Kırmızı Kedi Yayınları, geçtiğimiz ay içinde Saramago külliyatına yeni bir kitap ekledi. Daha önce Turkuvaz Yayınları tarafından bir bölümü yayımlanan Defterler’in tam metnini okuyucularla buluşturdu. Saramago’nun bitiremeyeceğini düşünüp üzüldüğü Filin Yolculuğu’nu tamamlayıp, sağlığına yeniden kavuştuğu süreçte bir blog açtığını ve orada günlük yazılar ve değerlendirmeler kaleme aldığını biliyorduk. Kabil’e başlamadan önce bir antrenman turu attığını söyleyebiliriz bu blogda büyük yazarın.
Defterler, Saramago’nun âşık olduğu kent Lizbon için yazdığı bir makale ile açılıyor ve ölüm döşeğinde Filistin’e yardım için giden İsveçli yazar Menkell’e ettiği teşekkürle sonlanıyor. 2008 Eylülünden 2010 Haziranına uzanan süreçte Kabil’i yazdığı dönem haricinde düzenli olarak blogda kalem oynatıyor Saramago. En başta Filin Yolculuğu sonrasında oyalanmak için açılan blog, Saramago için ciddi bir uğraşa dönüşüyor. Bir yazar olarak kendini var etmenin tek yolu yazmak olduğu için kendine ket vurmadan, düşündüklerini pamuklara sarıp sarmalamadan, Umberto Eco’nun sözlerini ödünç alırsak “sözlerini tartmak için zaman yitirmeden” internetin sınırsız sayfalarına gönderiyor.
“Öfkeli ama Sevimli”
Umberto Eco’nun “öfkeli ama sevimli” bulduğu bölümlerin çoğunda Saramago, tüm yazarlık hayatı boyunca dert edindiği meselelere yeniden yeniden geri dönerek, daha önce rafa kaldırdığı konuları tozlu raflardan kurtararak ölümün karşısına dikiliyor. Bush’un “dünyayı bir büyükbaş hayvan sürüsüsüyle karıştıran kovboy” olduğunu söyledikten ya da “insanların ortak yaşamının temel değerleri her gün Berlusconi denen şeyin yapışkan ayakları altında çiğnenirken” diye yazdıktan sonra öfkeli olduğu sonucuna varan eleştirmenlerine “Mevcut koşullarda, eksik olan şeyin tam da bu olduğu bir ülkede aşırı öfkelenmekten nasıl söz edilebilir?” diye soruyor.
Toplumsal körlük ve onun beslediği “kişisel rahatlık, cömertlik eksikliği, gündelik yaşamın küçük korkaklıkların” burnumuzun dibinde gerçekleşen kötülükleri görmemizi engellemesine inanamıyor Saramago. Çünkü tam da bizim bu mülayim halimizin dünyayı bu hale getirdiğini düşünüyor. Umut yerine sabırsızlığı, atalet yerine mücadeleyi, kabulleniş yerine reddetmeyi, suskunluk yerine çığlığı, el pençe divan olmak yerine dimdik durmayı tercih ettiğini vurguluyor günlüklerinde. Filistin’den Guantanamo’ya, Afrika’dan Latin Amerika’ya tüm dünyadaki ezilenlerin yanında saf alıyor Saramago. Yaşamının son yılları olduğunun farkında olarak tüm hayatı boyunca savunduğu değerleri daha sıkı sahipleniyor.
Ruh Ailesi
Diğer taraftan kendisini besleyen kaynakları açık edip, ruh ailesi olarak adlandırdığı kendini etkileyen yazarları da sıralıyor Saramago. Amado’ya, Gabo’ya, Fuentes’e, Sabato’ya, Tavares’e verdiği selamlardan sonra gönlündeki aslanları döküyor ortalığa: Camoes, Peder Antonio Vieira, Cervantes, Montaigne, Voltaire, Raul Brandao, Pessoa, Kafka, Eça de Oueiroz, Borges ve Gogol. “Şu benim tarzım olarak adlandırdıkları şeyin temeli 16. ve 17. yüzyıllarda Portekiz’de konuşulan dile duyduğum hayranlık ve saygı” diyerek de yazın sırlarını ortaya döküyor.
Böylece basılı metinleriyle de konuşarak kendi yazınsal deneyimine yeni bir anlam kazandırıyor Saramago. Defterler’deki metinler, alışveriş merkezleri ile ilgili değerlendirmeleri ile Mağara’yı, Portekiz-İspanya birleşmesi ile ilgili tartışmaları ile Yitik Adanın Öyküsü’nü, İncil’e yeni bir bölüm ekleyerek Kabil’i ve İsa’ya Göre İncil’i, toplumsallaşan körlüğümüzü gözler önüne serişiyle Körlük’ü ve Görmek’i (bu liste uzar gider) daha anlaşılır hale getiriyor.
Ölüm Payını Azaltmak
Defterler, Pilar Del Rio’nun önsözde belirttiği gibi “bir yaşam kitabı, bir hazine”. Saramago’nun Defterler’ini okudukça “İnsan nasıl olsa öleceğine göre, bir şeyler yapmak daha iyi olur” diyen Bilge Karasu geliyor insanın aklına. Bilge Karasu yazınında, insana ve dünyaya karşı sorumluluk duygusunun, ardından bir şeyler bırakma isteğinin, “ölüm payı”nı azaltma çabasının sürekli vurgulandığını hatırlayalım.
Saramago, Bilge Karasu okumuş mu bilmiyoruz ama “hayatım boyunca söylediğim birkaç aklı başında sözün, netice itibariyle, hiçbir önemi olmayışının kesinliği ağzımı acılaştırıyor” derken yanıldığını söyleyebiliriz. “Her bir sözün her zaman kendini açıklayacak en az bir başka söze ihtiyacı olduğunu düşünen” birinin kendi sözünün yarattığı etkiyi gözden kaçırması büyük “talihsizlik”. “Hak bilen herkesin kabul edebileceği gibi” ölüm döşeğinde bile yeni bir cümle kurmak için çırpınan bu büyük yazarın, ölüm payını her cümlesiyle daha da azaltarak ölümsüzlüğe ilerlediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Not: Saramago’nun düşünceleri ile ilgili tek eleştiriyi not düşmem gerekiyor. Bu da Saramago’nun nazar boncuğu olsun: Bush’a karşı Obama’yı desteklediğini açıktan ifade ediyor Saramago. Obama’nın bir siyahi olarak sihirli değneğini çıkarıp tüm dünyayı değiştireceğini düşünmüyor tabi ki. Ama Bush ve Cheney ile birlikte gerçekleşen rezilliklerin bir nebze son bulması umudu bile sıkı bir Obama taraftarı olmasına sebep oluyor.
DEFTERLER, Jose Saramago, Çeviri: Nesrin Akyüz, Kırmızı Kedi Yayınları, 2014.
0 yorum:
Yorum Gönder