Kum Saati (Yalçın HAFÇI)

Neyi savunduğunu bilmek, neye karşı olduğunu bilmekten daha önemlidir. Aynı şekilde neyi kuracağını bilmek, yıkmak istediğinden daha çok önemlidir. Doğru yolu bilmiyorsan, bir yolun yanlış olduğunu bilmek hiçbir şey ifade etmiyor. Tarih bunun olumsuz örnekleriyle doludur. Günümüz de bundan çok farklı değil. Zamanımız, tarih denen yaranın kabuğundan başka bir şey değildir. Tüm bunların kökeninde ise felsefenin bir dogmaya dönmesi ve karşıtına dönüşme kolaycılığı vardır… Elbette, bu ifadelerin hepsi soyut durumlardır. Ancak somutlandığında hissederiz gerçeğin etkisini. Bunun içinse edebiyat biçilmiş bir kaftandır.

Nevzat Güngör’ün yeni romanı “Özgür Ölüler”, bize yeni bir dünya arayanların bu kadim trajedisi anlatıyor işte. Roman ilk başta fantastik bir dünya izlenimi veriyor ama yavaş yavaş bunun bir distopya olduğunu anlıyoruz. Her tarafı sonsuz çöllerle kaplı bir ülkede, kendi içinde katmanlardan oluşan ve Esmerler Sistemi denilen katı bir egemenlik hüküm sürmektedir. İsimsizler olarak isimlendirilen en aşağı sınıf durumundaki çoğulluk ise açlık ve sefalet içinde yaşamaktadır. Ülkenin kutsal kitabı Yıldızların Kanı’na göre, bu ülkeyi çeviren çöller sonsuzdur ve bu ülkeden, bu hayattan başka bir hayat yoktur.  Ama bir şekilde o ülkeye başka bir dünyadan gelmiş olan Demirci adlı biri, yeşil bir ülkeden bahseder onlara. Sonsuz bilinen çöllerin ötesindeki harikalar diyardır burası. Önce kimse inanmaz ona, lakin iktidar ciddiye alır onu ve gözlem altında tutmaya başlar. Sonunda imkânsız gibi görünmesine karşın işler yolunda gider ve iç çelişkilerden de yararlanan parya konumundaki İsimsizler isyan ederler. Ardından da Demirci’den aldıkları harita rehberliğinde, o güne kadar sonsuz bilinen çölde bir yolculuğa çıkarlar. Bu isyanın başarısı hususunda asıl sınav da bu uzun yolculuk olacaktır.

Özgürlük Yürüyüşü

Bu noktadan sonra bir dizi soru gelir aklımıza: İsimsizler için özgürlük ne anlama gelecektir, onu nasıl yaratacaklardır, özgürlüğü hiç bilmeyenler onu nasıl ete kemiğe büründüreceklerdir, acaba köleler özgürlüğü efendileri gibi olmak şeklinde mi algılayacaklardır, ya da köleliğin karşıtı özgürlük müdür, bu yürüyüş kölelikten başka bir köleliğe yürüyüş müdür yoksa? Ve daha pek çok soruya yanıt aranacaktır bu uzun yürüyüşte.

Aslında yazar insanlık tarihindeki bütün özgürlük yürüyüşlerinde yaşanan olaylara ve aranan cevaplara ışık tutmaktadır burada. Sonsuz bilinen çölse asırlardır süren mücadelenin alanıdır. Çöl pek çok tehlikeyle doludur, susuzluk, açlık, gündüz kızgın güneş, geceleri fırtına ve fantastik canavarlar filan. Ama bu yolculuğa çıkanların asıl korkması gereken yine kendileridir. Bunu henüz bilmemektedirler.  Coşkulu bir bayram havasıyla başlayan bu özgürlük yürüyüşü her adımda çıkışsız bir labirente dönüşecektir yavaş yavaş ve bazıları aylarca çölde yürüdükten sonra Yeşil Ülke’nin varlığını sorgulamaya başlayacaktır. Yürüyüşün başında doğal bir lider olarak seçilen kişiye muhalefet oluşur zamanla. Buna karşın safları ve inancı sıkı tutma adına otorite ağırlığını koymaya yönelir. Bir şey başka bir şeyi, o da başka bir şeyi tetikleyince kardeşin kardeşi yediği bir dönem başlar. Artık hiç kimse yolculuğa başladığı kişiyle aynı kişi değildir. Yeni bir biçimde eskinin egemenlik anlayışı, hatta dini bile farklı bir şekilde ortaya çıkar. Sayfalar boyunca süren bu çöl yolculuğunda, günler, olaylar, sözler, hatta yürüyüp geçildi sanılan yerler bile birbirini tekrar etmeye başlar. Romanın objektif anlatıcısı konumundaki Jiha halkı olarak bir yerlere gerçekten gidip gitmedikleri konusunda şüphe duymaya başlar ve lider konumundaki eski arkadaşının nasıl da başkalaştığını gözlemlemeye koyulur. Kendini tekrar edip duran karanlık ve şizofrenik bir yazgı söz konusudur artık. Çöl, bir dolup bir boşalan bir kum saatine döner sanki.  Tıpkı yüzyıllardır insanlığın özgürlük mücadelesinde bir nihayete erişememesi gibi. Yüzlerce insanın çıktığı bu yolculuk, en sonunda yola devam eden kırk kişinin kalmasıyla sonlanır  roman. Bu da akla hemen bizim mistik kültürümüzdeki “kırklara karışmak” deyimini getirmektedir.

Eleştirel Bir Alegori

Nevzat Güngör, bu romanında ayaklanmalar tarihimizin eleştirel bir alegorisini sunmaktadır bize. Bir bakıma devrimci eylemin geçmişten beri üzücü bir biçimde başarısızlığa uğramasını irdeliyor ve otoritenin yerinin değil biçimini değiştirirken otorite paradigmasının tuzağına takılıp kaldığımızı anlatıyor. Muhafız değişikliklerin özgürlük getirmeyeceğini çarpıcı bir kurgu ve kesin bir dille vurguluyor. İktidarı bir kez alaşağı etmekle bir devrimin bitemeyeceğini ve kurumlaşan her özgürlük hareketinin karşıtına dönüşeceğini söylüyor. Hele hele bir özgürlük ve eşitlik hareketinin içinde efendilik kurumunun nasıl da hızla oluşabileceğini ve bunun açık bir biçimde efendi olan sistemlerden daha kötü olabileceğinin uyarısını görüyoruz. Çünkü insanlar kendinden gördüklerine karşı etkin bir mücadele vermezler. Şeklen otorite yıkılsa bile kategorik olarak otorite bertaraf edilmediği sürece her şeyin birbirini tekrar ettiği çöl yolculuğundaki kısır döngüye hapsolacağımızı belirtiyor. İşte tam bu noktada romanın negatif çağrışımlı ismi keskin bir anlama bürünüyor: Özgür Ölüler. Bunu günümüz dünyasındaki mevcut pratikler doğrultusunda düşününce, hem liberal sistemler için hem de sözde sosyalist olan yozlaşmış sistemler için de söyleyebiliriz.

Bilindiği gibi edebiyat ve düşünce alanında bazı ütopyalar ya da distopyalar varolmayan toplum düzenlerini anlatarak yaşadığımız dünya hakkında hem çok kapsayıcı ve doğru bir tasvir yapabilmişler, hem de gelecekteki toplum düzenlerinin ruhunu öngörebilmişlerdir. Örneğin Orwell 1984’le otoritenin insanı nasıl çepeçevre kuşatacağını anlatırken, Huxley ise asıl tehlikenin şartlandırılmış insanın özünde olduğuna dikkat çekmiştir. Bugün yaşadığımız dünya da bu iki tespitin arasında bir yerdedir.  Nevzat Güngör’ün distopyası ise hem otoriteye hem de insanın özündeki hükmetme hastalığına ışık tutarken, her türlü kurumlaşmanın tehlikesine işaret etmektedir.

Sonuç olarak yazar, bilhassa son yüzyılda yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz siyasal, insani ve ahlaki bir trajedi üzerine, oldukça akıcı bir hikâye üzerinden son derece çarpıcı yüzleşmeler yapmaktadır. Çünkü asıl trajedi, trajedimizin ne olduğunu bilmemektir.

ÖZGÜR ÖLÜLER, Nevzat Güngör, Ayrıntı Yayınları, 2014.

0 yorum:

Yorum Gönder