İnsan Ölümlü ama Şairler Ölümsüz müdür? (Selçuk BAYMAZ)

“Ölümsüz olan tek şey hakikatti... Sadece hakikatin içindeki ölüm, ölümsüzdür.”

Var oluşun, kendini yeniden tanımladığı bir durumdur ölüm. Çünkü “son”un alacalı çizgisine ayak basan insan, yaşama dair her şeyi yeni baştan hesaplayıp, tanımlamaya başlar. O güne kadar tüm bildikleri, varsıllaşarak bir anlam dönüşümü yaşar. Ölüm, ilk ve son arasında üzerinde yaşanmışlıklar taşıyan çizgiyi, tek bir noktada birleştirir ve tek bir nüve haline getirir. Bu nüve gerçekliğin kendisidir. Zamansızlık vardır onda artık, sahiciliğin çıplaklığı vardır. Ve evren, o nüve aracılığıyla dile gelip anlatmaya başlar insanın göremediklerini. Yani, ölüm bir aydınlanmadır. Ve ona yaklaştıkça gerçekliğin sınırlarına yanaşır, yanlışlık ve pişmanlıkların ise soğuk yüzüne bakmaya başlarız. İnsan, doğumuyla birlikte sorular sormaya başlar. Kimini es geçer, kimi cevaplara ulaştığını düşünür, kimisine de hiç ulaşamaz. Bulduğu cevaplar, kendi zamanının ve koşullarının kıyafetlerini giymiştir. Fakat ölümle birlikte, gerçeklik denen olgu, kendini somut bir şekilde göstermeye başlar. Ölüme yakınlık, gerçekliğin kıyafetlerini soyar; güzelliği, iyiyi, kötülüğü, kolay olanı, zor olanı, sevgiyi, aşkı, kadını ve erkeği, barışı ve savaşı yeniden görmemize olanak sağlayıp tartışmaya açar. İşte, Herman Broch’un Vergilius’u, böyle bir olanağı sarsıcı bir üslupla önümüze koyuyor.

Vergilius, ünü Roma imparatorluğunun dört bir yanına yayılmış, İmparator Augustus’un hayranlığını kazanıp hastalığının tedavisi için onun koruması altına alınmış bir şairdir. Hastalığı nedeniyle ölüme doğru giden son merdiven basamağına gelmiştir. Ve o, ölüm kapısını açmadan; “Mors Certa, Vita Incerta (Ölüm kesindir, hayat değil.)” sözünün yargıçlığı önünde, yaşam serüveni boyunca bildikleri, duydukları, anlamlandırmaya çalıştıkları, savaştıkları ve sahip olduklarıyla, onu “o” yapan her şeyin dâhil olduğu bir hesaplaşmanın içine giriyor. Hermann Broch, bunu kimi zaman Vergilius’un kendi kendisiyle konuşmaları, kimi zaman da romanın içine serpiştirilmiş karakterlerle yapılan karşılıklı diyaloglar sayesinde gerçekleştiriyor. Ve aslında kitabın özünü de bu hesaplaşma oluşturuyor. Bu durum, okuru puzzle parçalarını etrafa saçmış, ama onu tekrar birleştirmeye niyetli bir adamın monologlarına tanık ediyor.

Vergilius ve Sanat Felsefesi

Eserin Birinci Dünya Savaşı’nın büyük yıkımları sonrası ve İkinci Dünya Savaşı öncesinde baskıcı ve otoriter rejimlerin söz konusu olduğu yıllarda kaleme alınması, buna ek olarak Broch’un kendi içinde yaşadığı derin gel-gitler ve çıkmazlar, bir tepki olarak Vergilius karakterini ortaya çıkarmış olabilir. Çünkü Vergilius karakteri, insanın kendine karşı gösterdiği bir başkaldırıdır. İnsan bir özne olarak, yaşadığı toplum ve onun koşullarının doğal bir parçasıdır. Bu nedenle hiç şüphesiz bu başkaldırı, aynı zaman da toplumun kendisine, onun değerlerine ve hatta siyasi erke karşı başlatılan bir iç savaştır. Vergilius’u anlamaya çalışırken, tutumlarında bu içsel ezber ve refleksin olduğunu görebiliriz.

