Kurmacanın Kalabalık Sahnesi (Büşra ÖZCAN)

Her öykünün okuru üzerinde bıraktığı tesir farklıdır. Bu tesir kimi zaman uzun, kimi zaman kısa sürelidir, bazen alabildiğine renkli ve yoğun, bazense soluk ve belirsiz duygulara sürükler insanı. Uyumadan önce, yürürken, otobüs beklerken, bir yerlere yetişirken, yere düştüğümüzde, geç kaldığımızda, sıkıldığımızda, bir yerlerimiz kanadığında, üşüdüğümüzde, öfkelendiğimizde, gazeteyi doğru düzgün katlamayı bir türlü beceremediğimizde, aklımıza gelebilecek en tuhaf ve karmaşık anlarda, sözgelimi bir mülakat esnasında veya muayene sırasında bazı sesler ve görüntüler zihnimize düşer, orada yankılanır, bulanıklaşır, belki de uzun bir unutuşun ardından beklenmedik bir biçimde apaçıklaşırlar. Kesilen elden akan kan karı kırmızıya boyar, adliye koridorunda iki adam bir kavgaya tutuşur, sevilen kişiye açılmak için düzenlediğimiz buluşma midemize saplanan ağrıyla acil serviste son bulur, bir ıslık sesi bizi daha önce hiç girmediğimiz sokaklara götürür, evler terk edilir, evlere geri dönülür. Geriye dönüp baktığımızda bu fotoğraflarla hatırlarız öyküleri. Diyaloglardan, olay örgülerinden, ilk ve son cümlelerden çok, elden düşüveren bardağın çıkardığı gürültü, berberin makasının şakırtısı aklımızda kalır. Bir de erkenden gidişine, bir müddet daha vakit geçirip hemhal olamayışımıza yandığımız kahramanların ellerini dizlerine koyup oturuşları, susuşları, sigara yakışları, pazar sabahı açık büfe arayışları, kaybolmaları, ölümleri ve doğumları. Ali Teoman’ın Kırık Kalpler Terzihanesi’ndeki öykülerine geri dönüp baktığımızda da eşyaların, mekânların ve karakterlerin içinden geçiyoruz. Gizemli, romanesk ve grotesk öyküler olarak başlıklara ayrılmış kitapta, şeylerin tekinsizliği, sertliği ve uğultusu sayfalar boyunca titizlikle işleniyor. Yazar, yerinden oynatılacak tek bir sözcükle bozulacak bir anlatı evreni kuruyor kendisine.
Kitabın ilk bölümü olan “Gizemli Öyküler”de eşyalar, onlara dokunan, onları alıp bir yerden bir yere taşıyan, sürükleyen karakterleri arka plana itip silikleştiriyor. Sahnenin ortasında duran, nereden geldiği belli olmayan, neredeyse kendi kendine var olan geçmişsiz yahut zamanın derinliklerinde kaybolmuş birtakım nesneler anlatılıyor bu öykülerde. Eşyaların iktidarı ele geçirdiği, inat ettiği, kontrolün kaybedildiği hikâyelerin derinlerinde insanı huzursuz eden, yerinde şöyle bir kımıldamasına neden olan iki duygu var: Endişe ve korku. Daimi bir şüphe. Şeylerin sahneyi ele geçirişini izlemenin okuru tedirgin eden bu kasvetli yanı gerek tematik ortaklıklarından, gerekse üsluplarının ve dili kullanış biçimlerinin benzerliğinden dolayı Ali Teoman’ın öykülerini, Bilge Karasu’nun ölüm ve karanlıkla dost, okurunu labirentlerde, dipsiz mağaralarda kaybettirip heyecanlandıran öykülerine yakın kılıyor.
Bu hislerin kökeninde eşyaların öykülerdeki kuşku veren, neredeyse sinsi yönü yatıyor. Adressiz, pulsuz, göndereni belli olmayan mektuplar sözün yokluğunun altını çiziyor. Ketum varlıklar odanın ortasında handiyse endişeden titreyecek karakterleri gözetlenme korkusuyla yerlerine mıhlayacak kuvvetteler. Onların bu yoğun duyguların başlatıcıları olmalarındaki ikinci etkense bir zamana, uzama ve daha da ilginci, gönderene ait olmayışları, yani kimsesizlikleri. Bu öncesiz ve sonrasız hal, istense de durmayan, derine indikçe inen asansörleri, hiç kesilmeden belki yüz, belki iki yüz kere çalan telefonları ürkütücü kılıyor. Yazarın başta da belirttiği bir gizemli bir hale, hikâyelerin başında gittikçe daha keskin bir yoğunlukta parıldıyor.
Kitabın “Romanesk Öyküler” bölümünde ise bu hayalet eşyalar yerlerini mekânların tasvirine ve çakılı kalmaktansa kımıldayan, hareket eden, durağanlıktan uzak karakterlere bırakıyor. Yine de, yazar bu karakterleri isimlendirmiyor, mevki ve konumlarıyla anıyor onları. Sözcük oyunlarının ve absürdün sınırlarına dâhil kurum ve kuruluşların bir yerlerinde yer alan kahramanlar, oyunculara dönüşüyor, başlarından geçecek olayları yaratmıyor, onlara dâhil olmakla yetiniyorlar. Bu yüzden de bu kahramanların varlıkları anonim denilebilecek ölçüde belli belirsiz öykülerdeki kalabalık sahnelerin içinde.
Kitabın son bölümü olan “Grostesk Öyküler”, en baştan beri tüm uyumsuzlukları ve kimliksizlikleriyle anlatılan “şeyleri” dünyanın dışına taşıyor. Anlatıcı bunu onları kimi zaman bir sigara dumanının arkasına, kimi zaman beyaz bir tülün arasına gizleyerek, soyutlaştırarak, saydamlaştırarak yapıyor.
Kırık Kalpler Terzihanesi başından sonuna değin bir kedi-fare oyununun etrafında dönüp dolaşan, sayfaları gizle, gizemle, gözetleyen ve gözetlenenlerle dolu, herkesin bir başkası olduğu, hiç kimsenin kendisi olmadığı, gerçeğin bir aynadan aksedenlere denk düştüğü iç içe geçen durumlar ve olaylardan meydana gelen öykülerden oluşuyor. Ali Teoman, öykülerinde gerçeğin hükmünü kurguyla kırıyor ve okurunu ikirciğin orta yerine bırakıveriyor. Hakikate asla değemeyeceğini hissetse de, gerçekliğin netlik ayarının izine edebiyatla düşüyor yazar.

KIRIK KALPLER TERZİHANESİ, Ali Teoman, YKY, 2012.

0 yorum:

Yorum Gönder