Guantanamo Günlüğü Hakkında (Hatice EROĞLU AKDOĞAN)

Guantanamo tutsaklarından biri olan Mohamedou Ould Slahi’nin –kitapta kısaltılmış olarak MOS-  hapishanede tutmayı başardığı günlüklerinin yayımlanacağı haberi kamuoyunda oldukça heyecan yaratmıştı. Çünkü içinde bulunduğumuz 21.yüzyılda da tekellerin sözcülüğü rolünü sürdüren ABD’nin “terör” bahanesiyle “özgür dünya”sında insanlığa karşı işlediği suçları nasıl bir boyuta taşıdığı merak ediliyordu. Ebu Graib’deki işkence fotoğrafları dışarı yansıdığında daha Guantanamo’da bir hapishane olduğu bile dış dünyada bilinmiyordu. Sonraki yıllarda baştan aşağı turuncu renkli çuvallara konulup ardı ardına zincirlenmiş insan kafilelerinin fotoğraflardaki varlığı Guantanamo’da neler olabileceğinin ipucunu vermiş oldu.  

Guantanamo,  ABD’nin uluslararası boyutta başta Afganistan, Irak olmak üzere değişik ülkelerde gözaltına alıp özel sorgulama timlerinin emrindeki uçaklarla kaçırdığı insanların hapsedildiği bir yer olarak gündeme geldi. Slahi’de kaçırılıp son durak olarak Guantanamo’da tutulanlardan biridir. MOS, ülkesi Moritanya’da elektrik mühendisi olarak çalıştığı 20 Kasım 2001’de çağrılı olduğu polis merkezine kendi aracıyla gider; Gidiş o gidiş… Bundan bir hafta sonra da CIA Slahi’yi Moritanya’dan alır ve hapishane uçağıyla Ürdün’e taşır.  7,5 ay sorgulandıktan sonra bu kez hapishane uçağı onu Ürdün’den alır.  “Elbiseleri çıkarılır, gözleri bağlanır, altına bez bağlanır, zincirlenir ve Afganistan’daki ABD Bagram Askeri Hava Üssü’ne getirilir. Guantanamo Günlüğü’ndeki olaylar bu sahneyle başlar.” Her şey yasadışı ve gizlidir; Moritanya’nın kendi vatandaşını gizlice ABD sorgucularına teslim etmesi, hapishane uçağının Kıbrıs üzerinden Amman’a geçişi vs.  Oysa MOS’un ailesi hiç haberleşemedikleri ama gözaltına alındığı Nuakşot’daki  hapishanede olduğunu düşündükleri oğullarına para bırakıyorlardı. Ta ki MOS’un Almanya’daki kardeşinin, 28 Ekim 2002’de Der Spiegel’de ağabeyinin Guantanamo’da bir tel kafeste oturduğunu okuyuncaya kadar.

Yıllara yayılıp ardı arkası gelmeyen sorgulamaların Slahi açısından geldiği sınır hep “Ben ülkenize karşı hiçbir suç işlemedim ki beni neden tutuyorsunuz?” noktasına dayanırken, sorgucular cephesinde ise “Bak elimizde, seni aklına gelen her şeyle ilişkilendiren raporlar var. Gerçekteyse suçlama için hiçbir şey yok.”, “İşbirliği yapmazsan sen bir deliğe tıkacağız ve adını gözaltı veritabanından sileceğiz” döngüsündeydi.
     
Uzun, Kalın Karanlık Bir Yol

Guantonoma’da bir hapishanenin varlığı açığa çıktığında ABD işkencesinin renginin de alabildiğinde karanlık olduğu anlaşıldı. Slahi’nin günlüğü  karanlığın içinden karanlığı gösterme açısından oldukça çarpıcı. ABD’nin yeni dönemde önceki yüzyılların işkence metotlarına ekledikleri yenilikler(!)  de her şeyi karanlıklaştıran bu tür işkenceler olsa gerek. 1.80 x 2.40 ebatlı hücre ya da tel kafeste ağır tecrit eşliğinde zorla çok yemek yedirip, çok su içirtip tuvalete çıkartmama ya da su içirmeme, yemek vermeme, uyutmama, zamanda kaybetme duygusuna boğma, mekana ilişkin işaretleri yok etme, kadın sorgucu eliyle cinsel taciz ve aşağılama, kliması soğuğa ayarlı odalar  vs. 

