“Arap Baharı” olarak adlandırılan ve 2010 sonrasında Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi’nde önemli toplumsal dönüşümlerin başlangıcını oluşturan eylemler zinciri hakkında farklı yaklaşımlardan çok sayıda yazı kaleme alındı. Tunus ve Mısır’daki ayaklanmalar ile başlayan sürecin ilerleyen aşamalarında sanırız ki bölgedeki –sonradan “devrik” ön ekini alacak olan- liderler ve çevreleri haricinde herkes olumlu ve destekleyici görüşlere sahipti. Örneğin “Batı”da Bahar (özelde Tahrir Meydanı) hem devlet görevlilerinin söylemlerinde hem de kitlelerin eylemlerinde coşkuyla karşılanmış, hatta Avrupa ve ABD’de sistem karşıtı gösterilere ilham kaynağı olmuş ya da en azından bu gösterilerin selamını almıştı.
Bahsi geçen coşkuyu kuramsal alana taşıma çabasının somutlaştığı bir eserin, Arap Baharı: Postkolonyalizmin Sonu’nun yazarı Hamid Dabaşi, Arap Baharı’nın Batı ve postkolonyal siyaset tarzını yıktığını, hatta ona dayalı devrim düşüncesinin de dönüştürüldüğünü ileri sürüyor. Düşünür, kitabı “Arap Baharı’nın sarsıcı açımlanmasına bütünüyle kaptırmışken” yazdığını belirtiyor ve ekliyor: “Bir devrimin açımlanmasını izlemek bir çocuğun doğumuna tanık olmaya benziyor.” (319)
“Bilgi rejimi”nin yıkılışı
Dabaşi, Arap Baharı’nın siyasi anlamdaki dönüştürücü etkisi kadar sistematik bilgi üretimi anlamında da çok önemli bir değişime yol açtığını ve eski “bilgi rejimi (regime du savoir)”ni yıktığını iddia ediyor. Yazarın sözleriyle, “[b]u devrimler Batı’yı taklit eden bir siyasetten doğmuyor. Batının bir adım ötesine geçiyor. Bu bakımdan söz konusu devrimler, kavramsal olarak dünya çapındaki regime du savoir için olduğu kadar mevcut siyasal düzen için de rahatsızlık verici.” (15)
Düşünür için, tam da bu nedenle bizlere düşen Arap Baharı’nın açtığı yolu iyi değerlendirip buna dayalı yeni kavramların ve düşünce sisteminin oluşması yolunda çaba sarfetmek. Zira, “[a]yaklanmaları özenle irdeleme ve kendi bilgisini yaratmasını sağlama ödevi, devrimlerin kendisi kadar elzem bir iş.” (325) Bildiğimiz her şeyi unutturan bir hareket karşısında Dabaşi’nin gerçekleştirmeye çalıştığı şey bu yolda bir ilk girişimde bulunmak şeklinde görülebilir. Ancak bu girişim daha çok yeni durumun açıklanması, analiz edilmesi ve yeni devrimci sürecin bütünleştirici unsuru olması için gerçekleştirilecek çalışmalara bir çağrı şeklinde kurgulanmış gibi görünüyor.
“Bize miras kalan bilgi üretim rejimi”nin yıkılmasının zaman alacağını, ama Arap Baharı’nın olmuş bitmiş bir devrimden farklı olarak “kendi öncü fikirlerini, kavramlarını, eğretilemelerini ve mecazlarını doğuracak” (328) bir şekilde açımlanmaya devam eden “ucu açık” bir devrim olduğunu ve bize bu imkanı sağladığını düşünüyor.
