Bu mücadelenin Bir Parçası: Kadın Kadına Öykü Yarışması (Burcu ERSOY*)

Bu dünyada yaşamak, birey olma hakları gasp edilen, özgürlüğü elinden alınmaya çalışılan kadınlar için, doğumundan ölümüne kadar var olma mücadelesidir. Bu toplumda, Türk, Sünni olan egemenin belirlediği tanımıyla sağlıklı, zengin, heteroseksüel ve erkek olmayan herkes, var olma mücadelesinin ne demek olduğunu bilir. Toplumun normları karşısında yer alarak var olmaya çalışmak, hiç bitmeyen bir mücadeledir. Bazıları bu mücadelede sesini yükseltir ve politik bir tavır olarak yaşamını savunmaya başlar; işte o zaman örgütlenerek egemeni yerle bir edecek değişimin parçası olmak kaçınılmazdır.

Egemen normları birden fazla kimliğiyle karşısına alanlar ise bu değişimde çifte rol üstlenirler.  Kadınları seven kadınlar, hem feminist hem de LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) mücadelesinin kesiştiği yerde en çok “görünür olma” çabası verenlerdir. Yaşadıkları toplumda ve de bileşeni oldukları hareket içinde, sesleri cılız kalmasın diye hep daha yüksek sesle konuşmak, her zaman “bir dakika ben de varım” diye varlıklarını hatırlatmak ihtiyacındadırlar. Kadın Kadına Öykü Yarışması da, bu çabanın en güzel örneklerinden biri olarak 2006 yılından beri gerçekleşiyor. Kaos GL’nin mekânında cumartesileri yapılan eşcinsel/biseksüel kadın sohbetlerinde birçok kötücül yapıtı**  eleştirirken “biz neden yazmıyoruz” fikriyle temeli atılmış bir organizasyon bu.  Görünür olmak istiyoruz evet, ama kötü bir profile sıkıştırılmış bir görünürlük değil istediğimiz.

Kurgu ya da gerçek kendi hikâyelerimizi kendimiz kaleme alalım diye çıktık yola. Kendi tarihimize kendi duygularımızla sahip çıkalım istedik. Tarihi yazan erkek zihniyeti, kadınları istediği gibi gösterip, sığ kalıplar içine sokarak birbirlerine düşman etmenin peşindeyken, bununla mücadele etmenin en güzel yolu, yaşayanların kendi kaleminden anlatmasıydı. Duygularını, düşüncelerini kendine saklama nasihatlarıyla yetiştirilen ve hatta mümkünse duymasın-görmesin-bilmesin istenen kadınların, bu üç maymun oyununu bozup eline kalemi alması kolay değildi. Bizi lanetleyen topluma inat, kazanımızı kaynatıp cadılığımızı göstermeliydik. Nitekim kadınlar yazmazsa, tarih erkeklerin yalanı olmaya devam edecekti. İlk sene dokuz cadıyken, her geçen sene arttık ve gün geldi kırkları aştık. Yalanlanan aşklarını, yok sayılan cinselliğini, bilinmeyen ilklerini, unutturulmaya çalışılan ütopyalarını paylaştı kadınlar. Ekim 2009’da Sel Yayıncılık’tan, ilk üç yarışmada seçilen öykülerinden oluşan bir de kitap basıldı: ‘Aşkın L Hali’. Kadın Kadına Öyküler, aynı yıl Kasım ayında TÜYAP Kitap Fuarında yerini almakla kalmadı, yarışmada dereceye giren öykülerin yazarlarıyla beraber yarışmanın jüri üyelerinden akademisyen Güzin Yamaner’in katıldığı ve moderatörlüğünü feminist yazar ve eleştirmen Hande Öğüt’ün yaptığı bir de panel düzenlendi. Yayınlanmasından birkaç ay sonra savcılığın, lezbiyenliğin "doğal olmayan cinsel ilişki", ifadenin de "müstehcen" olması gerekçesiyle soruşturma başlattığı kitabın ikinci baskısı 2012’de çıktı. İçindeki öykülerden ilham alarak Hilal Demir’in elinden hayat bulan yeni kapağıyla yine raflarlaydı. Başarmıştık, öykülerimiz okunuyor sesimizi duyuruyorduk, sürekli artan bir paylaşımla kendi tarihimizi yazmaya devam ediyorduk ve bu bize durmamamız gerektiğini gösteriyordu.

Geçtiğimiz  sene düzenlenen  yarışmada kazanan öykü yazarı, yarışmaya katılma şevkini ikinci yarışmayı kazanan öyküden aldığını söyledi ve ödülünü elinden aldığı öykü yazarına bu gücü verdiği için teşekkür etti. Bu, kadınlar arası eşcinsel aşkı bilmeyenlere ya da yanlış bilenlere kaynak olmasının yanı sıra, kadın kadına aşkı yaşayıp dile dökemeyenlere de değmesi açısından yazmanın ne kadar önemli olduğunu gösteriyordu. Yazmak, bir yandan da içine hapsolduğunuz kabuğu kırmak demekti çünkü: Önce kendine görünür olmak, kendinle barışmak ve bunu herkesle paylaşarak çoğaltmak. Aynı ödül töreninde kazananlardan biri öyküsünü ve ödülünü tutuklu kadınlara; bir diğeriyse nefret cinayeti ile öldürülen trans kadınlara atfetmesi paylaşımın diğer güzel örnekleriydi. Kimisi yazma tutkusunu artık saklamamaya karar verdi; kimisi için ilk oldu ama son olmadı ve başka yarışmalara, başka yayınlara da yazmaya başladı; kimisi ailesine açılacak cesareti ve güveni buldu; kimisi komşusunun, öğrencisinin, öğretmeninin ya da aynı mahallede, sokakta yan yana yürüdüğü birinin de kadınları seven bir kadın olabileceğini fark etti…

Böyle organizasyonlar, kadınların kendilerini ifade etmeleri üzerindeki baskı ve engellemeyi aşması yönünde çok değerli bir fırsat sunuyor ve kadınlar aldıkları cesaretle karanlıkta bırakılmaya çalışılan yönlerini keşfedip, daha özgüvenle isteklerini gerçekleştirmek için adım atıyorlar. Kazandığı ödül sayesinde ne zamandır içinde olan fotoğraf tutkusunu açığa vurabileceği fotoğraf makinesine kavuşan; ödülünün motivasyonu ile başka bir yarışmaya da katılarak kitabı basılan kadınlar oldu ve bunun gibi belki bilmediğimiz birçok güzellik, yenilik kattı bu yarışma kadınların hayatına.

Her sene farklı bir tema ile yoluna devam eden Kadın Kadına Öykü Yarışması tamamen kadınların emeğinden ve yüreğinden çıkan bir organizasyon. Daha çok yazılacak öykü, basılacak kitap var. Kadınlar bu varoluşunu paylaşmaya ve tarihe not düşerek kalıcılaştırmaya kararlı olduğu sürece de, mücadelenin bir parçası olacak bu yarışma.

Yeri gelmişken de hatırlatalım “Bir kadının bir başka kadını sevmesi kendiliğinden mücadelecidir” düşüncesi ile 9.su düzenlenen bu seneki yarışmanın kazananları 8 Mart’ta kaosgl.org websitesinden duyurulacak.


* Kaos GL Kadın Kadına Öykü Yarışması Organizasyonu
**Bu sohbetler sırasında izlediğimiz, kadınları seven kadınları ‘canavar’laştıran Canavar (2003) filmi; bu duyguyu yaşayanları sorunlu, bunalımlı bir ergenliğe hapseden İki Genç Kızın Romanı (2002) kitabı ve kitaptan uyarlanan İki Genç Kız (2005) filmi; kadın kadına aşk ilişkisini kaybetmeye mahkûm olarak gösteren Kayıp ve Çılgın (2001) filmi  örneklerle daha da çeşitlendirilebilir. 



0 yorum:

Yorum Gönder