İmge Yaratmak ve Bozmak (Murat ÖZBEK)

Resim, söz, yazı ve edimin hayatımızda işgal ettikleri yer binlerce yıldır sorgulanır. Bu kavramların hayatımızda yer işgal etmesine izin vermemizle talebimizi de dile getirmiş oluruz. Konumlarını belirledikten sonra muhayyilemizi tasvir etmelerini talep ederiz bu kavramlardan. Örneğin, Edip Cansever “Masa da masaymış ha” şiirinde sözün yazıya aktarılmasının ardından büyük resme ulaşmayı amaçlar. Sayıp dökme yoluyla farklı imajları bir araya getirerek hedeflediği asıl imgeye ulaşmaya çalışır: “Adam yaşama sevinci içinde/Masaya anahtarlarını koydu/Bakır kâseye çiçekleri koydu/Sütünü yumurtasını koydu/Pencereden gelen ışığı koydu/Bisiklet sesini çıkrık sesini.../Üç kere üç dokuz ederdi/Adam koydu masaya dokuzu/Pencere yanındaydı gökyüzü yanında/Uzandı masaya sonsuzu koydu/Bir bira içmek istiyordu kaç gündür/Masaya biranın dökülüşünü koydu/...” Masaya konulanlar birer imaj gibi görünse de önlerindeki boşluk imgeye ulaşmadan önceki boşluğu temsil eder gibi doldurulmayı bekler. Cansever, imge yaratmadan önce imge yıkar. Masaya suyu, çiçekleri, yumurtayı, ışığı koyarken imge yaratıyormuş gibi görünse de bunlarla birlikte masaya dokuzu, sonsuzu, biranın dökülüşünü, uykusunu koyarak imge yıkmayı talep eder.

Özgür Taburoğlu’nun Doğu-Batı yayınlarından çıkan son kitabı Resim Söz ve Yazı, antik Yunandan başlayarak günümüze ulaşan bir yelpazeyle imge yaratmanın ve bozmanın türlü yollarını bir araya getiriyor. Yazar, imge yaratma ve bozma eyleminde resim, söz, yazı ve edimin her birinin kendine özgü koşullarla “punctum” etkisi yaratabileceğini vurgular. “Alfredo Jaar’ın Ruanda’daki soykırımla ilgili yapıtında, katliamı doğrudan sergileyen fotoğraflar yerine, yaşananları yalın bir şekilde betimleyen metinler sergilemesi, resmin, imajın bazen görünürlüğün karşısında olduğuna ikna eder bizi.” ya da “Aile fotoğraflarında çoğunlukla, aile dışından olanların yakalayamayacağı bir punctum etkisi bulunur.” (s.14). Biraz da film karesini anımsatan fotoğraf ve metnin birbirini tamamlaması ya da zaman zaman bir birlerinin yerini almaları Gilles Deleuze’nin kullandığı “photogram” kavramında daha da netleşiyor. Taburoğlu bu durumu şöyle özetliyor: “İmgesel olan bakanla bakılan arasında bir ortaklık, “ortakduyum” (consensus) yaratan duyum ve ifade biçimleridir. Bu ifade resimde olduğu gibi, konuşanla dinleyen, yazan ve okuyan, eylemde bulunan ve eylemin yöneldiği nesne arasında da olur.” (s.14). Film karesini temsil eden photogram “ortakduyum” yaratmada önemli bir görev üstlenir. Örneğin, Bir Zamanlar Anadolu’da filminin bir “photogram”ında bakılan nesne olan topuklu ayakkabı filmin tümüyle birlikte ele alındığında bakan öznelerle birlikte kadının verili durum içinde sahip olduğu konjonktürün “ortakduyum”unu yansıtır. Yazar “ortakduyum”a vurgu yapsa da Alfredo Jaar’ın Ruanda’daki soykırımla ilgili yapıtını ve aile fotğrafını örnek vermesi yaratılmak istenen imge ile yaratılan imge arasında farkı da açığa çıkarır.

Taburoğlu kitapta, resim, söz, yazı ve edimi ayrı ayrı bölümlerde ele alıyor: Yazı ile ilgili bölümde antik Yunanla eski Mısırdan günümüze yazı tarihini irdeleyen Taburoğlu, referans olarak Derrida, Saussure ve Hegel başta olmak üzere birçok düşünürün çalışmalarını ortaya koyar. Örneğin, Hegel’in fikrine göre ideogramlarla şekillenen yazı kötü bir yazıdır. Nitekim bir diğer düşünceye göre Mısırda düşün alanında yapıtların ortaya çıkmaması buna bağlanır ve antik Yunanda fonetik yazı biçimi kullanıldığından dolayı geniş felsefi tartışmalar yapılabilmiştir gibi savlar geliştirilir. Hegel’e göre ise fonetik biçime sahip olan yazı iyi yazıdır. Taburoğlu bu türden tartışmaları ve açıklamaları okuyucuya aktararak bir çerçeve çizip muhayyileyi canlandırıyor. Jacques Derrida’nın yazıya, harfe gösterdiği ilgiye değinen Taburoğlu, ardından Derrida’nın Türkiye ziyaretinden söz eder. Derrida harf devrimini bir katliam olarak değerlendirirken sebep olunan hafıza silimini ise canavarlık olarak niteler. Derrida’nın Türkiye ziyaretinde tuhaf olan ise Derrida konuşma yaparken arkasında Atatürk büstü olmasıydı. Harf devrimine katliam diyen adamın arkasına harf devrimini yapan adamın büstünü koymak Türkiye’deki Atatürk imgesinin sebep olduğu absürdlüğü açıklamada önemli bir örnekti.

Söz kısmında ise Hasan Bülent Nalbantoğlu’nun fikirlerinin önemli yer kapladığını görüyoruz. Nalbantoğlu, antik Yunanda peripatetik okullardaki katılımcıların yaptığı gibi doğal bir şekilde konuşarak paylaştıkları “sözel bilginin” kıymetinden söz eder ve zamanımızın akademisini şöyle eleştirir: “Yavan yazılar yazmak, resimler çizmek, sözler sarf etmek sadece belli konularda uzmanlaşmanın, malumat sahibi olmanın sonuçlarıdır. Uzmanlaşma her tür bilmeye yavanlık katar.” Ancak “söz uçar yazı kalır” türünden belirlemelerle yazının genel geçer bir statüde sabitlenmesine olanak tanıyan ifadeler günlük hayatı daha sık işgal ediyor. Dolayısıyla bu durumun sadece uzmanlaşmayla sınırlandırılması eksik olur. Son olarak edimin konu alındığı bölüm, tragedyalarla başlayıp birçok oyun ustalarının yapıtları Nietzsche, Aristoteles, George Steiner gibi düşünürlerin yapıtları ışığında anlamlandırılmaya çalışılıyor. Edim, resim, söz ve yazının ayrı ayrı buluştuğu bir alan olarak da değerlendirilirse hareket edilen alanın önemi daha net kavranabilir. 


RESİM, SÖZ VE YAZI, Özgür Taburoğlu, Doğu-Batı Yayınları, 2013.

0 yorum:

Yorum Gönder