Eric Hobsbawm, Kısa Yirminci Yüzyıl adlı eserine on iki yirminci yüzyıl insanının, yüzyıl üzerine söylediklerini alıntılayarak başlar. Alıntılarda ortak olduğunu söyleyebileceğimiz düşünce en dehşeti umutların ve felaketlerin yirminci yüzyılı karakterize ettiğidir. Yirminci yüzyıl hakkındaki imgelerimiz büyük hakikatler ve onlara eşlik eden sadakat ve ihanet hikâyeleriyle kaplanmıştır. Belki bir yanılsama, belki de kaçıştır geriye doğru uzanan bu romantik bakış; ama yine de felaketi daim olan dünyamızda kendi yüzyılımızı yirminci yüzyılın romantik kırılmasından görmeyi bırakamayanlardan olduğumu söylemeliyim.
Yirminci yüzyılın en etkileyici kadın düşünürlerinden biri olan Hannah Arendt’in Elisabeth Young-Bruehl tarafından Dünya Aşkıyla adıyla kaleme alınan biyografisi, yüzyıl hakkındaki ‘romantik sapmayı’ beslememek için elinden geleni yapsa da okur kendini yüzyılın hakikatlerine sadakat ve ihanetleri yargılarken buluyor. Hannah Arendt’in yargıda bulunmaktan korkmamakla karakterize olan öyküsü de belki okuru bu duruma kışkırtıyor. Kitabın İletişim Yayınları tarafından hazırlanan Türkçe baskısının kapağında bulunan fotoğraftan itibaren yargılama süreci başlıyor. Arendt’in on sekiz yaşına ait yüzü ve duruşu, melankolisine sığmayan sabırsız gözleri, saçı ve giyimiyle fotoğrafın vaadi okuru kitap boyunca karşımıza çıkacak güçlü hislerin önüne geçecek düşünce ve yargılama pratiğine hazırlıyor.
Almanya İçindeki ‘Parya’
Hannah Arendt’in Köningsberg’de geçen çocukluğunu ayrıntılı bir biçimde kavramakla kalmayıp dönemin ‘Almanlığı’yla bizi tanıştıran Arendt’in annesi Martha’nın benimsediği pedagojik yöntem. Martha Arendt, çocuğunun doğumundan itibaren ondaki bütün duygusal, fiziksel ve zihinsel değişimleri notlar halinde kaleme alıyor. Özellikle babasının ve dedesinin ölümünden sonra Arendt’in bir çocuk olarak –kimi zaman annesinin onun hissiz bir çocuk olduğu yönünde şüphe duymasına varan- tavırları Arendt’in çocukluğuna ilişkin okuru, kitabın devamında geliştireceği yargılardan ilkine zorluyor. Babasının ölümünden dolayı annesinin durumuna üzülerek annesine, bunun birçok kadının başına geldiğini ve cenazede şarkıların güzelliğinden dolayı duygulandığını söyleyen bir çocuk hakkında ne düşünülmeli?
Arendt bir Alman Yahudisi ve hem Almanlığı hem de Yahudiliği, düşünceleri ve hayata bağlılığı yönünden güçlü bu çocuğun geleceğinde en önemli etkiyi yaratıyor. Alman diline ve şiirine düşkünlüğü onun bir filozof ve Almanya içindeki ‘parya’ konumu onu seyirden yaşama geçen bir ‘gerçek insan’ yapıyor. Arendt’in kişisel ilişkileri dâhil yaşamını belirleyen belki de en önemli düşünce sadece paryaların ‘gerçek insan’ olduğu yönündeki düşüncesi olmuş. Bu yargıya güçlü bir biçimde inanmaya başlamasından itibaren de ‘gerçek insan’ olarak kalma uğraşı yaşam deneyimine eşlik etmiş.
Arendt’in sürgün içinde geçen ve en sonunda dünyayı bir vatan olarak bellemeye varan hayatının olgunlaşması Köningsber’den çıkışıyla başlıyor. Almanya’da felsefe devriminin önemli iki ismi Heidegger ve Jaspers ile karşılaşmaları ve gelişkin anlamda duygusal yakınlaşmaları da öyle. Young Bruehl, Almanya’nın felsefede çıkış yaratan iki düşünürün tam da temel eserlerini yazarlarken Arendt ile birlikte çalıştıklarını vurguluyor. Heidegger’in, Platon’dan itibaren varlığın unutulmasına neden olan Batı metafiziğini eleştirisi ve Jaspers’in psikolojiden felsefedeki temel eserine ulaşan çalışmaları Arendt’in ikisinin yanında olgunlaşan eğitimine denk geliyor.
Parlak bir arkadaş çevresinde parlak bir öğrenci olan Arendt’in parya konumuna ilişkin düşünceleri yine bu ortamda hiç de taşra sayılamayacak bölgelerde yaygın olan anti-semitik tutumlara ilişkin yargılarla güçleniyor. Arendt’in Köningsberg’de hissettiği yüzyılın ilk büyük felaketinin daha büyük ve derin ardılı Almanya üniversitelerinde kendini hissettiriyor. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ikinci eşi Brücher’in düşüncelerinin de katkısıyla yazılacak Totalitarizmin Kaynakları’nın ilk filizleri belki de henüz kendini apolitik olarak tanımladığı bu yıllarda atılıyor: Emperyalizm, antisemitizm ve ırkçılık.
Eleştirel Düşüncelerin Filizlenişi
1933’te Naziler iktidarı aldığında Alman kültürüne bağlılığına rağmen, Almanlar kadar ona güvenmiyor. Hem Alman şiirine ve düşüncesine çok güvenen Almanlar hem de siyonizmi Yahudi hayırseverliğine bağlamış Yahudilere karşı hiç de aceleci olmayan yargılara varıyor. Blumenfeld ile tanışmasının ardından eleştirel bir bağlılık kuracağı Siyonist düşünce ilişkisini eleştirelliğinin dozunu artırarak hayatının geri kalanında da sürdürüyor. Fakat zengin ve asimile Yahudilere karşı daha bu dönemden ‘size Yahudiliğinizle saldırılıyorsa kendinizi ancak Yahudiliğinizle savunabilirsiniz’ ilkesini geliştirmeye başlıyor. Paryalar ve asimile Yahudiler arasında açıkça paryaların gerçekliğini ve Yahudi politikalarını yönlendiren zengin Yahudi ailelerin sorumluluğunu korkmadan dile getiriyor. – Biyografi yazarının vurguları bu düşüncenin gelişmesinde Arendt’in çocukluğundan beri annesi Martha’nın telkinlerinin payını da açık biçimde ortaya koyuyor. Varnhagen adlı Yahudi kadının mektuplarına tesadüfen ulaşması ve Alman romantizmi üzerine çalışması ile birleşen bir süreçte, Yahudi karşıtlığını hislerin ötesine geçen bir noktada kavrama zorunluğuna artık kesin olarak karar veriyor.
Arendt’in Alman üniversitelerindeki eğitim yıllarının belki de en önemli yanı Brüehl’ün kabileler olarak adlandırdığı dostluklar. Arendt’in içinde bulunduğu entelektüel çevreler onun düşünce gelişiminde büyük bir etki uyandırıyor. Kendisinde oldukça büyük ve evli olan Heideger ile yaşadığı ilişki, ardından onun tavsiyesiyle Jaspers ile kurduğu dostluk bu çevrenin odakları. Her iki evliliği onu Siyonist ve komünist çevrelerle de temasa sokuyor ve ‘apolitik hayatı’ özelllikle Nazi iktidarından sonra sona eriyor. Bu entelektüel çevreler, bir yandan içinde bulunduğumuz çölleşmeye hayıflanırken bir yandan da hem yüzyılın hem de dönemin Almanya felsefe ve politikasının etnolojisini düşünmeye zorluyor okuru.
Yaşam İle Eserin İçiçeliği
Savaş, sürgün ve hesaplaşma yılları, önce Paris ardından Amerika’da başlıyor. Yahudilerin soykırıma uğratılmasının tanıklığı ile Amerika’ya göçmeyi başaran şanslı azınlığın içinde yer alan Arendt önemli eserlerini Amerika’da üretiyor. Totalitarizmin Kaynakları, Şiddet Üzerine, Devrim Üzerine, Kötülüğün Sıradanlığı, İnsanlık Durumu, Cumhuriyetin Krizi, Geçmiş ve Gelecek Arasında bu dönemde üretilmiş eserler. Arendt’in politika felsefesini ortaya koyan bu eserlerde Amerika’ya göçünün ardından Siyonizm ile ilişkileri de etkili oluyor. Siyonist projelere güçlü itirazlar getiren Arendt, federasyon, özyönetim, ulus egemenliğinin, bir ve mutlak olanın reddi fikirlerini güçlü bir biçimde dile getiriyor. Devrim Üzerine ve İnsanlık Durumu’nda Marksime ilişkin tasarladığı ama çıkaramadığı kitapta yer alacak düşüncelerin özünü sunuyor. Belirtmek gerekir ki Bruehl’ün biyografisi tüm bu eserlerin yazarın yaşamını belirleyen düşüncelerle nasıl iç içe geçtiğini muazzam bir çaba ve titizlikle aktarıyor.
Arendt’in siyaset felsefesine bu yazıda girmem mümkün ve doğru değil. Fakat Arendt’i popülerleştiren Kötülüğün Sırandanlığı’na birkaç satırla değinmek, özellikle de Buehl’in biyografisinin tanıtıldığı bir kitap için zorunlu. Arjantin’de yakalanıp İsrail’e getirilen ve İsrail’de yargılanan ölüm kamplarının sorumlularından Erich Eichmann’ın duruşmalarını New Yorker için izlemeyi isteyen ve isteği kabul edilen Arendt’in duruşma sırasında oluşan yargıları özellikle Siyonistler tarafından çok sert eleştirilmiş ve bugüne de etkileri olan önemli tartışmaların kaynağı olmuştur. Arendt’e göre Eichmann sıradan hatta kimi zaman aptallığının farkında olmayacak derecede sıradandır. Arendt’in vardığı yargı istisnanın Nazi Almanyası döneminde Eichmann değil, ona karşı çıkanlar olduğu yargısına varmış ve bu durumdaki birinin yargılanmasının ise ancak insanlığa karşı işlenen suçlar benzeri bir kategori içinde düşünülebileceğini söyleyerek İsrail’deki yargılamaya ilişkin fikirlerini sunmuştur. Eser bunun ötesinde Yahudi cemaati içinde radikal bir tutum almış ve önemli siyasal ve hukuki tartışmaların da kaynağı olmuştur.
Hemen bütün eserlerinde yüzyılının sorunlarını düşünen ve onun ötesine geçecek bir politika felsefesinin arayışında olan Hannah Arendt’in Elisabeth Young Bruehl tarafından yazılmış biyografisi iki şeyi aynı anda ve çok güçlü bir biçimde başarıyor: Yüzyılın yarattığı güçlü duygularla baş edecek bir düşünce metodolojisini Arendt’in yaşamı içinden gösterme ve bir düşünce insanın yaşamı ve eserleri arasındaki güçlü bağı kanıtlarıyla ortaya koyma.
0 yorum:
Yorum Gönder