Buenas Noces Frida (Ahmet ERGENÇ)

Frida Kahlo toplumsal varlıkla kişisel varlığı ya da dış dünya denilen şeyle iç dünya denilen şeyi iç içe geçirmiş bir siyasi figür ve ressamdı. Bir yandan kendini Meksika devriminin kızı diye tanımlayıp, toplumsal bünyeye dâhil oluyor, bir yandan da şahsi bünyesindeki acıları ve hezeyanları resmediyordu. Çoğunlukla otoportrelerden oluşan resimlerinde en mahrem ve maraz yönlerini tuvale dökerken, bir yandan da sokakta ve dünyada olup bitenleri değiştirmek için mücadele ediyordu. Bu anlamda, politika ve sanat arasında yapılan kaba ayrımı ortadan kaldırıp, hem son derece toplumsal bir politikanın kendinden emin taşıyıcısı, hem de son derece şahsi bir hikâyenin kırılgan anlatıcısı olabiliyordu. Yani Frida’nın iki hayat hikâyesi vardı: fiziksel acılar ve varoluşsal buhranların belirlediği kendine kapalı hayatı (resimlerinin ana malzemesi) ve politik mücadelenin belirlediği dışa açık hayatı.
   
Frida’nın hayat hikâyesini yazmak bu açıdan hassas bir dengeyi gerektiriyor: hem Frida’nın dış dünyadan bağımsız bir düzeneğe sahip çalkantılı ‘hasta yatağı’nın hem de etrafını saran dünyanın çalkantılı gidişatının resmedilmesi gerekiyor. Rauda Jamis’in Frida: Aşk ve Acı’sı bu anlamda doğru bir rotayı takip ediyor: bir yandan Frida’nın günlüklerinden alıntılarla şahsi dünyasını sunarken, bir yandan da dış dünyada yaşayan Frida’yı dışarıdan bir gözle, biyografik roman kurgusu içinde sunuyor. Böylece bazen Frida, bazen de biyografi yazarı, bazen iç ses bazen dış ses devreye giriyor ve ortaya çok katmanlı ve bütünlüklü bir ‘Frida ve çağı portresi’ çıkıyor.
   
Frida Kahlo’nun yaşadığı dönem (1907-1954) hem kendi ülkesinde, hem de dünyanın geri kalanında büyük siyasi çalkantıların ve kırılma dönemlerinin yaşandığı bir dönemdi. Şöyle bir hatırlayalım neler olduğunu: Meksika Devrimi, 1917 Sovyet Devrimi, 1. Dünya Savaşı, 2. Dünya Savaşı ve bütün bunların sanat ve edebiyata olan etkileri. Frida kendini böyle bir dönemde, ülkesindeki devrimin içinde, bir büyük tarihi anın içinde bulduğu için şanslı hissettiğini söylüyor: “Biz bir devrimin çocuklarıydık ve bu devrimin bir yanı bizim omuzlarımızdan destek alarak ayakta duruyordu… Karşı çıkılması olanaksız bir tarihsel anlam beynimizin dünü, bugünü ve yarınında titreşiyordu ve biz bunun tümüyle bilincindeydik…” Bu nedenle Frida yeniyetmelik döneminde bir şahsi kriz yaşamadığını, hayatının ve etrafındaki gençlerin paylaşılan bir tarihsel anın etrafında güneş gibi parıldayan bir mücadele olduğunu söylüyor. Depresyon burjuva işidir lafını doğrulayacak bir tarihsel yoğunluk ve mücadele içinde olan Frida hayattan büyük idealleri uğruna yaşar. Frida’nın kendini tarihsel olarak konumlayışı doğum tarihini değiştirmeye kadar da varacaktır. İnsan intihar ederek ölüm tarihine ve anına karar verebilir ama ne zaman doğduğuna karar veremez. Kesin bilgi. Ama Frida şahane bir muziplikle bu kesin bilgiyi de bozguna uğratmış. Kitapta yer alan günlük alıntılarından birinde şöyle diyor:   “İnsanlar doğum tarihim konusunda ne yapacaklarını asla bilememişlerdir. Ne zaman doğdu bu kız? 6 Temmuz 1907’de mi? Yoksa 7 Temmuz 1910’da mı?... Ben bir devrimle birlikte doğdum. Duyduk duymadık demeyin… 1910’da doğdum.”

