktığı yaşamında onun adına bir haberin çıkıp çıkmadığını öğrenmek isteğidir. Firar düşüncesi hala varlığını korumaktadır belki, fakat düşüncenin kendi de, artık içinde yapılanılan kültüre göre şekillenmektedir. Evet, karakter mutludur belki, belki iyi hissetmekte ve tatmin olmaktadır, fakat aynı zamanda kaçınılmaz olanın içinde erimektedir de. Kôbô Abe’nin kitabın sonunda, üzeri kumlarla örtülmüş olsa da, okura sunduğu soru açıktır: “Hangimiz kendimize özgü boncuklarımızı dizerken ve mutlu olurken, erimediğimizi söyleyebliriz?”
KUMLARIN KADINI, Kobo Abe, Hüseyin Can Erkin, Turkuvaz Kitap, 2008.

0 yorum:

Yorum Gönder