Yetmiş gün boyunca uyumanın ne kadar tatlı bir şey olduğunu unuttum: Günde 24 saat, günde üç, bazen dört vardiya halinde sorgu.”
 

“Bir gardiyan bana üç dakikan var ‘ye!’ diye bağırır, sonra yarım dakika geçmeden tabağı çekip alırdı. ‘Bitti’. Sonra bir başka aşırılık: Bir yığın yiyecek getirilir ve bir gardiyan hücreme girip hepsini bitirmem için zorlardı.”
 

“Ne var ki nefes alabilmem için inlemem zorunluydu. Ayaklarım uyuşmuştu; çünkü zincirler el ve ayaklarımda kan dolaşımını kesmişti. Yediğim her tekmeye şükrediyordum; çünkü pozisyonumu ancak böyle değiştirebiliyordum.”

İşkenceciler MOS’a “Seni hemen öldürseydik olmazdı. Seni üç bin kere öldürmeliyiz” de demişler ve 7 yıl süren sorgularla bunu gerçekleştirmişlerdi. 

Üç bin kere öldürmeyi sağlamak için gereken şeylerden birinin de doktor muayenesi olması gerekir. “Doktor bana bir kez daha bir grup ilaç verip kaburgalarımı muayene etti. ‘Hepsi bu orospu çocuğu’ diyerek kapıya yöneldi ve kıçını gösterdi. Bir doktorun böyle davrandığını görünce şok oldum. (…)  İçimden burası ne rezil bir yer, çünkü tek tesellim şu piç Doktor dedim.”

Günlüğün Gün Yüzüne Çıkma Serüveni

Hiçbir suçlama yöneltilmeden 14 yıllık gözaltı ve tutsaklık yaşamında MOS günlüğünü 2005 yılında kaleme alır. Avukatları da 6 yıl süresince günlüklerin açığa çıkarılması için mücadele verir.466 kitap sayfası günlüğün 2600 sözcüğü Guantanamo gibi karanlık altındadır. Günlükleri yayına hazırlayan yazar  Amerikalı Larry Siems eserin karanlık noktalarının ancak MOS’un özgürlüğüne kavuşmasıyla gerçekleşeceğini belirtmektedir.
Kitap 2014 yılında Amerika, İngiltere, Brezilya, Fransa, Almanya başta olmak üzere 21 ülkede eş zamanlı olarak yayımlandı ve yayımlandığı her ülkede çok satanlar listesine girdi.

New York Times karanlıktan karanlığa bakış olarak nitelendirilen Guantanamo Günlüğü için “…karanlık bir başyapıt” yorumunu yaptı. Kuşkusuz bu karanlık tutsaklık ve işkence yöntemlerinin en belirgin yanı Guantanamo gibi bir yerdeki tutsağı ondan daha kötü bir yere sevk etme tehdidiydi. “Bense başıma çuval geçirildiği için kendimi şanslı hissediyordum. Birincisi; etrafımda olup biten bir yığın şeyi görmekten kurtuluyordum. İkincisi gözlerimin bağlı olması bana daha güzel günlerin hayalini kurmamda yardımcı oluyordu.”

MOS, günlüğünün son paragrafına şu cümlelerle başlıyor: “Amerikan halkı ne düşünüyor? Öğrenmek için can atıyorum.”  Slahi Guantanamo’da salıverilme umuduyla yaşarken, bu tarafta günlükleri yayına hazırlayan Larry Siems ise “Bu eserin bütününü okuyabileceğimiz günleri dört gözle bekliyorum”  diyerek kamuoyunun düşüncesine tercüman olmaktadır.
 GUANTANAMO GÜNLÜĞÜ, Mohamedou Ould Slahi, Çev. Alican Çakıroğlu, Belge Yayınları, 2015.

0 yorum:

Yorum Gönder