Acının, Aşkın ve İstanbul’un Romanı! (Burhan Sönmez ile Söyleşi: Doğuş SARPKAYA)

Burhan Sönmez’in Kuzey ve Masumlar’dan sonraki üçüncü romanı İstanbul İstanbul bu hafta yayımlandı. Yoğun anlatımı ve özgün üslubuyla romanın, Burhan Sönmez yazınında önemli bir kavşak noktası olacağa benziyor. “Politikayı anlatır gibi yapıp aşkı anlatan ve insanları anlatır gibi yapıp aslında İstanbul’u anlatan” son romanı üzerine Sönmez’le görüştük.

İşkencehanedeki bir hücrede yolu kesişen dört kişinin öyküsünü anlatıyorsun romanında. Ama işkence betimlemesi yok denecek kadar az. Daha doğrusu, atmosfer, işkenceyi ve acıyı yeterince yansıtmayı başarıyor. Acının pornografisinden kaçmayı nasıl başardın?

Romanın ana mekânı, yani yeraltındaki İstanbul ile yer üstündeki İstanbul zaten acının mekânı gibi dururken, onun iç dilini daha fazla acıya batırmaya gerek yoktu. Acıyı değil, acının nedenlerini ve sonuçta insanda bıraktığı etkileri anlatmak istedim. Öbür türlüsü, yani bir acı gösterisine başvurmak, kolaycılık olurdu.

Felaketin anlatılamazlığı, tanıklık edilemezliği üzerine ciddi bir literatür var. Mesela Agamben, Tanık ve Arşiv’de, Nichanian Edebiyat ve Felaket’te bu konuyu tartışıyorlardı. Bu literatürle birlikte düşündüğünde 12 Eylül sonrası dönemi anlatmanın çetrefilli bir çaba olacağını düşündün mü?

Özel bir zorluğu olduğunu sanmıyorum. Son otuz yıldır bu topraklar, darbesinden kirli savaşına ve şimdi de bölgesel savaşlarına kadar her tür ağır süreçleri yaşadı. Bu koşullarda yazılan her roman, teması, yapısı ve karakter örgüsüyle bir zorluk taşır zaten. Mesele ne anlattığınızdan ziyade nasıl anlatacağınızı bilmekte. İstanbul İstanbul’da ben yeraltını anlatır gibi yapıp yer üstünü anlattım. Politikayı anlatır gibi yapıp aşkı anlattım. Ve insanları anlatır gibi yapıp aslında İstanbul’u anlatmaya çalıştım. Bu bir tercihti, buna çaba harcadım.

İstanbul İstanbul aslında bir şehrin romanı. Ana karakter İstanbul. Kimi zaman daha büyük acıların yanında gündelik acıları gizleyen bir maske, kimi zaman ise insanların düşlerini ve coşkularını hareketlendiren bir masal adası olarak anlatılmış İstanbul. İstanbul’un senin için nerede duruyor?

Herkesin bir İstanbul’u var. Romandaki Küheylan Dayı, İstanbul’u, bir ütopya, bir yitik ada gibi hayal ederken, gelecek dünyaya ve iyiliğe dair düşüncelerini de o kentle birlikte ifade eder. İstanbul’u, bütün dünyanın yansıdığı bir ayna, bütün nehirlerin ulaştığı bir deniz gibi algılar. Her şeyi orada bulmak ya da yitirmek mümkün. Evrenin sınırsızlığı ve kaosu, modern metropole ilham olur. Romandaki İstanbul ile cisimleşen o evrene ait olduğumu düşündüm.

Peki, İstanbul cennet mi cehennem mi?

Bir sokağı cennet, diğer sokağı cehennem. Bir günü cennet, diğer günü cehennem. Onu böyle mi seveceğiz, yoksa bununla yetinmeyip, yarın daha iyi bir İstanbul’a uyanmak için mi çaba göstereceğiz? Ben de bu soruyu sorarım.

İstanbul İstanbul, bir aşk romanı aynı zamanda. Aşk olmadan acıyı veya İstanbul’u anlatmak olanaksız görünüyor sanki?

Roman kahramanları kendilerini sınırda hissederler. Ölüm kadar sınırdadır aşk; bu yüzden aşka yönelir, onu arar ve onun uğruna ölümü göze alırlar.

Dil işçiliği gibi bir kalıba sokmadan, hem dil hem teknik konusunda romanı üzerine düşünen bir yazar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zor tercihlerle karşı karşıya kalmışsın gibi hissettim romanda: Dört anlatıcılı birinci tekil şahıs anlatımı seçmişsin ama bu durum metnin yoğunluğundan feragat etmene sebep olmamış…

Bir zanaatkâr gibi hikâyemize en iyi sureti vermek için çalışırken, elde etmek istediğimiz sonuç da bu. Karmaşıklık içindeki sadelik, kargaşa içindeki düzen.

Okuyucu ile yazar arasında diyalog kuran romanlar yazmayı seviyorsun. Okuyucuya sürprizler hazırlanmış romanda. Metinlerarası göndermeler, birbirine referans veren kaynaklar… Bu tercihinin nedenini anlatır mısın?

Bir şey ancak başka bir şeyle anlam kazanır, duygusuyla yazarım. Bu şeyleri çoğaltmak, elden geldiğince karmaşıklaştırmak, sonra da bir yumağı çözer gibi onları açıp düzeltmek, netleştirmek, hoşuma gider.

Gerçekten de “bir kadının en büyük kötülüğü, daima sizden daha iyi olması” mıdır?

Romandaki Berber Kamo söyler bu sözü. Tahmini bir düşünceyi ifade etmez, kendi yaşamından yola çıkarak kesin bir yargıda bulunur. Berber Kamo’nun hayatına inandığımızda, onun söylediklerine de inanmaya başlarız.

Romandaki Öğrenci Demirtay, gecekondu evinde kalırken iki kitap okur. Biri Dünya Şiiri Antolojisi, diğeri İnce Memed romanıdır. Kitabının yayımlandığı hafta Yaşar Kemal’i yitirdik. Onun anlamı nedir senin edebiyatında?

Edebiyatı ve yaşamıyla, bir kuşağın son temsilcisi ve anlatıcısıydı o. Herkes onu tanıyıp sever, onun sesinde kendisine ait bir söz bulurdu. Sokaktaki insan bu yüzden ona çok inandı. Benim gibi yazarlar da kendi seslerini ararken, Yaşar Kemal en çok inandıklarımızdan biridir.

İSTANBUL İSTANBUL, Burhan Sönmez, İletişim Yayınları, 2015.

0 yorum:

Yorum Gönder