Arap Baharı, Demokrasi ve Kapitalizm (Ebubekir AYKUT)

“Arap Baharı” denilen süreç, 2010 Aralık’ında Tunus’taki isyanla başlamıştı. Tunus’taki isyanı Mısır, Libya, Bahreyn’deki ayaklanmalar ve günümüzde Suriye’de devam eden çatışmalar takip etti. Bildiğimiz kadarıyla Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Yemen, Cezayir, Ürdün gibi ülkelerde de sonuca ulaşamayan hareketlenmeler yaşandı. Arap ülkelerindeki babadan oğla geçen tek adam yönetimleri ya da medyanın kullandığı dille “diktatörlükler” yıkılıyordu.  Bir şeyler değişiyor gibiydi. Ama şu sorular hala akılları kurcalamakta idi; değişimin nedenleri neydi ve değişimin sonucu ne olacaktı?

Demokrasi Talebi

Hâkim medyada ve köşe yazılarında değişimin Arap halklarının demokrasi özleminden kaynaklandığı sıklıkla vurgulanıyor. Aslında isyan eden Arap halklarının siyasal taleplerinden birisi de demokrasi, ama hangi içeriği ile. Hâkim anlayış demokrasiyi belirli aralıklarla halkın sandığa gidip oy kullandığı ve çok partili bir siyasal sitem olarak kavrıyor. Ya da daha sofistike versiyonuyla demokrasi, düzgün işleyen bir seçim sitemine ek olarak, siyasal süreçlere müdahil olabilen güçlü bir sivil toplumun varlığı ile niteleniyor. Arap halklarının demokrasi talebi ise düzenli ve meşru bir seçim sistemini ve güçlü sivil toplumu içermekle birlikte ekonomik ve toplumsal adalet gibi başka arzuları da kapsıyor. Aslında bu ülkelerdeki muhalif grupların çeşitliliği de göz önüne alındığında demokrasi talebinin birbirinden farklı birçok anlama gelmesi de yadırganmamalı.
Nedenleri ne olursa olsun ve birbirinden farklı demokrasi kavrayışlarına sahip olsalar da bu ülkelerdeki halk bir şeylerin değişmesini istiyordu. Değişim rüzgârları varolan siyasal iktidarlara yöneltilmişti. Sonuçta da Tunus, Libya ve Mısır gibi ülkelerdeki tek adam yönetimleri alt edilmiş, demokratik seçimler yapılmıştı. Demokrasi kazanmış gibiydi. Ama yolunda gitmeyen bazı şeyler vardı. Kaddafi’nin linç edilerek öldürülmesi, Tunus’ta ve Mısır’da İslami yaşam tarzını topluma dayatan partilerin seçimleri kazanması ve Mısır’da Mübarek’in zamanında görevlerini yapan askerlerin seçilmiş siyasal yönetime müdahale edebilecek şekilde yönetimde kalmaya devam etmesi demokrasi havarilerinin kafasını karıştırmaktaydı. Yine de onlar iyimser kalmaya devam ediyorlar ve Arap halklarının öğrenme sürecinde olduğunu düşünmekteler.

Kapitalizm, Emperyalizm ve Sınıf

Yaşanan değişimi demokrasi talebi üzerinden açıklanmaya çalışanlara ek olarak sorunu kapitalizm, emperyalizm, sınıf ve özgürleşme ekseninde tartışan solcular da vardı. Bu eksendeki tartışma gerilimli bir hat üzerinden ilerliyordu. Bir yandan yaşananlar halk hareketleri olarak, kayıtsız şartsız değil, bir özgürleşme meselesi olarak önemseniyordu, diğer yandan değişimin kapitalizmin yarattığı ekonomik ve toplumsal adalet sorunlarını çözemeyeceği “gerçeği” kafaları kurcalamaktaydı. Muhalif gruplar içerisinde ekonomik ve toplumsal adalet vurgusu yapanların varlığı solcuları bu isyanlara ilgisiz kalmaktan alıkoyuyordu. Gerçi bazıları yaşananların yeni bir toplumsal kurtuluş hareketleri olduğu konusunda gayet iddialıydılar.
Libya’da Batı müdahalesinin açık hale gelmesi, Mısır, Libya ve Tunus’taki hükümetlerin Batı ile artan yakın ilişkileri, Suriye’de El Kaide’nin ve diğer İslamcı grupların baskın olduğunun fark edilmesi ve Batı’nın muhalif güçlere açıktan desteği solcular arasında emperyalizm meselesinin de tartışmaya dâhil olmasını gerektiğine dair kanaati güçlendirdi. Bu bağlamda emperyalist müdahalelerin artık eskisi gibi doğrudan değil ülke içerisindeki güçler üzerinden dolaylı bir biçim aldığı iddiası dillendirilmeye başlandı. Ayrıca dünyaya sınıf gözlüğüyle bakanlar tarafından yaşananları bu ülkelerdeki hâkim sınıflar arasında bir iktidar mücadelesi olarak kavramak gerektiği iddia edildi. Değişimden sonra ekonomik ve toplumsal adalet sorunlarının devam ediyor olması gerçeği de yaşananları dolaylı emperyalist müdahale ve hâkim sınıflar arasında mücadele olarak görme düşüncesini haklı çıkarmaktaydı.

