Her şey kendimi Kafkaesk bir hikayenin içinde bulmam ve kaybetmemle başladı.
İstanbul’un bunaltıcı kalabalığından sıkılmış ve bir sahil kasabasına tayin istemiştim. Ev tutup yerleştikten sonra kalan birkaç parça eşyamı almak üzere araba kiralamaya karar verdim. Arabayı alıp işimi gördüm ve kazasız belasız bir şekilde aldığım gibi teslim etmek üzere Beylikdüzü’ndeki plazalardan birinde yer alan bir araç kiralama şirketini aramak üzere yola düştüm Şato’yu arayan Bay “K.” Misali. Saatler sonra kapıya vardığımda şirket çalışanı geldi ve arabadaki muhtelif onlarca çiziklerden bir tanesini göstererek, arabayı çizmişsiniz, dedi. Peki ne olacaktı şimdi? Şu: yukarı ofise çıkılacak, durum patrona anlatılacak ve hüküm vermesi beklenecekti. Şimdi Jozef K. gibi hissediyordum işte. Alakası olmadığım bir davada sanık olarak.
Umutsuz bir halde evime vardığımda kapının önünde bir kolinin beni beklemekte olduğunu gördüm. Koliyi mutfak tezgahının üzerinde açtıktan sonra bir düzine kitabın arasından Kafka’nın Ayrıntı Yayınları’nın klasikler dizisinden yeni çıkan Dönüşüm’ü ile göz göze geldim. Kadim dostumu diğerlerinin arasından çekip aldım ve bir çırpıda okudum. Bu temiz ve özenli çeviriyi beğendim. Emine Ayhan’ın sunuş, Harold Bloom’un sonsöz yazılarını da öyle.
Calvino’nun alını çizdiği gibi klasikleri tekrar okuma bahtiyarlığını kendimizden esirgemeyelim. Calvino, bunun için son derece isabetli, bir düzine gerekçe sıralamıştı, bir neden de ben söyleyeyim: şu anlamsız ve absürt dünyada yapayalnız olmadığınızı anlamak, onlarca yıl geçmişten bir dost sesi duymak için. İkna olmadıysanız bir neden de Albert Camus’den yazayım: “Bir an gelir ki, yaratım artık –trajik- gibi görülmez; yalnızca önemsenir. O zaman insan umutla uğraşır. Ama ona düşen bu değildir. Ona düşen kaçamağa sırt çevirmektir. Kafka’nın bütün evrene açtığı amansız davanın sonunda da bunu buluyorum. Kafka’nın inanılmaz kararı, köstebeklerin bile umut etmeye kalktıkları bu çirkin ve altüst edici dünyayı temize çıkarır.”
Emine Ayhan sunuş yazısında Dönüşüm ile ilgili yaygın bir hatanın altını çiziyor. Gregor Samsa’nın dönüştüğü şey bir “bok böceği” değildir. Kapitalizm açısından işe yaramaz, etinden, sütünden faydalanılamaz bir tür murdar mahluktur. Kafka, kitap kapağında bir böcek resmi kullanılmamasını ısrarla istiyor ki böylelikle Gregor Samsa ile akrabalığımızın önünde yanıltıcı bir sembol olmasın. Böcek resmini kafanızdan silin ve sabahları saatin çalması ile beraber yataktan çıkmak için verdiğiniz mücadeleyi, tüm o sancılı kıvranma süreçlerini bir düşünün. Girdiğiniz tüm o garip şekiller, ters dönmüş bir böceğin çırpınışına benzedi mi? Ayhan sunuşunda, böcekleşmeyi Kafka’nın güncel insanlık kavramı açısından düşünmemizi istediğini ısrarla vurguluyor, nitekim Gregor aslında fiilen böceğe dönüştüğü için insan olmaktan çıkıyor değildir. Belli bir insanlık durumundan çıktığı için insanlıktan çıkar. Peki nedir bu insanlık durumu? Yataktan kalkıp işe gidememek, anne, baba ve kız kardeş için yararlı olamamak.
Max Brod’un aktardığına göre, Kafka hikayesini dostuna okuduktan sonra hayıflanarak “Bir insanın ailesinin kirli çamaşırlarını böyle ulu orta sergilemesi hoş mu sence?” diye sorar. O an ne cevap verdiğini bilemiyoruz ama Max Brod, dostunun vasiyetine uymayıp tüm eserlerini yayımlayarak verir esas yanıtı. Zira Kafka Dönüşüm ile ailesinin değil tüm insanlığın kirli çamaşırlarını sergilemiştir. Ayhan’ın da belirttiği gibi, Dönüşüm’de kurban sadece Gregor değildir. Dönüşüm’ün ardından kapı görevlisi olarak işe başlayan baba, dikiş nakışla ev geçimine katkı sağlamaya çalışan ana ve keman eğitimi almak yerine zengin bir koca aramak zorunda kalan kız kardeş de kurbandır. Sadece onlar da değil çalışanlarını sömürerek sermaye biriktirmeye programlanmış patron ve bu amaca hizmet etmesi için yataktan çıkamayan çalışanın evine gönderilen müdür de kurbandır. Tıpkı kiraladıkları aracı kiraladıkları gibi aldıkları halde depozitolara el koyan vurguncular gibi. İnsanlık evriminin bir aşamasında, yürek sızlatan bir dönüşüm yaşamış ve homo economicus’a dönüşmüştür.
Sadık Hidayet, Kafka’nın “Tanrı’ya yer olmayan bir dünyada” insanı çırpındığı “çıkmazın yalnızlığında ve umutsuzluğunda” anlatan ilk kişi olduğunu söyler. Harold Bloom ise Dönüşüm’ün sonsözünde Kafka’nın “yıkılmaz olan” metaforuna yer verir: “Yıkılmaz olan, içimizde olmaya devam eden bir öz değildir, Beckett’ın ifadesi ile artık devam edemediğin zaman devam eden şeydir. Kafka’da devam etmek daima ironik şekillerde olur…”
Benim için ise Kafka’nın sesi daima bir dost sesidir. Saçmanın, anlamsızlığın içinde çözünüp darmadağın olduğunuzda bile sesinize ses verecek bir kadim dost sesi.
DÖNÜŞÜM, Franz Kafka, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder