"İnsanın içini karartacak kadar erkek bir dünyada yaşıyoruz Dolores. Kocalar her gün ölür. Hatta şu an sen burada ağlarken, büyük ihtimalle bir tanesi ölüyor bile olabilir."
Film, Dolores Claiborne, 1995
Hepimiz biliyoruz, değil mi? Kadın cinayetlerinin ne kadar arttığını, erkeklerin bıkmadan usanmadan yorulmadan her gün kaç kadını öldürdüğünü, adına devlet denilen kadın düşmanı mekanizmanın hiçbir işe yaramadığını, bırakın kadınları korumayı, yapanın sırtını sıvazladığını, memlekette kadın hareketinin kadınlar daha eşit, daha iyi hayatlar sürsün, özgür olsun diye değil, sadece ve sadece yaşayabilsinler diye uğraştığını… Bunların hepsini biliyoruz.
Biliyor muyuz gerçekten? Sadece öldüğünde haber olan ve baş harflerinden tanıdığımız bu bitmek bilmeyen alfabeyi biliyor muyuz? Daha doğrusu, sadece sonunu bildiğimiz bir hikayeyi gerçekten bilebilir miyiz? Ya da daha da kötüsü, bu alfabeye, cinayetlere, aynı memleketin sakinleri olarak nereden, nasıl bağlanıyoruz? Bunlar sadece o zavallı kurban kadınların ve katil adamların hikayeleri mi? Hadi adamlar gerçekten katil de, peki kadınlar o kadar kurban mı? Emin misiniz?
Bu kitapta, öldürmüş ve pişman, koğuştaki duvarında kocasının fotoğrafını saklarken “Güzel günlerimiz de olmuştu” diyen kadınları, öldürmüş ve asla pişman olmamış, “Suçu ben her zaman ölende bulurum” diyen erkek katilleri, bir de bu cinayetler tarlasında en kıymetlilerini kaybetmişlerin söylediklerini dinleyeceksiniz. Cezaevlerinde ve dışarıda kayıp yakınlarıyla yapılan bu görüşmelerde, bildiğimiz matematiğin kadından erkeğe nasıl değiştiğini, bazen rakamların bile zulmü anlatmakta nasıl da yetersiz kaldığını göreceksiniz.
Gencecik gelin Nigar’ın tam 17 senesinin, haftada en az 3 geceden kocası tarafından ırzına geçilerek, onu bağırta bağırta, zorla ters ilişkiye girmesiyle geçtiğini mesela. Kaç etti? 2652 gece. İki bin altı yüz elli iki gece. O da bu geceler bir defada biterse. Ya da 30 senelik evli bir başka kadının, dayak yemediği bir gün bile olmadığını göreceksiniz, yani ne ediyor, 10950 gün. On bin dokuz yüz elli gün. Öbür tarafın matematiği başka ama, tek bir soru var: “Bunun yatarı kaç?” Tek korku tahmininden fazla yatmak. Azıcık yüksek karar verse bile hakim başta, telaşa mahal yok, daha bunun namusu var, tahrik olmuşluğu var, orospuluğu var. İşte böyle yapıyor hesabını kitabını bilen erkekler, işte böyle iniyor eşini, kaynanasını, baldızını silahla vuran Hamit’in cezası, 84 yıldan 14 yıla. Sadece 14. On dört.
Bu kitabı okuduktan sonra içiniz elvermeyecek kocasını öldürmüş kadınlara katil demeye. Diyemeyeceksiniz, çünkü bu kadınlar katilse, kadınları öldüren erkeklere başka bir sıfat bulunması gerekiyor.
Adamların matematiğinin söylediği başka şeyler de var. Okuduğunuzda görüyorsunuz, kimsenin tek başına hikâyesi değil bu olan bitenler. Kötücül bir erkek dayanışması var etrafta. Fısıltılar var, öğüt verenler, yol yordam gösterenler, “Ben şu kadar yattım, sen de en fazla bu kadara çıkarsın.” diyenler. Öldürmenin bilgisi dolaşıyor ortalarda, ucuz etin hangi markette olduğunu bilmek, bilmiyorsan öğrenmek kadar kolay bir kadını öldürünce başına ‘en çok’ ne geleceğini bilmek. Karısını, kaynanasını, baldızını vururken kurşunu bittiğinde bile yardım etmeye çalışıyor arkadaşları Hamit’e, ama paraları yetişmiyor da yenisini alıp götüremiyorlar. Karısı bu yüzden yaşıyor bugün Hamit’in. Yeri geliyor bir komşu, yeri geliyor bir akraba, yeri geliyor arkadaş oluyor bu fısıldayanlar. Çember genişledikçe genişliyor. Hepimizi içine alıyor.
Belki cinayetten tanımazsınız bu fısıldayanları, bu el verenleri. Ya namustan, ahlaktan, çok affedersiniz orospu olmaktan söz açıldığında? Çekinmeden bir bir anlatıyor erkek katiller; çayın sıcak olması orospuluk, soğuk olması da. Manava gitmek orospuluk, sokağa çıkmak, hele sokağa yalnız çıkmak, daha büyük orospuluk. Balkona çıkmak, evin içindeyken bile görülmek, çalışmak, para kazanmak orospuluk. Kocaya karşı gelmek orospuluk, kocanın ailesiyle iyi geçinmemek orospuluk, çocuk doğurmak istememek, kocanın isteklerini yerine getirmemek hep orospuluk. Orospuluğun, namussuzluğun cezası? Dayak. Tecavüz. İşkence. Ölüm. Adamların eşyası çünkü kadınlar. Nokta. “20 yıl sonra bana boşanmak istediğini söyledi.” diyor, “Var mı öyle ya. Baştan evlenmeyi kabul etmeyecekti.” Bu özgüvenle, erkek katillerden bir tanesi içtenlikle muştuluyor bize: “Kimse kimseyi kandırmasın, cinayetler olacak.”
İşte tam da bu yüzden, bugün bu topraklarda olan biteni tanımlayan şey, yazarın da söylediği gibi, cins kırımıdır. Kitaptaki anlatılara bakıldığında kadınların niye şiddete başvurduğuna değil de, niye bu kadar az şiddete başvurduğuna şaşırıyor asıl insan. Ve anlıyor, bugün kadınların en büyük isyanı, kadınların en büyük direnişi yaşamak, hayatta kalmaktır. Kimse kadınları bu cinayet tarlalarında kurban diye görmesin. Kitaptaki her örnek bıkmadan aynı şeyi söylüyor, hiçbir kadın aniden öldürülmüyor. “Gözüm döndü öldürdüm!” diyene inanmayın. Adamlar ısrarla söylüyorlar “Seni öldüreceğim.” Günlerce, aylarca söylüyorlar. Tehdit ediyorlar, işkence ediyorlar. Bütün bu süre zarfında kadınlar hep uğraşıyor, bu adamlardan kurtulabilmek, gidebilmek, ayrılabilmek için uğraşıyor. Bu bataktan çıkmak için. Hem de herkes onu paçasından yakalamış aşağı çekerken. İşte kimsenin onlara yardım etmediği, kadın düşmanı devletin onları korumadığı bu zaman diliminde canlarını dişlerine takıp uğraşıyorlar. Ölmemek için. Ölmemek için. Nadiren kendi ailelerinin desteğini alarak ama hep çocuklarını tekrar görememe tehdidiyle. Terk etmeye çalıştığı adamın yanında yeniden işe girmeye bile razı oluyor ölmeden Gönül, ablasına diyor ki “Adamın gözünün önünde olursam belki sakinleşir, bırakır yakamı”. Bunlar mecburiyet seçenekleri. Ama işe yaramıyor.
Bir sessiz alfabenin, kartopu gibi büyüyen rakamların ötesini görmek, bilmek ister misiniz? Kocalarını öldürmüş kadınlar kendilerini niye cezaevinde en nihayetinde “özgür ve emniyette” hissediyorlar? Kadın cinayetlerini adi suç değil politik kılan o çember nasıl, bize nasıl değiyor, ve belki en önemlisi bu çemberi nasıl kıracağız? Ölü Kadınlar Memleketi’nde kadınlar, katiller ve kalanlar anlatıyor.
**
ÖLÜ KADINLAR MEMLEKETİ, Burçe Bahadır, Ayizi Kitap, İstanbul, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder