Feminist Süreli Yayınlar Üzerine Kısa Bir Sohbet (Özlem Çelik ve Demet Gülçiçek ile Söyleşi: Yasemin AKİS)

Yasemin Akis, Feminist Politika Dergisinden, Sosyalist Feminist Kolektif üyesi Özlem Çelik ve Amargi Dergisinin "Mutfak"ından Demet Gülçiçek ile feminist süreli yayınlar üzerine röportaj yaptı.

Hem Amargi, hem Feminist Politika dergisi feminist hareketin farklı kollarından beslenerek doğdular, bu nedenle ve de yılların birikimiyle süreli yayın dünyasında çok ayrı bir yerde duruyorlar. Kısaca süreli yayın serüveninizin nasıl başladığını anlatabilir misiniz?

Özlem Çelik: Bizimki 2009 yılında çıkmaya başlamış bir dergi; yılda dört sayı çıkartıyoruz ve üç ayda bir çıkıyor. Feminist Politika dergisi Sosyalist Feminist Kolektif’in(SFK) kurulmasıyla beraber ilk yayın organı olarak, kendi gündemini ortaya çıkartmak ve feminist hareketin de sesi olmak hedefiyle çıktı. Mevcut feminist yayınları göz önüne alarak, bir tamamlayıcı olarak; onlardan bir anlamda farklı ama dayanışarak…

Demet Gülçiçek: Amargi’yse 2007 yılında politik bir bilgi üretilebilecek bir mecra olarak ortaya çıkıyor. Ama şu son dönemde, kendini evriltmeye çalıştığı bir yer var: gündeliğimizi dergiyle politize etmeye çalışıyoruz. Tabii ki büyük meseleler üzerine de laf etmek önemli ama bir yandan çok da basit gündelik pratikler olarak görünen şeyin aslında ne kadar da bu büyük meselelerle ilişkili olduğunu görmek önceliğimiz.

Kuruluş aşamasında belirlediğiniz feminist ilkeleriniz var mıydı, derginizde yayın süreci nasıl işliyor?


Özlem Çelik: En temel ilkemiz kolektif, hiyerarşilerden azade iş yapmak ve örgütlenmek. Onun için de belli mekanizmalarımız var. Derginin her sayısı için süreç şöyle işliyor; bir sonraki dergiye iki ay kala tüm SFK’ye açık bir yayın toplantısı yapıyor ve dosya konumuza karar veriyoruz. Daha sonra daha küçük bir kurul kuruluyor ve bu kurul her sayıda yeniden oluşturuluyor. Her sayıda yeni bir editör oluyor, pratik işleri toparlaması, takip etmesi için. Bunun dışında değişmeye açık bir yayın yönergemiz var, ortak oluşturulmuş, bu da deneyim aktarımını sağlayan araçlardan bir tanesi. En temel şey; herkesin her işi yapması, öğrenmesi ve aramızdaki rotasyonla tüm dergiye ait işleri kafa emeği, kol emeği ayrımı yapmadan sürdürmek. Yayın kurulumuzsa kararları tek başına herkesten bağımsız veren bir kurul değil, gerektiğinde tüm SFK’ye danışarak çalışan bir kurul. Bir de dizgiyi bir kadın arkadaşımız dayanışmayla yapıyor.

Demet Gülçiçek: Biz yayın kurulu yerine “mutfak” usulüne geçtik. Derginin mutfağına katkı sunanlar değişiyor, tabi bir de sabit grup var. İstanbul ya da Ankara’da bir toplantı alınıyor, mutfaktaki kadınların toplanması kolaylaşıyor. Biz, dergi yazılarında farklılığa gitmeye çalışıyoruz. Amargi’ye “akademik bir dergi olmaya doğru gidiyorsunuz” eleştirisi vardı. Bu bir ölçüde hak verdiğimiz bir şey oldu çünkü bir sürü insan Amargi’ye tezinin makalesini yazabileceği bir yer gibi bakmaya başlamıştı artık. O yüzden son dönemde akademik anlamda bir yerde yazabilecek insanlardan ziyade, tanınmayan ve daha genç kadınların yazmasına önem veriyoruz. Feminist tartışmalar kısmı bizim için daha kıymetli bir yerde duruyor. Farklı görüşlerde aynı dergi içinde çatışan yazılar çok sık oluyor,  bunları yayınlamakta önemsediğimiz bir şey.

Feminist süreli yayın çıkartırken şimdiye kadar karşılaştığınız en ciddi sorunlar neler oldu?

Demet Gülçiçek: Bizde maddi sıkıntı sorunu var. Bir sürü kadın dergiyi okumak istiyor,  ama her seferinde matbaa parası vakti deldiğinde “bu sefer kesin çıkmayacak” diye yüreğimize inerek dergi dönüyor. O yüzden fiyatı arttırmak zorunda kalıyoruz, o tekrar satışı düşüren bir şey. İlk olan şey gönül bağı iken bir anda fiyat gibi şeyleri göz önünde bulundurmak zorunda kalıyoruz. En büyük sıkıntı bu bence, onun dışında olan, kendi içimizdeki ve dışımızdaki tartışmalar istenen şeyler zaten.

Özlem Çelik: Kolektif olmanın getirdiği bir avantajı kullanıyoruz yani kendi katkılarımızla dergiyi destekliyoruz ve aynı zamanda dergi satışından gelen parayla oradan gelen masrafı da çıkartıyoruz. Dağıtım en büyük zorluklardan biri çünkü kendimiz yapıyoruz ve bu zaman, güç ve emek demek. O da aynı şekilde bu yatay yapının bir parçası, o dergide yazı yazarken aynı zamanda o dergiyi gidip yayın evlerinde dağıtan, kargo için paketleyen kişi de olabiliyorsun. Bunların hepsinde herkes bir şekilde görev alıyor. Bir de abonelik sistemimiz var, derginin abone adreslerine gönderilmesi şeklinde.

Soruyu sizin hayatınıza yöneltecek olursak, bu dergiler sizlerin hayatında neler değiştirdi? Kadın yazınının dönüştürücülüğüyle ilgili ne düşünüyorsunuz?


Demet Gülçiçek: Benim aklıma bir olay geldi. Birkaç ay oldu, 15 yaşında iki liseli genç kadın bizim dergiye e-posta atmışlar: “biz yazmak istiyoruz, kadınlıkla ilgili yazacaklarımız olduğunu düşünüyoruz ama başladığımızda yazı gitmiyor ne yapalım?”. Bu hepimizi çok etkilemişti. Şöyle dedik “olayı yazmaya başlayın, gerisi daha kolay gelir”. Benim hayatımda da böyle oldu. Amargi okumaya başladığım zamanlar, yeni politize olmaya başlamıştım. Yazmaya inanılmaz bir teşvik gördüm ve sonrasında içinde buldum zaten kendimi. Ufaktan bir yazma hali gördükleri anda “bak şöyle desene, şunu da yapsana” dediler ve röportaja başladım, iki buçuk senedir de öyle gidiyor. Yazmanın bir kadının hayatını ne kadar değiştirdiğini görebileceğim bir ortam oldu. Direk olarak hayatına başka türlü bakmana neden oluyor, gündeliğin içinde yaşadığın şeylere bir de başka gözle bakmaya başlıyorsun.
Burada yazarken kendimi sürekli açıklamak ve meşrulaştırmak zorunda değilim. “Hissettiğim hemen hemen her şeyi yazabilirim ve bu yargılanmayacak” fikriyle yazmaya başlamak bence insanın kafasını çok açan ve onu rahat hissettiren bir durum. Yani yargılamak dediğim şey işte o erkek dili, sürekli uygulanan bir tür şiddet dili. Yeterince akademik değil, yeterince politik değil, şu değil, bu değil… Bunları hissetmediğin bir şekilde yazmaya başlamak insanı kesinlikle çok rahat hissettiriyor.

Özlem Çelik: Evet, kesinlikle katılıyorum Demet’in söylediklerine… Aslında şöyle bir kıymeti de var bence bizim gibi dergilerin; kadınlarla beraber iş yapıyor olmak! Çünkü kadınlar karma yapılarda kendi sözlerini söylemekte güçlüklerle karşılaşıyorlar ama kendi sözlerini söyleyebilecekleri, kadın oldukları için yargılanmayacakları bir derginin varlığı rahatlatıcı.
Ama bence kadınların örgütlediği dergilerin kıymetini en çok Gezi sürecinde gördük. Biz orada kısa bir araştırma yaptık; Gezi direnişi üzerine süreli yayınlarda yayımlanan tüm sol ve sosyalist yazılara baktık. Yaklaşık yüz otuz altı tane yazı vardı ve bunlardan sadece on sekizini kadınlar yazmıştı. Bu kadar çok bildiğimiz, her yerde okunan dergilerde düşe düşe on sekiz tane yazı düşmüş kadınlara. Bu kadınlar yazmadığı, yazamadığı için mi, tabi ki hayır! Bu dergilerin çoğu erkekler tarafından yönetilen, hiyerarşik yayın süreçlerinin hâkim olduğu yerler. Kadınların aslında yazacak yeri yok, bu yapısal da bir sıkıntı. O nedenle 1920’lerde Virginia Woolf’un her yazı yazacak kadının kendine ait bir odaya ihtiyacı vardır sözü, bugün her yazan kadının bu yazıklarını yayınlayacak bir yayınevine, dergiye de ihtiyacı vardır diye yinelenebilir... Bence Amargi ve Feminist Politika bu yere işaret ediyor.

Hemen direniş üzerinden bağlantılı şu soruyu sorayım; kadınların yazıyla kurduğu ilişkinin ve kadın yazınının daha fazla artmasının sizce feminist bir mücadeleye doğrudan bir etkisi var mı?

Özlem Çelik: Aslında senin bıraktığın yerden, tam da öyle bir yerden etkisi olduğunu düşünüyorum. Yazmak demek özgüvenin güçlenmesi anlamına geliyor, bu da feminist mücadelenin temelinde duran bir şey.

