“Türk Tipi Demokrasi”nin Son Durağı: Türk Tipi Başkanlık Sistemi (Demirhan Burak ÇELİK)

“Türk tipi demokrasi” anlayışı, Türkiye’nin özgül koşulları öne sürülerek, demokrasimizin eksik ve açmazlarını gölgeleme/gizleme çabasının bir ürünü. AKP tarafından gündeme getirilen öneriyle “Türk tipi başkanlık sistemi” kavramı da siyaset dilimize girmiş oldu. Bu yazıda bu sistem ana hatlarıyla incelenecek. Bunun için önce, önerinin düşünsel arka planını ortaya koymakta yarar var.

DÜŞÜNSEL TEMELLER: İKTİDARIN KİŞİSELLEŞMESİ EĞİLİMİ VE OSMANLI GEÇMİŞİ

Türk tipi başkanlık sistemini tam olarak anlamak için, öncelikle, “yıllardır bu model üzerinde çalıştığını” dile getiren AKP’li Burhan Kuzu’nun yazdıklarına göz atılmalı. Kuzu’nun “Her Yönü ile Başkanlık Sistemi” başlıklı kitabı bu konuda başvurulabilecek en güncel kaynak.

Özal, Demirel gibi liderlerin başkanlık sistemini iktidardan düştükten sonra savunduklarını ileri süren Burhan Kuzu, Erdoğan’ın ise en güçlü olduğu dönemde bu sistemden yana tavır koyduğunu; bunun bir vatanperverlik ve ileri görüşlülük olduğunu söyleyerek giriyor konuya (s. 12). Başkanlık sisteminin temel özelliklerini anlattıktan sonra, ABD’deki başkanlık sisteminin Güney Amerika’daki “başkancı” sistemlerle karıştırılmaması gerektiğinin altını çiziyor. Bu görüşü desteklemek için Fransız anayasa hukukçusu Duverger’den yaptığı alıntılar ise düpedüz oryantalist, hatta ırkçı bir tını taşıyor: “birçok Güney Amerika ulusunda halkın büyük bir bölümünün Kızılderili ya da melez, okumamış ve geri kalmış insanlardan oluştuğunu ve bu insanlar için oy pusulasının bir anlam taşımadığını eklemek gerekir… beyaz ırktan birkaç kişi, ancak yavaş yavaş uyuşukluktan kurtulmakta olan renkli derili bir halk kitlesine egemendir ve bu kitleyi avucunun içinde tutmaktadır. Bu kitle her çeşit seçim hilesine ilkelce boyun eğer” (s. 105).

Başkanlık sistemini savunurken Kuzu’nun başvurduğu bir diğer argüman, iktidarın kişiselleşmesi eğilimi. Yazar, tek kişi yönetimlerine karşı yürütülen özgürlük mücadelesi ve parlamento kavgasının ardından, bugünkü durumun bir tür eskiye dönüş olduğunu; “vatandaşların, bu tür iktidar anlayışına sempati duyduğu”nu belirtiyor (s. 127).

“Türkiye’nin özel durumu”na da ayrıca değiniyor. Buna göre, “bu milletin sosyo-kültürel yapısına en uygun sistem başkanlık rejimidir… devletin kurumlarını milletin özü doğrultusunda organize etmek gerekmektedir.” Bu “öz”ün ne olduğunu ve organizasyonun nasıl yapılacağını da bu kez Başgil’den alıntılarla ortaya koyuyor: “Biz üstümüzde bir baş görmek isteyen bir milletiz. Bu başı, kendi içimizden kendimiz seçelim. Fakat ona baş olmanın evsaf ve icaplarını tanıyalım” (s. 111). Başkanlık sisteminin “bu topraklara yabancı olmadığını” da belirtmeden geçmiyor yazar. Tabiî, Osmanlı geçmişine vurgu yapmayı ve dünya anayasa hukuku yazınında şimdiye dek pek dile getirilmemiş bir gerçeği açıklamayı da ihmal etmeden: “ABD’nin ilk kuruluşunda bu sistem oluşturulurken, o günün Osmanlı yönetiminden etkilendikleri de bir gerçektir” (s. 112).

TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ: DEVE Mİ KUŞ MU?

AKP için bir anayasa taslağı hazırlamış olan Ergun Özbudun’un bile, “bu Türk usulü garip bir sistem” sözleriyle tepki gösterdiği (Taraf, 23 Kasım 2012) “Türk tipi başkanlık” sistemi hükümet sistemleri sınıflandırmasında nereye oturuyor? Artık, tam metni basınla da paylaşılmış olan (http://ismetberkan.blogspot.com/2012/11/ak-parti-baskanlk-sistemi-onerisi-tam.html) AKP önerisinin temel özelliklerini gözden geçirerek bu sorunun yanıtını arayabiliriz.