Ama bu büyük tarih anlatısını bozan bir erken şahsi ölüm tarihi, Frida’nın hayatını bambaşka bir yöne sürüklüyor. 17 Eylül 1925’te, Frida ölümcül bir kaza geçiriyor. Onu dünyayı kucaklayan coşkulu hayatından alıp, yatağa, hareketsizliğe ve kronik acıya mahkum eden bir kaza. İlk aşkı ve yoldaşı Alejandro’yla birlikte, rüzgarlı ve hafif bir günde bindiği otobüs, tramvay tarafından ikiye bölünüyor. Bu kaza Frida’yı da gerçek anlamda ikiye bölüyor. Vücudundan geçen bir demir parçası (daha sonra, 1944’te bunu ‘Kırık Sütun’ adlı tablosunda resmetmiştir) Frida’yı hasta yatağına mahkum ederek, dış dünyadan koparıyor. Böylece aklı dışarıda akan coşkulu hayatta, bedeni acılı yatağında iki Frida çıkıyor ortaya. O zamanları ve sonrasında sık sık yatağa ve bedenini saran korselere mahkum oluşunu gayet sade ve çarpıcı bir benzetmeyle şöyle anlatıyor Frida: “Ben uçmak isteyip de uçamayan bir kuş gibiyim.”
   
Okulda Cauchas adlı, “kışkırtıcı, cüretkar, kafa bulandırıcı”  eklektik bir edebiyat – siyaset topluluğunun parçası olan ve hem bir estet hem de angaje bir politik figür, belki de bir yazar olma yolunda ilerleyen Frida, artık yatağa bağlıdır ve metaforik değil, gerçek anlamda, fiziksel acılar içindedir. Zamanla bu yatağı meşhur otoportrelerini yaratacağı bir yüzleşme mabedine dönüşür. Ailesinin hareket edemeyen Frida’nın yatağının üstüne yerleştirdiği aynada sürekli kendini gören Frida, gördüğü şeyi çizmeye başlar. Ve böylece kendini didikleyen, sorgulayan ve varlık hallerini, acılarını, hezeyanlarını ve ümit parıltılarını resme döken Frida Kahlo ortaya çıkar. Sürekli ölüm ihtimali ve kendisiyle ‘yüz yüze’ olması ona müthiş bir derinlik ve hayatiyet bahsetmiştir. Resimlerinde görülen o bulanık rüya hissini ve sert hayati damarı buna atfedebilirsiniz.
   
Sonra hayatına malum, Diego Rivera girer. Ve Kahlo Diego’yla olan ilişkisi esnasında dönemin mühim sanatçıları ve siyasi figürleriyle temasa geçer. Andre Breton gibi gerçeküstücüler Kahlo’ya müthiş bir hayranlık duyar ve aralarına dahil etmek isterler ama Frida gerçeküstücüleri sıkıcı, yavan ve teorik bularak, onların arasına girmeyi reddeder. Paris snopluğu ona göre değildir ve gerçeküstücülük artık ‘şişmanlamış, evli bir adam’ kadar vasattır Frida’ya göre. Bu esnada Rivera ile birlikte Amerika’ya, bir komünist parti üyesi olarak nefret ettiği Amerika’ya da gider ve ‘hayat adamı’ Rivera’nın aksine Amerika’da gördükleriyle hiç uyuşamaz. Çelik ve saldırganlığın ve yüzeyselliğin ülkesi Amerika da ona göre değildir. Nihayetinde yine Meksika’ya döner ve Kolomb-öncesi mirası, yani Aztek kültürünü de sahiplenen Zapata devriminin, yerli kökenleri yok saymayan bir sosyalizmin savunucusu ve gerçekle gerçeküstünü bir araya getiren bir resimsel üslubun yaratıcısı olarak Meksika’da ölür.
  
Ölümünden önce yaptığı son otoportre olan ‘Marksizm Hastayı Sağlığına Kavuşturacak’ adlı tablo bütün bu şahsi ve politik hayatın özeti gibi. Aztek sembolleri, parıldayan bir güneş, yabani, ürkek, tehditkar bakışları ve geleneksel eteğiyle Frida, bir kurtarıcı figür olarak Marks, Frida’nın elinde tuttuğu kızıl kaplı kitap ve bütün bunları saran ve gerçeğe gerçeküstü bir hal katan bir rüya atmosferi. Frida dünyada iyileşmenin yolunu bulamadan ama dünyaya inancını da yitirmeden sonsuz uykuya daldı. Kitap Frida’nın kendine veda cümlesiyle bitiyor, tekrarlayalım: Buenas noces Frida!

FRİDA: AŞK VE ACI, Rauda Jamis, Çev.: Hülya Uğur Tanrıöver, 2015.



0 yorum:

Yorum Gönder