Efe Murad’ın Şiiri Hakkındaki Göremeyişlerim (Büşra AKOVA)

-Başlık iyi oldu.
-İyi mi bilemedim de öyle.
-E şimdi ne diyeceğiz biz bu çocuğun şiirine?
-Türkçe değil. Kelimeler Türkçe ve Latin alfabesini kullanmış. Fakat metinler Türkçe olmamış. Yüklemler, zamirler, edatlar, bağlaçlar falan kafasına huni takmış geziyor gibi.
-Çok okuyunca -bir şiiri en az dört beş kere demek istiyorum- bir şeyler oluşuyor.
-Net bir şey olmuyor ama.
-Net ne var ki?
-Hele dil söz konusuyken netlikten bahsedemeyiz. İkinci el tasvirler. Hep eksik kalıyor.
-Hem hep eksik, hem hep geçerli.
-İnsan tabiatı değişmedikçe edebiyat eskimez, ölümsüz yaratıklar gibi dönemin şapkasını giyer ve çıkar. "Yıllar önce yazmış bak hala geçerli" sözünün bir manası yoktur. Bir an için bile geçerli olabilen öyle kalır.
-İnsanın tabiatıyla edebiyatı aynı şeydir diyorsun.
-Onu diyorum, evet. Edebiyatın zamansızlığı özden gelmesinden kaynaklanıyor. Özden geliyor ve yine öze dokunuyor. İletişim ihtiyacından malul en ilkel araç dil. İnsanlığın doğuşuyla yaşıt. İnsanın dili, dişlerin arasında, kemiksiz, sulu, oynak bir garip organ. Canlı gibi. Ağız var, ses telleri var, gırtlak var, nefes var. Ama hiçbirinin adını vermemişiz konuştuğumuz şeye, dil demişiz. Bunun bir anlamı olmalı.
-Düşünelim bunu. Evet.
-Dil düşüncemizin evrakı. Onunla fikrimizi, hislerimizi kayıt altına alıyor, anlayıp, anlaşılabiliyoruz. Bilim de doğanın dili bu durumda; onu izah eden, mantığını ortaya koyan, anlaşılmasını sağlayan ya da ondan anlaşılanın ifade edilmesine olanak tanıyan bir sistem. Doğa bilimle konuşuyor.
-Acaba dil ve düşünce arasında da bilim ve doğa arasındaki uçurum var mı?
-Var gibi geliyor bana. Fikir değilse de hislerimizi izah ederken dilin çok zavallı kaldığı durumlar gani. Hatta fikirlerimiz de özünde his belki.
-İyi de o zaman bizim edebiyata yüklediğimiz değer de saçma oluyor.
-Saçma maçma ben seviyorum kelimeleri.
-Kelimelere meftunuz tamam da insanların net şeyler ifade edebilecekleri bir dil kurmuş olmaları iletişim problemlerimizin temel sorunu olabilir.
-Gayet güzel anladığımız şeyleri işimize gelmediği için anlamamış gibi yapmamız sorun oluyor. Senin hep yaptığın bir şey. Yoksa dil yetiyor bana. Yetinmeyi bileceksin kızım biraz.
-Dil sana da yetmiyor, atma. Noktalama işaretleri bile yetmiyor diye sızlanıyorsun hep. Dil yetmez kimseye. Bakışların var, ellerin var, tüm bedenin var. Kullanırız hepsini konuşurken. Dil yetse tomruk gibi sakince uzanır üst üste öyle konuşurduk, kıpırtısız.
-Üst üste? (Muzip bir gülüş dudağın kenarında oturmuş ayaklarını sallandırıyor aşağı. Ay terliği düştü!)
-Tomruk deyince Adapazarı yolunda gördüğüm halleri geldi birden aklıma. Ölü ağaçlar. Ölülerden tabut yapıyoruz. Ölü içinde ölü.
-Kökü toprakta ağaca mı gömülsün insanlar?
-Nefis fikir bence. Böyle dikine, gövdesine ağacın. Hem bir nevi ölümsüzlük yöntemi.
-Dedemi bir ağaca gömmüş olsak ben gider yaslanır kitabımı okurdum gölgesinde. Piknik olur bayramlarda. Mezarlık dediğin de orman olur.
-Toki de kesip köprü geçiremez içinden. Yaşayanların canına okur bunlar, mamafih ölülerden korkarlar.
-Gezi Parkı Mezarlığı, Kuzey Mezarlıkları.
-Dilden nereye geldik?
-Dilden her yere gidersin. Dille her yere gidersin.
-İnsanları ağaçlara gömelim. Yaşasınlar ağaç gibi, orman gibi. Buraya geldik. Çözümdür mezarlıklara.
-“Sorun yaratmak çözümüne davranıldığıyla vardır. Yaratılmış çözümün epistemolojiye bir katkısı yoktur.” yazmış Efe.
-Anlamış gibi bir de alıntı yapıyor.
-Anladım bunu. Valla anladım. Entropi şeysi mantığı işte bir bakıma.
-Hangi bakıma? Biraz daha aç desem kalacaksın soğan cücüğü gibi.
-E dil yetmiyor dedik başta. Efe de kendine bildik kelimelerle başka bir sistem daha kurmuş. Bildikle bilmediği karıştırmış ihtiyaca göre.
-Çok da biliyor tabii. Kast ettiği şeyleri Zeki Müren Türkçesiyle yazsa da mevzuya uzaklığımızdan anlamayabiliriz.
-Bilmediğimiz bir şeyi, anlatılması zor bir kavrama yaslanarak, yeni bir söylem sisteminde, şiir dilinde yazmış yani toparlarsak.
-Yüksek sesle, tek nefeste, durmadan okuyun bunları demiş çocuk. Yaptın mı?
- Yaptım da benim tek nefese az şey sığıyor bir yana, komik de oldu.
-Anlamları pek bilinmeyen birçok kelime kullanması da ayrı tat.
-Mündemiç, küfreçne (bunun anlamını bulamadım) gibi kelimeler kullanmış. Fotoğraflar, çizimler, işaret ve işaretçiler var ki bunlara dikkatimizi çekmeliyiz.
-Her şey değişiyor. Şiir de öyle. Kendini az kısıtlayan bir yaklaşım var ifade şekillerine. Sınırlar genişliyor. Uyaktan kurtuluyor, şiirdeşuolmazbuolmazlardan kurtuluyor, hafifliyor. Örnek ver deseler Efe Murad’ı koyarım önlerine. Yakın zamanda fazla bir rağbet görmeyeceği muhakkak da sonrasında görecek.
-E uyak, ahenk, gizli bir anlatım falan filan, bunlar şiiri şiir yapan şeyler değil mi?
-Şiiri şiir yapan şey şiir olmasıdır. Ötesinde bir tanım hep yanlış kalır. Ya da yazan şiir yazdım diyorsa yazmıştır. Buna kim ne diyebilir?
-Diyen diyor valla. Şiirin genelkurmay başkanları var. Bunlar darbeyle yönetime geçmiş yaşam formları. Deneysel şiir yazan şairler de bu dünyanın anarşistleri. Yani sağcıdan da, solcudan da her türlü baskıyı görüyorlar.
- Mevcudun doğasıyla savaşılmaz. Martıya uçmayı yasaklayamazsın. Üç beş arkadaşının kanatlarını koparsan gözünün önünde yine de olmaz. Uçmak içinde var. İçini içinden çıkaramazsın. Uçan yok diye uçmak yok olmaz. Cisme saldırıp kavramdan  yırtamazsın. Soyut gerçeklere sallama baltanı. İnsanı insan yapan nedir bilmiyorsun. Tam bundandır ki insanı insanlıktan çıkaramazsın.
-Bingo. Şiiri de şiirlikten çıkarmazsın. Sen kimsin arkadaş?
-Hiç işte. Deli manyak.
-Efe ’cim kalkmış soğana sarımsağa kokusuz şiirler yazmış. Bana şiir yazan olmadı.
-Olmadı. (Surat düşer, hayatın anlamı bulamadan kaybolur, ışıklar kararır, kemanlar girer)
-Boş ver. “İnsanın maddeyi delememesinin nedeninin taşın kaderi olduğunu” diye bir dize okumuşsun. Belli ki bana yazılmış. İsim vermek şartmış mı?
-Hiç.

DEF-BEYİN, Efe Murad, 160. Kilometre Yayınları, 2012.
SERBEST ÇALIŞMALAR (Madde- Şiir Yazıları 2004 - 14), Efe Murad,  160.Kilometre Yayınları, 2014.

0 yorum:

Yorum Gönder