Türkiye’de entelektüel alan, ister üretim ister tüketim parametrelerine bakılsın, genel kanaatin aksine giderek canlanıyor ve “kitap”, “okuma”, “yazma” gibi sembolik ürünler ve pratikler gün geçtikçe kitleselleşiyor. Kitlenin kültürlendiği bu ahval içinde kitap dünyasında da belirgin bir canlılık göze çarpıyor. Yeni yayınevlerinin kurulması ve eski yayınevlerinin kendilerini güncellemeleri de bu canlanmaya işaret ediyor. Üstelik eskiden olduğu gibi kitaplar sadece yabancı dil bilen azınlığın erişiminde kalmıyor, yabancı dillerde yazılmış eserler çok kısa sürede Türkçeye kazandırılıyor, çeviri eserlerin sayısı artıyor. Nitekim klasikleşmiş ya da son dönemde öne çıkmış sosyal bilim metinlerini Türkçe okuyabilmek artık eskisinden kolay. Bunun son örneklerinden biri de Phoneix Yayınevi tarafından yayımlanan İlişkisel Sosyoloji: Ontolojik ve Teorik Yönelimler (2015). Christopher Powell ile François Dépeltau'nun derledikleri bu önemli kitabın –Güney Çeğin ve Ali Esgin’in takdimiyle– Türkçeye kazandırılmış olması olumlu bir gelişme. Daha önce Emrah Göker ile Güney Çeğin tarafından derlenen Tözcülüğün Tasfiyesi (2012) kitabıyla birlikte düşünüldüğünde, bu kitap, Türkçe ilişkisel sosyoloji literatürünün geliştiğini gösteriyor. İlişkisel sosyoloji projesi içinde çalışan sosyal bilimcilerin çıkardığı Modus Operandi: İlişkisel Sosyal Bilimler Dergisi'ni de hesaba katarsak, ilişkisel sosyoloji literatürünün Türkiye sosyal bilimler alanında –henüz daha ziyade “teorik düzeyde” kalsa da– önümüzdeki yıllarda ciddi bir etki yaratacağını şimdiden iddia etmek mümkün. Çünkü sosyolojinin yeni araştırma gündemlerine damgasını vuracak olan ilişkisel sosyoloji yöneliminin sosyo-teorik ve meta-teorik tartışma alanlarını kıştırtması ülkemizdeki sosyoloji pratiği açısından önemli açılımlar barındırıyor. Politik faaliyet ile bilimsel faaliyet, ideoloji ile bilim, pre-nosyonlar ile (bilimsel) nosyonlar arasındaki Bachelardcı epistemolojik kopuşu önemsemeyen, akademik faaliyetin arkesinin başka alanlara kolayca indirgenebildiği, dolayısıyla dikkatimizi otonomik karakteri güdük akademik camiamızın gayriihtiyari ideolojisine yönelten teorik, meta-teorik ve ontolojik tartışmalar önemli görülmelidir. Ortakduyusal kavrayışını akademik faaliyetine doğrudan yansıtan, ortaklaşmış zihinsel şemalardan kopuşu önemsemek yerine, o şemalara yatırımlar yapan bir akademik habitus kaçınılmaz olarak duyuları kavramsallaştırma çabası içinde olacaktır. Bu yapısal etmenler bağlamında ilişkilselci düşüncenin önemi, tözcülüğe karşı verdiği ontolojik, epistemolojik ve de metodolojik mücadeledir.
A priori analiz araçları olarak işlemselleşen “devlet”, “sınıf”, “ulus”, “toplum”, “birey”, “kamuoyu” gibi tözsel birimlerle bilimsel faaliyet yürütülemeyeceği ileri süren ilişkilselci yaklaşım, “Evren”in, “Doğa”nın ve “Toplum”un ilişkisel nitelikli olduğu yolundaki ontolojik argümanından hareketle bilimsel kavramların –epistemolojik alanın– bu ontolojik yönelime göre yeniden yapılandırılması gerektiğinin altını çizmektedir. Ernst Cassirer de bunu “tözcü kavramlar” ve “ilişkiselci kavramlar” arasında yaptığı ayrımla vurgulamıştır. İlişkiselci sosyolog bu nedenle Durkheimcı gelenekte olduğu gibi toplumsal olguları “şeyler” gibi değerlendirmez; şeyler arasındaki bağıntıların, ilişkilerin, etkileşimlerin odaklanılması gereken esas noktalar olduğunu düşünür. Toplumsal fenomenlerin anlamlandırılması ve açıklanması ancak ilişkisel modeller içerisinde anlaşılabilir. Aksi halde bilimsel faaliyet, nesnelere kendi izahını kendi içinde taşıyan tözsel varlıklar muamalesi yapacak ve a priori türetimlerden kaçınamayacaktır. İlişkiselci perspektif klasik sosyolojiyi kamplaştıran özne-nesne, yapı-fail, eylem-yapı, makro-mikro gibi düalist yatkınları örseleyen yeni bir epistemolojik zemin açıyor. Bu anlamda ilişkilselci proje klasik sosyolojinin iki temel akımına meydan okur; onlara göre ne bireyler kendi açıklamalarını kendi içinde taşıyan, kendi özniteliklerine sahip toplumsal ilişkilerden izole birimlerdir, ne de toplumsal olgular aktörlerin dışında, onlara baskı uygulayan fiziksel nesneler gibidir. Nesnelcilik ile öznelcilik, iradecilik ile determinizm arasında konumlanmaya mahkum olmadığımını dile getiren ilişkilselci sosyoloji, sosyal olguları ne izole edilmiş birey kavrayışıyla, ne de taşlaşmış yapılar kavrayışıyla ele alır, aksine toplumsal olgularu süreçler, ilişkiler, bağlar, etkileşimler temelinde analiz etmektedir. Bu açıdan ilişkiselci sosyoloji statik değil dinamik bir araştırma programına bizleri davet etmektedir. Dinamik bir varlık anlayışı dinamik bir bilgi kuramını salık verir. Tam da burası benim için çok önemli; çünkü bu kavrayış hazır kavramsal kalıplardan, kendiliğinden apaçıklıklardan şüphe etmeyi ilke ediniyor. İlişkiselciliğin kanaatimce refleksif bir epistemolojiye imkan veren hususiyeti burayla bağlantılı: İlişkiselci sosyal bilim anlayışı “cevaplardan” çok “sorulara” dikkat kesiliyor.
İLIŞKİSEL SOSYOLOJİ: ONTOLOJİK VE TEORİK YÖNELİMLER, Der.: Christopher Powell, François Dépelteau, Çev.: Özlem Akkaya, Phoenix, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder