Arap Baharının Siyasal İktisadı (Onur KARTAL)

“Küresel kapitalizm üzerindeki ABD hegemonyası devam etsin veya etmesin, ya da yeni bir hegemonik güç ortaya çıksın veya çıkmasın, çarpıcı olan şu olgu olduğu gibi kalır: küresel ekonomi-politiğin ve ilişkili jeopolitik rekabetler dengesinin yörüngesi, Körfez’deki sınıfın ve kapitalizmin yapısıyla derin bir şekilde iç içe geçmeyi sürdürecektir.” Adam Hanieh.

Muhammed Buazizi, 17 Aralık 2010’da sebze tezgâhına el koyanlara karşı bedenini ateşe verdiğinde, yalnızca Tunus’u değil neredeyse bütün bir Arap coğrafyasını kasıp kavuracak bir yangının da fitilini ateşlemiş oldu. Buazizi’nin bedenini saran alevler kendine özgü, bireysel bir başkaldırı çığlığı değildi sadece; ekonomik sömürü koşullarından politik tahakküm mekanizmalarına cepheden saldıran, toplumsal alanın omurgasını baştan aşağıya sarsacak bir isyanın habercisiydi. 7 Kasım Caddesi Bin Ali’nin iktidara geldiği günden almıştı adını; 17 Ocak 2011’den itibaren Muhammed Buazizi ismini taşımaya başlaması, tikelden evrensele, tekilden toplumsala uzanan bu devrimci dalganın billurlaşmış bir örneğiydi. Ne var ki, bu dalga Tunus’la başlayıp Tunus’la bitmedi; Mısır’ı, Libya’yı, Bahreyn’i (elbette Cezayir’i, Ürdün’ü, Yemen’i) ve nihayet Suriye’yi de kuşatacak boyutlara ulaştı. Tabi, umut ve heyecan verici birçok toplumsal değişime de gebe oldu, sürecin devrimci karakterine gölge düşüren hareketlerin yeşermesine de. Tahrir deneyimi, “Wall Street’i İşgal Et” hareketine dahi ilham verecek tarzda evrenseli kucaklarken, Müslüman Kardeşler’in Mübarek dönemine benzer bir ekonomik program etrafında karşı-devrimci hamlenin elini güçlendirmesi moralleri epeyce bozdu. Yine Libya’da Muammer Kaddafi’nin linç edildiği görüntüler, tiranlık karşıtlarının en önde gelen bayraktarlarının zihinlerinde dahi kimi soru işaretlerinin oluşmasına yol açtı. Bu karakteri gereğidir ki, Arap Baharı, entelektüel siyasi faaliyetin uzunca bir süredir ana gündem maddesi.

Süreç üzerine yürütülen tartışmaların vardığı nokta, Arap Baharının gerçekten devrimci bir dalga olup olmadığı konusunda bir uzlaşmayla sonuçlanmadığı gibi, bütün olan biteni bir emperyalizm süreciyle ya da karşı-devrimci momentler silsilesiyle ilişkilendirmek konusundaki kararsızlık da devam ediyor. Gelgelelim, tüm bunlara rağmen, bize göre Alain Badiou’nun tavsiyesi halen geçerliliğini koruyor: “Bu hareketlerin öğrencileri olmalıyız, budala öğretmenleri değil”. Badiou bu sözleri dışarıdan ve yukarıdan konuşmayı alışkanlık haline getiren Batı aklını eleştiriye tabi tutarken sarf ediyordu. Biz ise öğrencinin içeriden, hevesli ve titiz bakışına dair iyi bir örneği sunmak için referans alıyoruz: Adam Hanieh, Körfez Ülkelerinde Kapitalizm ve Sınıf adlı kitabında sözünü ettiğimiz coğrafyanın bir diğer atardamarına, Körfez ülkelerine yoğunlaşıyor. Bunu yaparken küresel kapitalizmin inşasında mevzubahis ülkelerin 20. yüzyıl boyunca katettikleri yola, kurdukları uluslararası ilişkilere ve küresel kapitalizmin sermaye mantığının pekişmesinde üstlendikleri role siyasal iktisadın perspektifinden odaklanmakla kalmıyor. Aynı zamanda eserinin Türkçe baskısı için yazdığı önsözde, geliştirdiği derinlikli ve içeriden bakışı, bilhassa Mısır deneyimini değerlendirmek üzere işe koşuyor. Biz de öncelikle eserin temel meselesine, yani Körfez ülkelerinin küresel kapitalizmin sermaye dinamikleri bakımından üstlendiği role ve bu dinamiklerin belirlediği sınıf oluşumuna değineceğiz. Ardından da Hanieh’in, Arap Baharının doruk noktası olarak görebileceğimiz Mısır deneyiminin başkaldırı dinamiklerinde politik unsurların yanı sıra ekonomik faktörlerin de göz önüne alınmasındaki ısrarına kulak vereceğiz. Böylelikle bugün Arap Baharının son perdesi olarak sıcaklığını koruyan ve gün geçtikçe bizim açımızdan da yakıcı bir sorun olmaya doğru hızla ilerleyen Suriye’deki çatışmaların art alanında nelerin yattığına ilişkin olarak Hanieh’in yapıtının nasıl bir kılavuz sunduğunu/sunabileceğini göstermeye çalışacağız.

Hanieh’in, Körfez İşbirliği Konseyini (KİK) oluşturan Bahreyn, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden sınıf oluşum sürecini mercek altına almasındaki temel motivasyonu şu sözlerinden rahatlıkla çıkarabiliriz: “Sınıf oluşum süreci Körfez’in gerçek hikâyesi ya da görüntüsünün ardındaki gerçeğin anlatılmamış hikâyesidir ve günümüz Ortadoğu’sunun ve bütün olarak dünya pazarının kavranması açısından büyük bir önem taşır” (s. 37). Bu hikâyeyi gün ışığına çıkarmak yoluyla Hanieh, küresel kapitalizmin ve ulusaşırı sermaye akışının çarklarını en açık biçimiyle gözler önüne serebileceği iddiasındadır. Daha da önemlisi bölgenin tüm siyasi dönüşümleri üzerinde ekonomik dengelerin belirleyici bir rolü olduğunu savunmaktadır. Bu doğrultuda sermaye birikimlerini KİK alanı genelinde, sermayenin uluslararasılaşmasına dayandıran kapitalist bloğu tanımlamak üzere kullandığı Khaleeji Sermayesini çözümlemeye girişirken vurguladığı belki de en önemli nokta sınıf oluşum sürecinin mekânsal karakteridir:

“[S]ermaye birikimine dair dikkat çekilmesi gereken başka bir yön ise sınıfın mekânsal yapılanmasıdır. Bu kavram, sermayenin soyut ya da belirsiz bir tarzda meydana gelmediği fakat sermayenin mekânsal olarak somut olduğu düşüncesini başarıyla ifade eder” (s. 63). Sermayenin uluslararasılaşmasının, sınıfın mekânsal oluşumuna eklemlendiği yerde KİK ülkelerinin siyasal konjonktürüne neyin can verdiğini kestirmek hiç de zor değil: Neoliberalizm. “Neoliberalizme dönüş sadece iç ekonomik politikalara odaklanmayı yansıtmıyor, aynı zamanda uluslararasılaşma ve finansallaşma alanlarındaki yeni dalgalanmaları fazlasıyla kolaylaştırıyordu. Neoliberalizm, sermayenin serbest hareketi karşısında ulusal mekânlar genelinde ve bu mekânlar aracılığıyla konulan engelleri ortadan kaldırarak ve kârın zorunluluğuna tabi olan insan faaliyetlerinin alanını genişleterek, küresel ölçekte kapitalist yeniden üretime uygun koşulları garantiye almayı amaçlıyordu” (s. 90). 

Kestirmekte zorlanmayacağımız bir diğer nokta da bu sacayağının kurulmasında ABD’nin başı çekmesi. Hanieh’in 20. yüzyılın başından sonuna kadar bölge içi ilişkilerinin siyasal ve iktisadi yörüngelerini okurken ABD’nin rolünü layıkıyla gözler önüne sermeye çalışması bundandır. Tablonun bütününe baktığımızdaysa bu projeyi emperyalizmden ayrı düşünmemizin mümkün olmadığını göreceğiz. Ancak bu emperyalist projeyi ABD tarafının etkin, KİK ülkelerinin ise edilgin bir konumda yer aldığı tek taraflı bir ilişkinin değil, her iki tarafın da etkin katılımıyla şekillenen bir sürecin ürünü olarak düşünmek gerekiyor. Dolayısıyla bölgenin kaderinin yalnızca ABD politikalarındaki makas değişiklikleriyle değil aynı zamanda KİK üyesi ülkelerin siyasal-iktisadi çıkarları ekseninde şekillendirdikleri mekânsal müdahaleleriyle tayin edildiğini göz ardı etmemek gerekir. Tabi burada bu süreci bütün detaylarıyla ele almamız mümkün değil. Hanieh’in çalışması çok daha uzun bir mesaiyi hak ediyor. Bu mesai ayrıldığında çalışmanın önemini, küresel kapitalizmin sermaye dolaşımının dayandığı esaslar doğrultusunda, Körfez ülkeleri üzerinden hayata geçirilen emperyalist bir projenin ifşasının, yani malûmu ilâm etmenin epeyce ötesinde aramak gerektiği de görülecektir. 

Hanieh’in yaptığı, bahsi geçen sürecin adını koymak değil, bu adı koyarken sürece can veren kan akışını kılcal damarlardan yola çıkarak gözlemlemektir. Bu titizliğiyle Hanieh, Mısır’daki ayaklanmaların sadece bir demokrasi arayışına indirgenmesine de itiraz edecektir: “Mısırlı protestocuların öncelikli sorununun Mübarek olduğunu ve birincil talep olarak sözde ‘siyasal özgürlük’ sorununu dile getirdiklerini iddia etmek bu protestoların gerçek boyutunu görmemek anlamına gelir. Aksine bu eylemler, genellikle iki farklı alanmış gibi ele alınan ‘siyaset’ ve ‘ekonomi’ alanlarının birbirleriyle iç içe geçtiğini ve aynı mücadelenin bir parçası olduğunu bize göstermektedir. Bu mücadeleler sadece rejimin yaşadığı bir meşruiyet krizinin değil kapitalizmin yakın dönemde Mısır’da ve bir bütün olarak Ortadoğu’daki gelişme biçimine dönük bir tavrın ifadesidir ” (s. 15). 

Bu satırları tersinden okuyacak olursak diyebiliriz ki, Mısır’daki halk hareketlerine odaklanan ancak küresel ekonominin kriz noktalarını, neoliberalizmin Mısır’daki tezahürlerini ve Ortadoğu’daki ABD hegemonyasının inşasında Mısır’ın oynadığı rolü mercek altına koymayan herhangi bir anlama çabasının tahlilleri yüzeysel olmanın ötesine geçemeyecektir. Benzer bir reçete Suriye için de yazılabilir. Hanieh’in siyasal despotizm formlarına karşı verilen mücadeleyi, sınıf mücadelesi dinamikleriyle birlikte okumak yönündeki önerisi, Suriye’deki iktidar mücadelesinin mezhepsel, kültürel ve siyasal boyutlarının yanında açıklığa kavuşturulmayı bekleyen bir diğer boyutunun da iktisadi olduğunu görmemiz ve hangi çıkar gruplarının, hangi güç ilişkilerinin dolayımından geçerek küresel kapitalizmin sermaye birikim/dolaşım mantığına nasıl bir ivme kazandırmak istediklerini tespit etmemiz bakımından can alıcı bir yerde durmaktadır.

Adam Hanieh, Körfez Ülkelerinde Kapitalizm ve Sınıf, çev. Bahadır Ahıska ve Sevgi Doğan, NotaBene Yayınları, Ankara: 2012.


0 yorum:

Yorum Gönder