Türk tipi başkanlık sistemi önerisinde, başkanlık sisteminin temel unsurları olan başkanın halk tarafından seçilmesi ve yürütmenin başı olması ilkeleri dışındaki diğer hususlar, bu modele monte edilmiş gibi görünüyor. Örneğin, kuvvetlerin sert ayrılığı olarak anılan klâsik başkanlık sisteminde, parlamenter sisteme özgü olan, yürütmenin yasamayı fesih yetkisi bulunmazken; Türk tipinde başkana bu olanak tanınmış durumda. Yine, klâsik başkanlık rejiminde bulunmayan, yasamanın başkan seçimlerinin yenilenmesine karar vermesi de öngörülmüş. Buna göre, “TBMM veya Başkan, tek başına her iki organın seçimlerinin birlikte yenilenmesine karar verebilir” (md. 28). TBMM seçimleriyle başkanlık seçimlerinin aynı gün yapılacağı ve aynı süre boyunca görev yapacakları (md. 27) bu modelde, TBMM’nin, aynı zamanda parti başkanı olmasının önünde hiçbir engel bulunmayan devlet başkanına bağımlı bir görüntü sergilediği unutulmamalı. Üstelik, Meclisin, başkanın ikinci döneminde seçimlerin yenilenmesine karar vermesi durumunda, başkan bir kez daha aday olabilecek (md. 28). Bu, başkanın görev süresinin sonlarına doğru seçimin yenilenmesi durumunda, bir kişinin üç dönem başkanlık yapabileceği anlamını taşıyor.

Başkana, başkanlık kararnameleriyle, yani, yasa niteliğindeki genel düzenleyici işlemlerle ülkeyi yönetme olanağının tanınması da (md. 22, 23) klâsik başkanlık sisteminde bulunmayan, sistemin özüne aykırı bir yetki.

Başkanın, bakanlık, büyükelçilik, yüksek mahkeme üyeliği gibi üst düzey makamlara yaptığı atamalarda, klâsik başkanlık sisteminden farklı olarak, meclisin onayının aranmaması da bu önerinin dikkat çeken bir diğer özelliği.

Türk tipi başkanlık sisteminde, yasamaya, Osmanlı geçmişiyle uyumlu biçimde, neredeyse 1876 Anayasasındaki gibi yalnızca yasa yapma ile sınırlı bir işlev tanınmış; başkan ise güçlü yetkilerle donatılmış. Bir tek, Kanun-ı Esasî’nin “padişahın kişiliğini kutsal ve sorumsuz” sayan 5. maddesi eksik gibi. Ki, bu eksiklik de, impeachment olarak bilinen, başkanın cezaî sorumluluğuna ilişkin maddede (md. 24), sürecin son derece güç işler hale getirilmesiyle giderilmeye çalışılmış gibi görünüyor. Buna göre, başkan hakkında TBMM üye tamsayısının en az üçte ikisinin vereceği önerge ile soruşturma açılması istenebilir. Soruşturma, Meclisteki siyasal partilerin güçleri oranında temsil edileceği komisyon tarafından yürütülür (ki, muhtemelen en güçlü parti başkanın partisi olacaktır). Soruşturma sonucunda, başkan Yüce Divana ancak, TBMM üye tamsayısının dörtte üç çoğunluğunun oyuyla sevk edilebilir. Bu arada, klâsik başkanlık sisteminin uygulandığı ABD’de, Başkanın Temsilciler Meclisinde toplantıya katılanların basit çoğunluğuyla suçlanabildiğini; Senato’da da toplantıya katılanların üçte ikisinin oyuyla mahkûm edilebildiğini anımsatalım.

Son olarak, anılan kitabında, Güney Amerika rejimlerinde başkanlara tanınan, yasamayı fesih ve kanun gücünde işlem yapma yetkilerini “felaket” olarak niteleyen ve “diktatörlük riski”ne vurgu yapan Burhan Kuzu’nun (s. 103, 132, 163), Türk tipi başkanlık sistemini, “Parlamento görevini yapmaz, yasa çıkarmazsa başkanın oturup ağlayacak hali yok. Obama gece gündüz ağlıyor” sözleriyle (Akşam, 29 Kasım 2012) savunmakta olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.

SONUÇ YERİNE

Cumhurbaşkanının konumu ve yetkilerine ilişkin düzenlemelere bakılarak, “1982 Anayasasının Kenan Evren için dikilmiş bir elbise” olduğu görüşü sıkça dile getirilir. Türk tipi başkanlık sistemiyle de Tayyip Erdoğan için bir kaftan dikilmekte olduğunu söylenebilir. 1982 Anayasası döneminde yaşanan krizlerin temel nedenleri arasında, Türkiye’nin yüz yılı aşkın parlamenter sistem birikimine aykırı biçimde, Cumhurbaşkanının aşırı derecede güçlendirilmesi de vardır. Yapılması gereken, yerleşmiş olan bir sistemi bütünüyle kenara atıp yapay çözümler aramak yerine, parlamenter sistemi işler hale getirecek öneriler üzerinde düşünmektir.

Burhan Kuzu, Her Yönü ile Başkanlık Sistemi, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2012

0 yorum:

Yorum Gönder