Sermaye Birikim Süreci ve Devlet

Arap Baharı denilen süreçte yaşananları açıklamanın birçok yolu var elbette. Açıklamaların çoğunluğunun demokrasi, kapitalizm, emperyalizm gibi kendi açıklama araçları ve kavramları var. Dahası analizlerde bu açıklama araçlarına açıkça söylenmese de belli varsayımlar ve sabiteler eşlik ediyor; demokrasi için serbest piyasanın gerekliliğine iman ya da toplumsal olayları kavramada ekonomik ve sınıfsal ilişkilerin açıklayıcılığına olan inanç gibi. Yine de yaşananları kavrayabilmek için resmin bütününü yani dünya ölçeğinde yaşanan dönüşümü göz ardı etmemeliyiz.

Resmin bütününü kavramak açısından David Harvey’in Sermayenin Mekanları kitabında kapitalizmi açıklamak için ürettiği kavramlar üzerinden meseleyi tartışmak yardımcı olabilir. Harvey, Arrighi’nin gücün territoryal ve kapitalist mantıkları arasındaki ayrımı kullanarak kapitalist üretim ilişkilerini açıklamaya çalışır ve bu bağlamda gücün kapitalist ve territoryal mantıkları arasında problemli ve diyalektik bir ilişkinin var olduğunu iddia eder. Kapitalist mantık bir taraftan territoryal düzenlemelere özellikle devletin düzenlemelerine ihtiyaç duyarken diğer taraftan mekânsal engellerden ve devletin kontrolünden kaçmaya meyillidir. Territoryal mantık (günümüzde ulus-devlet) ise bir yandan kendi varlığını devam ettirebilmek için sermayeyi kontrol etmek zorundadır, diğer yandan bu kontrol sermayenin varlığını ve gelişimini kısıtlar.

Harvey günümüzde territoryal mantık ya da ulus-devlet ve alt birimleri (kent, bölge vb.) sermaye birikim koşullarını oluşturma ve kolaylaştırma amacına tabi hale geldiğini vurgular.  Refah devleti, müdahaleci devlet, kalkınmacı devlet ya da rantçı devlet gibi devlet formları sermaye birikim sürecinin belli bir aşamasında tarihsel işlevlerini yerine getirmekteydi. Ama sermayenin dünya ölçeğinde 1970lerden sonra krize girmesiyle birlikte yeni bir sermaye birikim süreci ortaya çıktı ve yeni sermaye birikim süreçlerine uygun düzenlemeler yeni bir devlet formunun gerekliliğine işaret ediyordu. Devletin yeni işlevinin ve ekonomideki rolünün dönüştürülmesi süreci Batı’da 1980ler ile başlamış 1990lara gelindiğinde hemen hemen tamamlanmıştı. Oysaki Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki devlet biçimi halen eski sermaye birikim sürecinde çok sorun yaratmamış yapılar ekseninde şekillenmekteydi ancak bu yapılar yeni sermaye birikim süreçleri karşısında problem kaynağı olmaktaydı.

Neoliberal dönem ile birlikte sermaye birikim süreci finans sermayesinin hâkimiyetine girdi ve kapitalistler karlı alanlara yatırım yapabilmek için sermaye önündeki engellerin kaldırılmasını talep etmeye başladı. Bu sürecin Arap ülkelerinde yaşanan değişim ile ilgili iki etkisinden bahsetmek mümkündür.  Öncelikle bu ülkelerdeki devlet biçimi yeni sermaye birikim süreçleri ile uyumlu değildi. Ya da var olan devlet biçimi en uygunu değildi. İkincisi sermayenin finansallaşması bu devletler içerisinde hâkim sınıflar arasında ve hâkim ve ezilen sınıflar arasındaki sınıf mücadelesini ateşledi. Yeni sermaye birikim süreçlerinin ülke içindeki temsilcileri siyasal yapının dönüşümünü talep etmekteydi ve bu talep demokrasi talebi olarak dillendiriliyordu. Eski hâkim sınıf sermaye birikim sürecindeki hâkimiyetini kaybedince diğer hâkim sınıf fraksiyonu ve ezilen sınıfın talepleri için alan açıldı. Elbette bu söylediklerimiz daha kapsamlı bir incelmeyi gerektiriyor ama resmin bütünü ve başlangıç için uygun gibi.

Elbette yaşananların ekonomik süreçler dışında birçok farklı yönü var. “Emperyalizm ve Savaş” adlı dosyadaki bu yazılarda yaşananları farklı bakış açılarından ve farklı konular üzerinden değerlendiriyor. Onur Kartal yaşanan değişim sürecini kapitalizm ve sınıf ilişkileri üzerinden analiz ediyor ve sınıf mücadelesi perspektifinin önemine dikkat çekiyor. Göksu Uğurlu ise emperyalizmi Üçüncü Dünyacılık denilen bir perspektif içersinden değerlendirenleri eleştirel olarak ele alıyor ve anti-emperyalizm kavramının günümüzde edindiği “emperyalist” içeriğe işaret ediyor. Kansu Yıldırım ise yeni dönemde savaş olgusu ve kapitalizm arasındaki ilişkileri inceliyor ve savaş yönetişiminin kapitalizmin araçlarından biri haline dönüştüğünü vurguluyor.

David Harvey, Sermayenin Mekanları, çev. Başak Kıcır, Deniz Koç, Kıvanç Tanrıyar, Seda Yüksel, Sel Yayıncılık, İstanbul: 2012


0 yorum:

Yorum Gönder