“Gerçekçilik” ve Fantasma Arasında (Ebubekir AYKUT)

Game of Thrones (Taht Oyunları) dizi olarak yayınlanmaya başladığında fantastik eserleri sevenler tarafından ilgiyle karşılanmıştı. George R.R. Martin’in Buz ve Ateş’in Şarkısı adını verdiği yedi kitaplık fantastik romanı, dizi sayesinde geniş kitlelerce tanınır ve okunur hale geldi. Tabii kitap ve dizi hemen fantastik edebiyatın kurucu babası sayılan J. R. R. Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi Üçlemesi ve senaryosu üçlemenin uyarlamasına dayanan filmler ile karşılaştırılmaya başlandı. Bu çerçevede, Tolkienseverler tarafından Tolkien’in hayal dünyasının ufkunun daha geniş olduğu belirtildi. Martin’in eserleri fantastik öğeleri barındırmakla birlikte esasta tarihi romanlardan okuyabileceğimiz olayları bir araya getiriyordu. Diğer deyişle, Buz ve Ateş’in Şarkısı biraz fazla “gerçekçi” bulunuyordu.

Buz ve Ateş’in Şarkısı’nda “gerçekçilik” algısını besleyen iki durumdan bahsetmek mümkün. Birincisi, Buz ve Ateş’in Şarkısı’nda anlatılan olaylara zemin oluşturan “feodal ilişkiler”dir; feodal beyler ve feodal beylerin bağlı olduğu krallık, krallığa sahip olmak için dönen entrikalar ve kan bağı, veraset oluşturmak için yapılan evlilikler, dinin ve din adamlarının konumu. Kitabın ana olay örgüsünün üç süreç üzerinden yürüdüğünü söyleyebiliriz. İlki, Yedi Krallık’ta Joffrey’in ensest bir çocuk olduğunu fark edilmesi ve Ned Stark’ın idamı ile başlayan taht kavgasıdır. Diğeri, Sur’un ötesinde Akyürüyenlerin ve onlardan kaçan yabanılların Sur’a yürüyüşü ile Sur’da yaşananlardır. Sonuncusu, Dar Deniz’in ötesinde, doğudaki topraklarda ejderhaları ve özgürleştirdiği köleleriyle Kral Toprakları’na yürüyen Fırtınadadoğan Daenerys Targaryen (Dany, Ejderhaların Anası)’ın hikâyesidir. İlk dört kitap boyunca romanın esasını Demir Taht üzerinde hak iddia edenler arasındaki savaşlar ve entrikalar oluşturur. Westeros’ta farklı hanedanlar kendilerine ait topraklar üzerinde hâkimiyet sürmelerine rağmen Demir Taht’ın bulunduğu Kral Toprakları’na ve Demir Taht’ta oturan krala bağlıdırlar. Sur ve Sur çevresindeki olaylar ile Dar Deniz’in ötesinde Dany’nin hikâyesi Yedi Krallık’taki taht oyunlarına doğrudan ilişkili değildir. Yedi Krallık’ta ve diğer yerlerde hüküm süren tanrılar ve inançlar; Yaşam ve Işık Tanrısı (genellikle doğudaki topraklarda, Essos’taki hakim inanç), Yeni Din (Yedi Tanrı inancı) ve Eski Din (Ormanın Çocukları ve İlk İnsanların inancı) ve Boğulmuş Tanrı (Demir Adalardaki deniz tanrısına inanç)dır. Kral Toprakları’nda Kral, Demir Taht’a oturmadan önce Yedi Tanrı inancının merkezi Yüce Baelor Sept’indeki Yüce Septon’un kutsamasından/onayından geçer. Tüm yukarıda bahsi geçenler feodal dönemdeki ilişkileri andırır, romandaki “gerçekçilik” unsurunun baskınlığına işaret eder ve Martin’in eserini tarihi roman türüne yaklaştırır. Bir de bunlara George Martin’in bir röportajında Lancaster ve York hanedanları arasında yaşanan “Güller Savaşı”ndan etkilendiğini söylediğine dair şehir efsanesini de ekleyince tablo tamamlanmış olur.

İkincisi, Martin’in ana karakterleri-ki olayların onların gözünden anlatıldığı karakterlerdir bunlar- olay örgüsü içerisinde çok sıradan olaylar neticesinde felaketlere (kılıç elinin kesilmesi, derinin yüzülmesi, cinsel organların kesilmesi vb.) maruz kalırlar, özellikle bu karakterlerin sıradan ölümü dikkat çekicidir. Romanın kahramanı olarak düşünülebilecek ana karakterlerin ölümü şaşaalı ve kahramanca değil çok sıradandır, elbette bu karakterlerin ölümünün etkisi sarsıcıdır ama ölüm tarzları çok bayağıdır. Yeni kral olmanın verdiği heyecanla “piç” Joffrey tarafından Ned Stark’ın idama mahkûm edilmesi, babasının ölmesi üzerine Kuzey’in varisi olan ve kendini Kuzeyin Kralı ilan eden Robb Stark ve annesi Catelyn’in “Kızıl Düğün”de Roose Bolton ve Walder Frey tarafından katledilmesi, Joffrey’in “el”i olan ve Joffrey’in ölümü ile “Yedi Krallık”ın korucusu haline gelen Tywin Lannister’ın oğlu Tyrion tarafından “uygunsuz bir durumda” arbaletle katledilmesi Martin’in “gerçekçilik”inin göstergelerindendir. (Daha fazla spoiler olmaması için yarıda keselim).

Kitaba sinmiş başka bir tür “gerçekçilik” unsurlarından bahsedelim. Öncelikle Dany’nin doğu topraklarında Astapor, Yunkai ve Meeren şehirlerindeki köleleri “özgürleştirmesi” dikkat çekicidir. Bu “özgürleştirme” faaliyeti “özgürleşen” kölelerin Ejderhaların Anası’nın ordusuna asker olması ya da tebaasının bir parçası haline gelmesi ile sonuçlanır. İkincisi, doğu toprakları bazı gelişmiş ticari merkezlerin (Qarth) varlığıyla birlikte büyücülük, kölelik vb.nin yaygın olduğu topraklar olarak resmedilir. Burada bilindik oryantal bakış açısının hâkim olduğu söylenebilir. Son gerçekçilik unsuru ise Sur’un ötesindeki yabanılların tanımına ilişkindir. Sur‘un ötesinde yaşayanlar Yedi Krallık’taki ya da doğu topraklarında var olan herhangi bir toplumsal düzene, krala, tanrıya ve ahlaki kurala bağlı olmayan topluluklardır. Martin, açıkça dillendirmese de Sur’un ötesinde yaşama, bir seçime “özgür olmayı seçmeye bağlı”dır.

Tüm “gerçekçilik” algısını kuvvetlendiren olaylara rağmen Martin’in eseri fantastik edebiyat türüne aittir. Öncelikle fantastik edebiyat türü kendi içerisinde tutarlılığı olan ve kendi “gerçeklik”i olan bir edebiyat türüdür. Martin’in farklılığı fantezinin “gerçeklik”ini tarihi bir “gerçek”ten çıkarmasında yatar. “Fantezinin gerçekliği” ile gerçek arasındaki bu ilişki Buz ve Ateş’in Şarkısı’ndaki fantastik olayların “gerçek olabilme ihtimali”ni okur açısından kuvvetlendirir. Okur bunları gerçekten olabileceğini düşünmez elbette ama başka bir gerçeklikle yan yana duruyor olması gerçekmiş ihtimalini arttırır. Yani okur Taht Kavgasının gerçekliği nedeniyle Sur’da olanlara ve Dany’nin yaşadıklarına gerçekmiş gibi bakar. Aynı hissi Tolkien’in eserlerinde hissetmezsiniz, çünkü Tolkien’in kurgusu tamamen “gerçeklik” dışındaki bir “gerçek”e dayanır. İnsan ırkının varlığı elf, ork vd. ırklarının varolabilme ihtimalini güçlendirmez, tam tersine insanların varlığı diğer fantastik ırkların varlığına dayanır, bu yüzden Tolkien’in eserleri daha çok masala benzer. Tolkien’in Orta Dünya’yı anlatmaya başladığı ilk eseri Hobbit’in de çocuklar için masal olarak kurgulanmış olması söylediklerimizle ilişkili olabilir mi acaba?

Son olarak kitabın diziye uyarlanmasının yarattığı sıkıntılara dikkat çekelim. Martin, olayları farklı karakterlerin bakış açısından anlatır. Bu tarz bir anlatımda iç sesler, yorumlamalar vb. ekrana yansıtılamaz hale gelir. Mesela kitapta “Kızıl Düğün” sahnesinde (dizide üçüncü sezonun dokuzuncu bölümünün son sahnesi) Catelyn kurulan komployu sezer, ölürken yaşadıkları bir “film şeridi gibi” gözünde canlanır ve onu öldürenlerin Ned’in çok sevdiği saçını kesmeyeceklerini ümit eder çünkü öldükten sonra Ned ile bir araya geleceklerini düşünür. Aynı olay, dizide bu kadar ayrıntılı sahnelenememiştir (belki sahneye bir “iç ses” eklenebilirdi). Diziye uyarlamada ikinci dikkat çekici nokta, Martin’in kitaptaki “gerçekçilik”i ile bağdaşmayan, kadın karakterleri canlandıran oyuncuların “bakımlı” halleridir. Kitaba zemin oluşturan feodal ilişkiler ve Martin’in kitabında yaptığı tanımlamalar bahsi geçen karakterlerin “bakımlı” olmadığına dair kanaati güçlendirir. Hele de Jon Kar’ın sevgilisi olan yabanıl Ygritte’in “bakımlı” hali düşündürücüdür. Bu bağlamda, dizinin kitabın yerini tutmadığını belirtelim ve Martin’in akıcı anlatım tarzı ve “gerçekçilik”i yüzünden, kitabı okumayıp diziyi izleyenlerin ve diziyi izlemeyi düşünmeyenlerin mutlaka kitabı okuması gerektiğini söyleyelim.

George R. R. Martin, Buz ve Ateşin Şarkısı: Ejderhaların Dansı, Çev. Sibel Alaş, Epsilon Yayınları, İstanbul, 2013.


0 yorum:

Yorum Gönder