Yiğit Ölür Şan Kalır… (Mutlu ARSLAN)

Hrant Abi, sen şimdi derin bir sessizliğin içinde yatıyorsun ama merak etmeyesin, çocukluk nasihatleri gibi içimize işlemiş kardeşlik tembihin, dilimiz başka hakikat söylemiyor. (BirGün Kitap)

Daha ilkokul çağımdayken bile, arkadaşlarımın ağızlarını doldura doldura babalarından bahsetmelerinden hoşlanmazdım. Oysa senin hakkında anlatacak sağlam hikâyelerim vardı. İçimden “ulan benim babam var ya, benim babam” diye düşünür ama ağzıma getiremez, sıramı savardım. Bir oğlun babasını anlatmaktan daha iyi şeyler yapması gerektiğine inandım hep. Biliyorum ki sen de, babasını anlatan bir oğul olmamdan fazlasını isterdin benim için. Oğullar babalarını yenmedikçe bir dünya nasıl ilerler… Katillerin aldıkları bir şey de çocukların babalarını yenme hakkıdır. (Arat DİNK)

Biliyorsun, kalabalıkların tanrısına inanmıyorum. Bu yüzden tanrıyı yapan kalabalıkların kendisine inanmak zorundayım. Bu kalabalıkların bir yerde gizledikleri bir vicdanları olduğuna, uzundur uyuttukları bir isyanları olduğunu, ne olursa olsun bir gün bir yerde herkesin birbirini anlayacağına, herkesin af dileyebileceğine, hepimizin affedilmek isteyeceğine… İyi kalpli tek bir tanrı olsaydı belki de mecbur kalmazdım insanlığa. Ama sen de biliyorsun işte tanrıların tabiatını ve en kederli, en kanlı mecburiyetimizin insanlık olduğunu. İnsanlık… Bizi çoğu kez bir ahtapotmuşuz gibi öldüren, uzun uzun öldüren, yere çala çala… (Ece TEMELKURAN)

Bizde, okumuş yazmış insanlar “aydın” sayılıyor; doğru değil bu. Muhalif yanları olan insanlar “aydın” sayılıyor, bana kalırsa bu da doğru değil: iktidarlardan birine diklenenlerin, sırtlarını ötekine dayadıklarını pek sık görüyoruz. Hrant Dink tam bir aydındı, çünkü kimseyle iyi geçinmeye çalışmadı. Doğrularını en ağır bedeli göze alarak ifade ederken slalom yapmadı, dikine gitti. Susmayacağını, pısmayacağını, alttan almayacağını anladılar. (Enis BATUR)

Onun ardından yüz binlerce insan İstanbul sokaklarına dökülürken yalnızca bir cinayete tepkilerini dile getirmekle kalmıyordu; tanıdıkları, bildikleri, kendilerinden saydıkları ve korumayı başaramadıkları için içlerinin yandığı bir dostlarına hakkı olan sevgi ve saygıyı sunuyorlardı. (Ertuğrul KÜRKÇÜ)

Derken, Türkiyeli Kürt Ahmet’le, kardeşi olan Türkiyeli Ermeni Hrant’ın büyülü buluşması gerçekleşmiş. Ama meğerse onurlu bir keklikle onurlu bir güvercinin kırılan kanatları bir daha asla onarılamazmış… Ama görenler varmış, telgraf direklerindeki tellerde yüz binlerce üzgün serçe birlikte ötüşüyormuş yüz bin dilden… (Gülten KAYA)

Hrant Dink “görüldü”. Görülmek, görülebilir olmak önemlidir. Onu hedef tahtası haline getiren şey, en başta Ermeni olarak “görülebilir” olmasıydı. Bu ülkede Ermeniler genellikle görünmezler. Göze batmadan yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Adları, soyadları, kimlikleri bir biçimde silikleştirilmiş, karartılmış, kalabalığa karıştırılmıştır. Görülmek, var olmak, çağrıştırmak, hatırlatmak dolayısıyla da “izlenmek” demektir. 301. Maddeyle ya da namluyla. (Murathan MUNGAN)

Sen de çekip gitme/Dayan be umudum/Dön gel, dön gel/Meydan okur hayat/Pabuç bırakmaz ölüme/Dön gel, dön gel. … Bi’daha yazar mı kalem kanaya kanaya/Kâğıdı da kan tutar ağaç değil mi soyu/Ağla doyasıya ağla/Aynı denizde çoğalır yüreğin özsuyu. (Sezen AKSU)

Hrantçığım, babacığım, benim masal babam… Çocukluğun bir güvercin kanadından Saroyan hikâyelerinden bize misafir gelivermiş babacık… O güzelim yüreğin sızlamasın diye elim varmıyor kendi yüreğimin halini yazmaya şimdi. Sadece seninle zamanı yaşamış olabilmenin imtiyazlı sıcaklığı üzerimde… İçim titriyor seni üzecek, incitecek, o kimselere el değdirmediğin vakur kalbini kırarım bilemeden diye… (Şafak PAVEY)

Bir nesil için daha kederlisini düşünemiyorum… Bankta yayınızda oturuyordu, denize ve ufuk çizgisine bakarak… Hortum geldi, sadece onu çekti. Sizler, yani bizler, onunla denize bakıp “yarın hava daha güzel olur, poyraz çıkar ve rutubet düşer, buhar kalktı mı karşı yakanın silueti netleşir, görürsün, kendimizi daha az yapış yapış hissederiz, yarın belli ki hava çok daha insaflı olacak” diyen bizler, aynı meyhanelere, davetlere, sergilere giden bizler, insan isimlerine sahip o insanlık dışı hortumları püskürtemedik. Hrant’ı aramızda tutamadık. (Vivet KANETTİ)

Kardeşimi vurdular. Değerli bir hayata, uzaktan da olsa tanık olması insana heyecan veren bir hayat serüvenine hoyrat bir nokta koydular. Meğer “Türkiye’yi vurmuşlar”. “Türkiye’nin imgesini yaralamakmış” amaç. Ey imge demokratları, sinsi yardakçılar, Hrant’a haddini aşmış, çizgiyi geçmiş yabancı muamelesi çekip milletini kışkırtan basın tüccarları, çekilin aradan. Yasımızı tutacağız. Hrant’ın saçının bir teline Türkiye’nin imgesini toptan vermeye hazırdık. Onu koruyamadık. Bu cinayeti de yabancı güçlere havale etmeye çalışan soğukkanlı komplo uzmanları; TAYAD’lı gençleri Trabzon’da linçe kalkışan güruhu “Milletin hassasiyetlerine dokunursanız böyle olur” diye koruyan başbakanından başlayarak bütün hassas Türkler… Artık susun! Kardeşimin hayatını çaldınız. İz kalmasın diye ölümünü de çalmaya çalışıyorsunuz. O kurşunlar Türkiye’ye, Türkiye’nin imgesine sıkılmadı. Hrant’ın canım canına sıkıldı. Hrant’ın o kocaman sarılışı, o aydınlık gülüşü kâbusunuz olsun. (Yıldırım TÜRKER)

Bugün hala dayanabiliyorsak bunu birbirimize borçluyuz elbet. Tünelin ucundaki ışığa birlik olarak varabileceğimizi kim bilmez. Böyle bir kaynaşmayı kim önemsemez. Benim içerlediğim asla unutmayacak, vazgeçmeyecek ve aydınlatmaya devam edecek “Hrant Dinklerin” ardından, köşe başlarını tutan sözde aydınların onları yok eden zihniyet/lerle savaşmayışı, iz sürmeyişi, belgelerle kanıtlananları bile ele almayışıdır. Oysa unutmamak, yeni acılar yaşamamak için çok ama çok önemli. (Zeynep ALTIOK)

Ah sevgilim… Yaptıklarını, konuştuklarını kim unutabilir sevgili? Hangi karanlık unutturabilir sevgilim? Olmuşları, olanları kim unutturabilir sevgilim? Korku unutturabilir mi sevgilim? Yaşam mı? Zulüm mü? Dünyanın zevki sefası mı sevgilim? Yoksa ölüm mü unutturacak sevgilim? Hayır, hiçbir karanlık unutturamaz sevgilim.

Ben de sana yazdım aşk mektubunu sevgilim. Bana da ağır oldu bedeli sevgilim. Bunları yazabilmeyi Hisusa borçluyum sevgilim. Onun da hakkını verelim sevgilim. Herkesin hakkını herkese geri verelim sevgilim.

Sevdiklerinden ayrıldın.

Çocuklarından, torunlarından ayrıldın.

Sizlerden ayrıldı.

Kucağımdan ayrıldın…

ÜLKENDEN AYRILMADIN SEVGİLİM. (Rakel DİNK)

Hrant’a… “Ali topu Agop’a at”, Editörler: Fahri ÖZDEMİR – Arat DİNK, Yayınevi: Kırmızı Yayınları, 2007

0 yorum:

Yorum Gönder