Mühendisler ve Toplumsal Değişim (Mutlu ARSLAN)

Tarih, toplumsal bir yaratı olsa da, tarih yazımı daima egemen kesimlerin elinde tuttuğu bir ayrıcalık olmuştur. Bu nedenle, bizlere “tarih” diye aktarılanlara şüpheyle yaklaşmak zorundayız. Kahramanlık hikâyelerinden, komplo teorilerinden ve iktidar güdümünden arındırılmış bir bakış açısı, tarihe asıl şeklini veren toplumsal mücadeleleri daha net görmemizi sağlayacaktır. Bir toplumun tarihine ilişkin bilgilerin güvenilirliğini sınamanın en kolay yolu ise o toplumun demokrasi geleneğine bakmaktır. Çünkü ezilen sınıfların siyasal ve toplumsal gelişmelere yön verme kapasitesi arttıkça, gündelik deneyimlerini gelecek kuşaklara aktarma gücü de artmaktadır. Bu nedenle farklı toplumsal kesimlerin özgün tarihsel gelişimlerinin incelenmesi, toplumsal gelişmelerin yarattığı dönüşümü anlamamız açısından önemli veriler sağlamaktadır. Bu açıdan bakıldığında 18. yüzyıldan itibaren bu coğrafyada yaşanan modernleşme çabalarının merkezinde yer alan mühendislerin ve mühendisliğin içinden geçtiği dönüşümü izlemek, toplumsal gelişmemizin bütünü kavrayabilmemiz açısından ufuk açıcıdır.

Türkiye’de mühendisliğin ve mühendislerin yaşadığı dönüşüme ilişkin araştırma ve incelemelerin büyük çoğunluğu ülkemizdeki TMMOB ve bağlı odaların dönem dönem gerçekleştirdiği üye profili anketlerine dayanmaktadır. Bunların arasında belirli bir kavramsal çerçeveye yaslanarak toplumsal değişimi yorumlayan bazı örnekler öne çıkmaktadır. Ali Artun’un 1999 yılında yayınlanan “Fordizm ve Mühendisin Dönüşümü” ve Ahmet Haşim Köse ve Ahmet Öncü’nün 2000 yılında yayınlanan “Kapitalizm, İnsanlık ve Mühendislik: Türkiye’de Mühendisler, Mimarlar” kitapları mühendislik alanındaki alan araştırmalarının iki önemli örneği olarak öne çıkmaktadır. Bunların yanında Nilüfer Göle’nin 1986 tarihli  “Mühendisler ve İdeoloji” başlıklı çalışması da mühendislik ve toplumsal gelişme ilişkisini yansıtan öncü bir çalışma olarak değerlendirilebilir.

Türkiye’de mühendislerin toplumsal statülerinin izleği, Türkiye’nin toplumsal siyasal dönüşümünün takip edilebilmesi için önemli veriler sağlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında genç cumhuriyetin kök salabilmesini sağlayacak “modernleştirici akıl” olarak algılanan mühendisler, devletten ayrıştırılamaz bir görünüm içerisindedir. Bu tutum, 1950’li yıllardan itibaren Türkiye’de yaşanan gelişmelere paralel olarak değişmeye başlamıştır. Gerek sanayileşme yolunda atılan adımlar, gerek ülkedeki siyasal gelişim, gerekse de Türkiye’deki kapitalizmin örgütleniş biçiminde yaşanan dönüşüm nedeniyle mühendislerin devletle aralarındaki bağ gevşemiştir.

Mühendislerin her anlamıyla bağımsız toplumsal özneler haline geldiği bu dönemde öne çıkan “kalkınma fikri”, mühendisleri “kalkınma idealinin taşıyıcısı” haline getirmiştir. “Teknik aklın” ekonomik ve sosyal göstergelerin iyileştirilmesi için kullanılmasının toplumsal kalkınmayı sağlayacağı anlayışı, mühendisler ile kalkınma arasında yakın bir ilişki doğmasına neden olmuştur. Böylelikle 1950’li ve 60’lı yıllar boyunca mühendisler, devlet ricali ile geniş halk kesimleri arasında “ayrıcalıklı bir aracı” konuma gelmiştir. Bu ayrıcalıklı statü “mühendislerin çıkarları” ile “devletin çıkarları” arasındaki açının giderek büyüdüğü 1960’lı yılların sonuna kadar korunmuştur.

Mühendisler bu ayrıcalıklı konumlarıyla, “siyaset içinde olup siyasetçi görülmemeyi”, “üretim içerisinde yer alıp üretici görülmemeyi” kendi zümrelerinin bir “özniteliği” olarak görmüşlerdir. Bu nitelik 1970’li yıllardan itibaren dönüşüme uğramıştır. Kapitalizmin dünya çapında yaşadığı altın çağın sona ermiş olması, altın çağın gözdeleri olan mühendislerin toplumsal ve ekonomik statülerinin de sonu olmuştur. Mühendis sayısı hızla artarken iş olanaklarının azalması, mühendislerin gelirlerinin azalmasına ve çalışma koşullarının kötüleşmesine neden olmuştur.  Çalışma alanındaki ve yaşam koşullarındaki bu hızlı “işçileşme”, fikri ve ideolojik alana da yansımıştır.

Mühendisler, her anlamıyla işçi sınıfıyla kader bağı içinde olduklarının farkına varmışlardır. Bir önceki dönemin ayrıcalıklı aracıları, artık devrimci öncüler olarak toplumsal mücadelenin ön saflarına geçmişlerdir. Teknik elemanlar da artık DİSK üyesi işçiler, TÖS üyesi öğretmenler ve DEV GENÇ’liler gibi alanlara çıkmaya başlamışlardır.  Personel Yasası, teknik elemanların statüsü ve ekonomik hakları gibi başlıklar üzerinde yürüyen bu dönemdeki mücadelede, miting ve yürüyüşlerin yanı sıra boykot, forum gibi farklı mücadele araçları da kullanılmıştır.

1970’li yıllarda kapitalist ülkelerde birbiri ardına ortaya çıkan krizler, 2. Dünya Savaşı sonrasında uygulanan “Refah Devleti” politikalarının sürdürülemez hale gelmesine neden olmuştur. Özellikle petrol fiyatlarındaki keskin artışlar, petrol bağımlısı pek çok ülkede “stagflasyon”, “bütçe açığı”, “cari işlemler açığı” gibi pek çok sorunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Ekonomide yaşanan bu kriz, bütün olarak “yönetim zihniyetinin” ve “toplumsal kuruluşun” da aşınmasına neden olmuştur.

Türkiye’de ilk olarak 24 Ocak 1980 kararlarıyla gündeme gelen neo-liberal politikaların gerçek mahiyetiyle uygulamaya konulması ise 1983 yılı sonrasında Turgut Özal’ın iktidar olmasıyla başlamıştır. Darbenin toplumsal muhalefeti tamamıyla etkisiz hale getirmesini avantaja çeviren Özal, kısa zaman içinde neo-liberalizmin ekonomik, hukuki ve siyasi altyapısını oluşturmayı başarmıştır. Dünya çapında yaşanan yeniden yapılanma süreci, 1990’lı yılların başında sosyalist bloğun çözülmesi ve reel sosyalizm deneyimlerinin başarısızlıkla sonuçlanmasıyla hızlı bir eklemlenme gerçekleştirmiştir. Neo-liberalizmin “küreselleşme”, “sınırsız dolaşım”, “tam rekabet”, “liberal demokrasi” söylemleri bu süreçte pekişmiş ve gücünü arttırmıştır.

Yaşanan toplumsal siyasal dönüşüm, Türkiye’deki mühendislerin yaşam tarzlarına, ekonomik durumlarına ve toplumsal algılarına da yansımıştır. 1960’larda devlet bürokrasisiyle ve kalkınma idealleriyle, 1970’lerde “emek mücadelesiyle” ve “toplumcu ideallerle” özdeşleştirilen mühendisler, 1980 sonrasında “ihalelerle” ve “köşe dönme idealiyle” özdeşleştirilir hale gelmiştir.

Mühendislerin işçi sınıfı içerisindeki öncü devrimci rolü de 80’li yıllardan itibaren fiilen ortadan kalkmıştır. Neo-liberal politikalar, 1980’li yıllardan itibaren mühendislerin “nitelikli emek” vasıflarını görünmez hale getirmeye başlamıştır. Mühendis emeğinin niteliksizleştirilmesini takip eden 2000’li yıllarda mühendislerin karşı karşıya kaldıkları yeni durum ise “işsizleşme” tehdidi olmuştur. Mühendis sayısının hızla artmasına paralel olarak yaşanan “mesleki değersizleşme”, mühendislerin her türden teknik ayrıcalığını ortadan kaldıran bir düzeye erişmiştir. Teknolojik tekelleşme ve merkezileşmede yaşanan yoğunlaşma, teknik elemanlar açısından bir “farksızlık eşiği” ve “tekniğe duyarsızlaşma” yaratmıştır. Yaşanan bu dönüşüm, mühendislerin kaderini diğer çalışan kesimlerle daha da ortaklaştırmıştır.

KAPİTALİZM, İNSANLIK VE MÜHENDİSLİK: TÜRKİYE’DE MÜHENDİSLER, MİMARLAR, Ahmet Haşim Köse ve Ahmet Öncü, TMMOB Yayınları, 2000.



0 yorum:

Yorum Gönder