Zamanın Eli (Kübra YÜZÜNCÜYIL)

Aylardan Temmuz, ablamın randevusu var. Doğurmak için randevulaşmış doktorla. Şu saatte alacak beni, şu saatte yanınıza gelmiş olurum diye konuşuyor. Karnına dokunuyorum, avcumun sıcaklığıyla uyanıyor cuncacık. Çok uzun bir yoldan gelecek diyorum, çok uzun bir yol varmış gibi elimin altında.

Hastane sabahı anneannem geliyor Nallıhan’dan. Nerde bizim sakız patlağı diyor. Hani gelmedi mi daha? O sırada hemşire giriyor içeri. Vakit geldi diyor, götürelim hastayı.

Hastayı? Babamı da beyin ameliyatından önce böyle götürmüşlerdi. Sonra o toprak oldu, ben toprağın kızı. Gülümsüyorum, öpüyorum ablamı ama ne mene.

Doğum, ölümün maymun ikizi.

Hele biz de gelelim kapıya kadar, varalım önüne bekleyelim kızımızı. Yok diyor hemşire, fazla kalabalığa gerek yok.

Bekleyiş. Pencereden süzülen ışıklar oynaşıyor hastane odasında; ayakta bekleyenlerin gölgesine sızıp volta atanların acelesine bürünüyor, yerden tavana zıplayıp gözbebeğine düşüyor anneannemin, keskin bir yeşili açmakla uğraşıyor orada.

Ne oldu? diyorum, yanaklarından öperek. Ne bu surat Melahat Hanım? Anlatmaya başlıyor Üzüldüm kızım üzülmem mi. Eskiden ebeler vardı bizim köyde. Valla tüm kadınlar biz hep birlik olurduk. Biri dizine oturtunca diğeri önüne geçer, ıkındın sıkıldın deyivermeden geliverirdi çocuk. Ben mesela senin ananı öylece donuma doğurduydum. Sonunu aldılar, yıkadılar mis gibi kucağıma verdiler ananı. Kalabalık yapmayınmış, bizim zamanımızda böyle değildi… İçini döktükçe altın küpeleri sallanıyor, yuvarlanıyor ışık oyunları kulaklarında.

Aniden hatırlıyorum kitabı. Bir fısıltı gibi dolanıyor aklımda :‘Elleri Tılsımlı’.

Mağdurun sesini iletebildiği her monografi modern bilgi kavramını derinden sarsar. “Elleri Tılsımlı” işte tam da bu noktadan hareketle,  kadın tarihi ve toplumsal cinsiyet çalışmalarının görmezden geldiği bir noktayı deşiyor. Modernleşme yasalarıyla özne konumundan itilip marjinalleşen, dahası bu hakim kodu içselleştiren, içselleştirdiği ölçüde de kendini konuşmaya ve dinlenmeye layık görmeyen ebelerin sesine kulak veriyor.

Bir genelleme olarak ebelerin sohbete giriş cümlesi: ‘Ne bileyim ben kızım, ne anlatayım.’
Ebelerin tarih sahnesinde değişen kültürel temsillerini, toplumsal imajlarını ve onları yaşlı şifacılardan pis acuzelere dönüştüren simgesel şiddet mekanizmalarını ortaya çıkarıyor Gökçen Beyinli. Konuşamayanı konuşturmayı bir tür akademik hırs ve nostalji meselesi haline getirmeyen ve bulgularından abartılı folklorik anlamlar çıkarmayan bu inceleme, Türkiye’de modernleşme tartışmaları için kuşkusuz yeni bir ses.

Yazar, Ayizi Yayınları’ndan çıkan kitabını birbiriyle dirsek teması haline olan iki ana bölüm üzerinden kuruyor. İlk bölümde 1842 Türkiye’sinden günümüze doğumun medikalleşme sürecini anlatırken, modern tıp sözlüğünün erkek egemen kodlarını çözüyor. Kadının doğumla temas etme biçiminin modern nüfus politikalarıyla birlikte neye evrildiğini, başka bir deyişle, Türk ulusunun askeri, politik ve ekonomik gücünü arttıracak bir araç haline nasıl geldiğini açıklıyor.

“Sırt üstü yatar doğum pozisyonu, doğum alanında erkek egemenliğin yaygınlaşmasıyla yakından ilişkilidir çünkü bu pozisyonda doğuran kadın ve doğurtan kişi arasında bir hiyerarşi oluşur. Doğuran kadın eskiden doğuma kadarki sancılı süreçte hareket ederken, pasif olarak yatakta sırtüstü yatan ve doğurtan kişinin talimatlarına uyması gereken, yardıma muhtaç bir ‘hasta’ya dönüşmüştür.”

İkinci bölüme geçtiğimizde sorgulanan temel mesele kadının bir ebe olarak kamusal alandaki kimlik inşa süreci oluyor. Doğum, tıbbi tahakküm altına girmeden önce ülkemizde kimler, neden ve nasıl ebe olmuştu diye soruyor bu kez Beyinli. Ebelerin kendi meslek bilgilerini ‘el vererek’ kuşaklar arası aktarması ve bu yolla sıkı bir kadın dayanışması oluşturmasına, bu dayanışmanın kadınların toplumsal görünürlüğünü arttırmada oynadığı roller gibi tartışmalara yer verdiği bu bölümde unutulmaya yüz tutmuş özgün bir kültürel belleği canlandırıyor.

Odadaki sessizliği katlayan pembe kıyısıyla parmaklarının, birbirine yaslanmış ince tırnakları ve köpüklü şeffaf ağzıyla küçücük bir kız getiriyorlar içeri. Annesi gözlerini açtığında buraya getirirler, doğru emzirme pozisyonlarını göstermek için tekrar geleceğim diyor hemşire. Maşallah pek güzel bir bebek, Allah bağışlasın.

Öne doğru uzatıyor dudaklarını, bir taşımlık süt kendini çoğaltacak kaynağı arıyor. Gözlerini açıyor, bir kedi esniyor güneşe doğru. Zamanın eli değecek sana diyor Melahat Hanım, korkma emi. Küçük ışıklar ince tüylerinden öteye geçiyor, başlıyor dönmeye dünya.

0 yorum:

Yorum Gönder