Demet Gülçiçek: Aynen feminist mücadelenin temelinde ve yazmak aslında hem deneyim aktarma, hem de düşünme pratiği. Tam da mesele o deneyimin ortaklaşmasıysa veya bir şeyi sorgulamaksa, yazmak onun yolunu epey açan şey gibi geliyor bana, yani mücadeleyle çok iç içe.

Özlem Çelik: Dediğin gibi gerçekten… Feminist yazın “özel olan politiktir”den başlayan bir yazınsa oradaki deneyim aktarımı, birçok kadına ulaşabilir. Her kadın bir yapıya ulaşamayabilir, kişilere ulaşamayabilir, bir sürü yerde, bir sürü kadın var bunlara ulaşamayan. Mesela cezaevlerindeki kadınlar var, o nedenle ceza evlerine de gönderiyoruz dergiyi. Dergiyi okuduklarında kadınların en azından yalnız olmadığını hissetmesi ve kendi özel alanında yaşadığını şeyin, birçok kadın tarafından yaşandığını bilmesi önemli bir feminist dayanışma.
Dergiye dair dönüşler oluyor mu, kadınlar size nasıl ulaşıyor?

Özlem Çelik: E-posta daha çok işleyen bir sistem ya da sosyal medya demek lazım kısaca, Facebook ve Twitter gibi. Oradan daha çok yazı geliyor: “Bunu web’e koyar mısınız, dergiye koyar mısınız?” O çok iyi geliyor hepimize. Dışarıdan birine o cesareti vermiş olmak, bir kadının mesafeyi kırıp yazısını gönderebilmiş olması çok kıymetli bir şey. O yazıları bizim benimsediğimiz yayıncılık ilkeleri ile kolektif bir değerlendirmeden geçiriyoruz. Dergiye uygunsa dergide, değilse web’de… Bir de her dergi basımından sonra okur toplantısı yapıyoruz, bu da okuyucudan geri dönüş almak için önemli. 

Demet Gülçiçek: Bizde bir önceki sayıydı yanılmıyorsam, yazarların yaklaşık yarısı bizimle Twitter’dan ilişkilendi. Ve insanlar yazıyor ve bunlar çoğunlukla akademi dışı, genç kadınlar oluyor. Muazzam güzel bir şey, çok istediğimiz bir şeydi bizim de.

Süremiz ve yerimiz biraz sınırlı olduğu için son soruya geçiyorum. Bildiğiniz gibi bu röportajı 8 Mart Dünya Kadınlar Günü bağlamında gerçekleştiriyoruz. Bu bağlamdan harekete ederek, eğer zamanınız olsa, imkân ve paranız el verse, kadınlar için ne tür dergiler, yayınlar çıkarmak istersiniz? Sizin kadınlar için kurduğunuz hayaller neler?

Demet Gülçiçek: Benimkisi kişisel bir cevap. Bir sene kadar önce birkaç arkadaş giriştik bu işe kadın öykü dergisi, adını da koymuştuk Kanaviçe. Kurgudan oluşan, kendi deneyimlerimizi öyküleştirdiğimiz... Öykü derken de yazılanlar edebiyatın dibine vurmak zorunda değil, gerçekte yaşadığın şeyi kendi düşüncenle değiştirebilmek, ona politik müdahalede bulunabilmek. Sevdiğimiz kadın yazarlar veya hayatımızdaki kadınları birleştirmek; Simon de Bouvoir’la annemi birleştiriyorum mesela. İkisinin konuştuğunu düşünüyorum. ; kadınların üzerine kadınların yaptığı ve bir sürü kadını bir araya getirebildiğin zengin, geniş bir alan. Çok çok istemiştik, ama hayat meşgalesi… Dört tane parasını pulu olmayan kadının bunu gerçekleştirmesi daha zor.

Özlem Çelik: Benim ilk elden aklıma hızla birkaç şey geliyor. Birincisi mizah dergisi! “Bayan Yanı” gibi kadrosu sadece kadınlardan ama feministlerden oluşan bir ya da birkaç mizah dergisinin çıkmasını çok isterim. İkincisi de feminist bir bakış açısıyla bir dizi çocuk kitabı çıkartmak. Bunun için henüz enerjimiz yok, ama SFK’nin de kısmen gündeminde böyle bir şey var diyelim. Çünkü şuna inanıyoruz, çok erken yaşta feminist bir dille çocuk kitapları okumuş olarak büyüseydik, o prenslerin gelip bizleri alacağına önceden inandırılmasaydık, biraz daha rahat olurdu hayat. Ama tabii paramız daha fazla olsa öncelikle yapacağımız, farklı yayınları daha fazla kadına ve yere ulaştırmak olurdu herhalde. Hep beraber ortak atölyeler düzenlemek yazmak ve hatta çizmek üzerine.

Çok güzel bir söyleşi oldu, çok teşekkürler!

0 yorum:

Yorum Gönder