Sadece Feministler Değil, Özgürlükler Savunmaya Çekiliyor (Pınar SELEK)

Avrupa’nın pek çok kentinde diğer adı faşizm olan “aşırı sağcı” ahtapot, kollarını her yere vuruyor: kadınlara, eşcinsellere, yabancılara, işçilere, çocuklara...

İslamofobi, dikkati hep Müslüman ülkelere çekerek, Avrupa’da, aslında hep var olan, şimdilerde atağa geçen gericiliğin zamanında fark edilmesini engelledi. Oysa on yıllardır neo-liberalizmin diğer yüzü olan yeni-muhafazakarlık, farklı kültürel ve dinsel bağlamlara uyum sağlayarak, büyük mücadelelerle elde edilmiş hak ve özgürlükleri tek tek kaldırmakla meşguldü. On yıldır Avrupa Birliği üyesi olan Polonya’da kürtajın yasak olması, feminist gruplar dışında hemen hemen gündeme bile gelmiyordu.

Fakat İspanya ve Fransa’da son aylarda, aşırı sağcılar atağa geçip özgürlükleri hedef alınca, herkes gözünü Avrupa’da uyanan faşizme çevirdi.

Önce İspanya’da sağcı hükümet, kürtaj yasasına müdahale etmeye kalktı. Mevcut yasa, 2010 yılında sosyalist hükümet döneminde daha da özgürlükçü bir hal almış, kadınların kürtaj olmasının önündeki pek çok engeli kaldırılmıştı. Yeni hükümet, sadece bu değişiklikleri değil, yasanın tamamını hedef aldı ve 1985’deki kürtajın suç olmaktan çıkarıldığı dönemin bile gerisine taşıdı: Eğer yasa geçseydi, İspanya’da, sadece tecavüz sonrası ya da anne ve bebek sağlığını tehdit eden durumlarda kürtaj mümkün olacaktı.

Ama yasa geçmedi. Dünyanın her yerinde kadın örgütleri sokağa döküldü: İspanya’da kürtaj hakkı için. Daha neler… Avrupa ülkeleri de dâhil olmak üzere, henüz kazanılmamış bunca hak varken, feminist hareket ve onu destekleyen tüm özgürlükçüler daha önce kazandıkları hakları korumak için mücadele eder oldular.

Yeni faşist dalga ise savunmada değil, saldırı konumunu terk etmeden, ikinci atağını Fransa’da yaptı. Bu sefer, hedeflerini çoğaltarak… Ahtapot misali, eşcinsellerin, kadınların, Yahudilerin, Müslümanların, işçilerin boğazına, aynı anda sarılarak... Fransa’daki sosyalist hükümet, sosyal hareketlerin baskısıyla eşcinsellere evlilik hakkı tanıyan yasayı gündeme getirince, Katolik kilisesinin ve sağcı partilerin öncülük ettiği binlerce kişi sokağa döküldü. Ellerindeki homofobik, gerici sloganlarla dolu pankartlar gökyüzünden düşmemişti, tabii ki. Ailenin kutsallığını, kadın ve erkek rollerinin farklılığını dinsel söylemlerle süsleyerek bağıran bu insanlar, yasa çıktıktan sonra önce solcu gençleri hedef aldılar, ardından Yahudileri ve Müslüman göçmenleri, sonra da kadınları. Arka arkaya solcu gençler bıçak darbeleriyle yaralandı ya da öldürüldü. Yahudi okullarına yapılan kanlı saldırılara rağmen, komedyenlerin Nazi propagandası popülerleşti. Ardından, lise ve ortaokullarda, uzun yıllar süren mücadeleler sonucu müfredata giren, toplumsal cinsiyet (gender) eğitimlerine karşı kampanya başlatıldı. “Çocuklarımızı eşcinsel yapacaklar!”, “Toplumsal cinsiyet kavramını ortaya atan, Judith Buttler denilen Amerikalı bir kadın… Hem homo hem Yahudi!”, “Kutsal ailemizi savunmak için çocukları okula göndermeyeceğiz!”.  Bu söylemle, Ocak ayının son haftasında, binlerce aile çocuklarını okula göndermedi. Neyse ki bu boykot bir günden fazla süremedi. Ama söz konusu eylem, Fransa’nın pek çok kentinde kitlesel gösterilerle sürüyor. Hollanda hükümeti ise, Mart ortasındaki seçimler dolayısıyla, dikkatli bir söylem tutturuyor. Tabii bu dikkatli söylemin seçimden daha önemli bir nedeni var: Üstelik neo-faşist hareketin hedefindeki eşcinseller, feministler, azınlıklar ve göçmenler çoğunlukta olsalar da, üstelik toplumsal muhalefetin içinde örgütlü olsalar da, karşı bir ses yükseltemediler henüz. Zaman zaman eşcinsel gruplardan, feministlerden, mevcut haklarını korumaya yönelik tek tek sesler yükseliyor ama yetmişli yıllardan beri süren bölünmüşlük nedeniyle, Fransa’da anti-faşist bir blok yok.

Şimdi herkes seçimleri bekliyor. Neo-faşistler sokakta, feministler, eşcinseller ve hedefteki tüm ezilenler ise, kendi grupları içinde…

Bakalım her zaman yeni sürprizler yaratabilme potansiyeline sahip olan toplumsal mücadeleler alanında yeni bir eşik ateşlenecek mi?

0 yorum:

Yorum Gönder