Hermann Broch’un belki de en büyük başarısı, yüz yıllar önce geçen bir hikâyenin içerisinde, zaman kavramını aşan bir nesnellikle günümüz toplumuna kadar uzanan sanat-devlet-iktidar, sanat-özgürlük, sanat eseri-estetik ve toplum ilişkilerini, sanatın-şöhretin neye hizmet etmesi gerektiği gibi konuları Vergilius’un üzerinden başarıyla sorgulayabilmesidir. Şairin gözünde, kendi farkındalığına varmadan çok önce yazdığı ve ününü de aşan Aeneis eseri, yaşamının son saatlerinde ütopik bir gerçeklikler arenasına dönüşmüştür. Çünkü toplumun bu eserden alacağı estetik zevki ve beğeniden başka, onlara sunacağı hiçbir fayda yoktur. Bundan dolayı estetik kaygısı ve beğeni kavramı da sahiciliğini kaybetmektedir. Çünkü toplumun sanat ve estetik ile olan ilişkisi sadece bu şekilde olmamalıdır. Aeneis eseri, bilginin ve estetiğin toplumun bir parçası haline geldikten sonra ancak ete kemiğe bürünebileceği gerçekliğini ortaya koymaktadır. O bir vücuda bürünmüştür artık. Onu yakmak, ortadan kaldırmak, yüce bir bilgini, imparatoru yada savaşçıyı ortadan kaldırmak kadar günahtır. Bilgi esir alınamaz, esir alınmış bir bilginin ve estetiğin ise varlığı kuşkuludur.

Broch, Kelimelere Can Veriyor

İçi tartışmalarla dolu bu anlatımı okurken, soyutlamalar içinde kaybolabiliyor okur. Çünkü yazar tüm bu anlatımları yaparken yoğun bir soyut dil kullanıyor. Kelimeler, kelimelerin üzerine biniyor. Vergilius’un yaşlı ve hasta bedeni, o kadar kaygılı ve kendine karşı kızgınlıklar biriktirmiş ki, onu anlayabilmeniz için; ruhunun karmaşasına ayak uyduracak kadar iç içe geçmiş bu cümlelerle boğuşmanız gerekebilir.

Tabi, günümüz dünyasında, görsel medya, internet ve özellikle de sosyal medyanın bu kadar hızlı tüketmeye ve kolaya alıştırdığı biz yeni dünyalılar için, Vergilius’un Ölümü kolay bir lokma değil. Zor bir kitap. Onu anlamak, sindirmek çaba ve emek isteyen bir iş. Hatta kanaatim, böylesine kült bir eser, Hermann Broch tarafından bugün genç bir yazar olarak kaleme alınsaydı, günümüz edebiyatının dönüşümü ve gittiği yeni yol nedeniyle yayıncıların elinin tersiyle ittiği bir kitap olabilirdi. Ama ne olursa olsun, edebi değeri, anlatımı ve içeriğiyle yıllar yıllı kişisel kütüphanenizde yer alarak her okumanızda, girdiğiniz her yeni yaşta; size yeni şeyler keşfettirecek bir eser olma özelliğine sahip. Ahmet Cemal’in yılları aşan birikimi ve ustalığı sonucunda Türkçeye kazandırdığı eser, edebi dilinin zenginliğini Türkçe okuyarak da hissedebilmemize olanak sağlıyor.

VERGİLİUS’UN ÖLÜMÜ, Hermann Broch, Çev: Ahmet Cemal, İthaki Yayınları, 2012.

0 yorum:

Yorum Gönder