Devrimin “ucu açık” niteliği
Yazara göre, “Arap dünyasında cereyan eden devrimler için, iktidarın kapısını çalmak ama tiranların kapısından içeri dalmamak mecazı düşünülebilecek en iyi mecazlardan biri olsa gerek.” (145) Bir başka deyişle “devrimler” eskisinin yerine geçecek yeni bir iktidar kurmaktansa alışılagelmiş siyaset kalıplarına bir karşı çıkışı tercih ediyor. İktidar karşısında kamusal olanın savunusu şeklinde beliriyor ve böylece tamamlanmamış olarak, ucu açık şekilde kalıyor. Bundan sonraki her iktidar “devrimler”in oluşturduğu söz konusu yeni durumu göz önünde bulundurmak mecburiyetinde…
Arap Baharı’nı oluşturan “devrimler”in Batılı güçler ile çatışmalı gibi görünse de onlarla aynı tarafta olan karşı-devrimci güçler tarafından çalınma çabalarının da farkında olan Dabaşi, karşı devrimcilerin bunu başaramayacaklarına olan inancını vurguluyor. “Devrimler”in ucu açık niteliği, onların geçmiş siyasi kalıpların ve ideolojilerin sonunu getirerek bilgi rejimini yıkmalarından dolayı geçmişe dönüş imkanını da ortadan kaldırıyor. Artık devrimin açımlanma sürecine şahitlik etmeye başlıyoruz. Yeni kavramlar, yeni siyaset tarzlarıyla… Düşünürün sözleriyle: “Arap Baharı, menzile varmak değil, beraat etmek demek... Postkolonyalizmin sonu olmasından kastım da bu: Arap Baharı bir ideolojiler dizisinin nihai olarak tamamına ermesi değil, tüm ideolojilerin tükenmesi, tümünden nihai olarak kurtulunması...” (338)
“Hareketin Kendisine Sevdalanmak”
Türkiye’de de Arap Baharı sürecinde ve hatta sonrasında Dabaşi’nin yaklaşımına benzer tutumlarla karşılaştık. Çoğunlukla bu tutum kendini “hareketin kendisine sevdalanmak” şeklinde açığa vurdu. Bir başka deyişle önemli olan “iktidara karşı” bir hareketin olmasıydı; yönü, yönelimi, etkileri ikinci plandaydı. Dabaşi kadar ileri gidip devrim olmayan bir şeye devrim diyebilmek için kavramın kendisini değiştirme noktasına (28) varıp varmadıklarını bilmiyoruz ancak anılan tutum da nesnel koşulların ve toplumsal ilişkilerin gerçekliğine ulaşacak bilimsel üretimden gittikçe uzaklaştı.
Arap Baharı dâhil olmak üzere mevcut koşullara karşı çıkışın, farklı bir ifadeyle “reaksiyoner tavır”ın önemi yadsınamaz. Arap Baharı birçok yönden Haziran Direnişi’nden çok farklı etkiler doğurmuş olsa da ikisi de bize dünyayı değiştirme yolunda karşı-hegemonyanın kurulma olanaklarını hatırlattı. Bununla birlikte Arap Baharı, Haziran’dan farklı olarak mevcut iktidarın yönetimden kovulması sürecine öncülük etti. Ancak bu sürecin etkileri bakımından belki de en önemli nokta, yeni bir ülke/dünya için gerekli güçten ve hegemonik konumdan mahrum bir sınıf hareketinin yokluğunda, reaksiyoner hareketin iktidar talebi ve onu ele geçirecek gücü de yoksa amaçlanandan çok farklı etkiler doğurabileceğini gözler önüne sermesidir. Görünüşteki nedenler kadar sonuçlar ve etkilerin de açıklanması sosyal bilimlerin asli görevidir. Böylece görünenin arkasındaki farklı nedenler de ortaya çıkabilecektir. Gerçekliği Dabaşi’nin yaptığı gibi olmasını arzu ettiğimiz şekilde göstermek nedenler ve etkilerin gizlenmesine yol açacaktır. Bunun yerine olguları bilimsel inceleme çerçevesinde ele alarak içerisindeki olanakları ve müdahale biçimlerini tartışmak gerekir.
ARAP BAHARI: POSTKOLONYALİZMİN SONU, Hamid Dabaşi, Çev.: Aslı T. Esen, Sümer, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder