Faşizmi Analiz Etmek (Mutlu ARSLAN)

“Faşizm” kavramı, ülkemizde son yıllarda en sık ve en yersiz biçimde kullanılan kavramlardan birisi haline geldi. Türkiye’nin en namlı sağcıları bile, politik muarızını suçlamak için kolaylıkla “faşist” nitelemesine başvuruyor. 80’li yıllara kadar Türkiye’deki devlet analizlerinin ve devrimci stratejilerinin anahtar kavramlarından biri olan “faşizm” kavramı, günümüzde pek çokları için alelade bir küfür haline dönüştü.

Faşizm kavramının lümpenleşerek analitik kapasitesini yitirmesinin en önemli nedenlerinden birisi, Türkiye solunun teorik üretiminin kısırlığıdır. 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye soluna sirayet eden ve hala etkisinden kurtulunamayan “şablonculuk” ve “aktarmacılık” hastalığı, özellikle Türkiye’deki devlet yapısı ve sınıf ilişkileri konularında verimli bir teorik birikimin ortaya çıkmasını engellemiştir. Rekabet halindeki devrimci yapıların mücadele zeminlerini haklılaştırabilmek için, dünya solunda önde gelen akım ve teorisyenlerin yazdıklarını şahit gösterme çabası, Türkiye’de solun kendi içine kapanmasının en önemli nedenlerinden biri olmuştur. Bu fasit dairenin sınırlarını zorlama cesaretini gösteren siyasal yapılar, örgütsel olarak da geniş kitlelerle buluşma şansına erişmiştir.

Günümüzde bile Türkiye Solunda Faşizme ilişkin tartışmaların temel referans noktaları, İkinci Dünya Savaşı öncesinde Komintern içerisinde yürütülen tartışmalarıdır. Bu dönemde sürdürülen verimli tartışmalarda Guerin, Togliatti, Troçki, Gramsci ve Dimitrov’un Faşizm üzerine tahlilleri üzerinden geçen 80 yıllık zamana rağmen hala önemini muhafaza etmektedir. Bu isimlerin teorik katkıları, o dönemde faşizmi “normal tarihi gelişmenin kesintiye uğraması” olarak gören basit çelişkilere indirgeyen anlayışın aşılmasında önemli katkılar sunmuştur.

Faşizmi Basitleştirmek

Ne var ki, faşizmin karmaşık doğasını açıklamaya yönelik bu teorik zenginlik, o dönemde yükselen faşizme karşı mücadele pratiği içerisinde ikinci planda kalmıştır. Faşizmin “tekelci sermayenin toplumun geri kalanı üzerinde dolaysız diktatörlüğünün saf ve basit bir ifadesi” olarak tanımlanmasına dayanan Komintern tezi, 1930’lu yıllardan günümüze kadar temel bir perspektif olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşım, faşizmin farklı ülkelerde büründüğü kendine özgü biçimler arasındaki farklılıkların da görmezden gelinmesine yol açmıştır. Türkiye de dahil pek çok ülkede faşizm tartışması, en açık biçimleriyle Almanya ve İtalya’da ortaya çıkan Faşist rejimler ölçü alınarak analiz edilmeye çalışılmıştır.

Bu şabloncu analiz biçiminin Türkiye’deki istisnası, Dimitrov’un “sömürge ve yarı sömürge ülkelerde, gelişmiş kapitalist ülkelerde görülen türden faşizmin söz konusu olamayacağı” uyarısından hareketle Mahir Çayan tarafından ortaya atılan ve sonrasında Devrimci Yol’un da en önemli tezi haline gelen “Sömürge Tipi Faşizm” kavramsallaştırması olmuştur. Geniş bir kitle temeline sahip olmayan ve kapitalizmin yukardan aşağıya devlet kurumları aracılığıyla inşa edilmesiyle ortaya çıkan Sömürge Tipi Faşizm, bir yandan devlet aygıtının "demokratik" bir niteliğe kavuşamamış olması, diğer yandan güçlü bir işçi sınıfı hareketinin bulunmayışı nedeniyle, cılız ve güçsüz tekelci burjuvazinin belirleyici güç olduğu oligarşik yapının halk kesimlerini açık ya da örtük baskı yöntemleriyle yönetmesi olarak tanımlanabilir. Faşizmi soyut bir şablon olmaktan çıkaran ve onu devletin özüne yerleştiren bu tespit, 1970’li yıllarda faşizme karşı mücadelenin bambaşka bir boyutta ele alınmasına olanak sağlamıştır.

Poulantzas’ın Faşizm Analizine Katkısı

Her ne kadar Türkiye’deki faşizm tartışmalarına katkısı sınırlı kalsa da, Komintern’in basit çelişkiye indirgenmiş faşizm analizine ilişkin en kuvvetli eleştiri, Nikos Poulantzas tarafından yapılmıştır. 1970 yılında yayınlanan ve dönemin popüler “devlet teorisi” tartışmalarında kendine özgü bir yer edinen “Faşizm ve Diktatörlük: Üçüncü Enternasyonal ve Faşizm Sorunu ” kitabı, 1930’lu yıllardaki faşizm tartışmalarının üzerine serpilen küllerin savrulmasına da olanak sağlamıştır.

Kitabın adından da anlaşılacağı üzere Poulantzas’ın temel meselesi, Komintern’in faşizmi ele alış biçiminin yanlışlığını tespit etmek ve Almanya ve İtalya örneklerinden hareketle faşizmin yükselişine ilişkin temel belirlenimler ortaya koymaktır. Ona göre Komintern’e egemen olan ve üretim süreci ile sınıf mücadelesi arasındaki bağı doğru tespit edemeyen “ekonomist çizgi”, faşizm analizinin de ekonomist bir indergemecilikle ele alınmasına neden olmuştur. Lenin’in Emperyalizm teorisinin kaba bir yorumuna yaslanan bu ekonomik indirgemeci yaklaşım karşısında Poulantzas, Faşizmin üretim süreçleri, sınıf ilişkileri, siyasal mücadele ve ideolojik hegemonya gibi oldukça farklı düzeylerde karmaşık bir doğaya sahip olduğunun altına çizer.

Poulantzas’a göre Sosyalist Devrimin emperyalist zincirin en zayıf halkası olan Rusya’da olması kadar, faşizmin sonraki iki zayıf halkada (Almanya, İtalya) ortaya çıkması da önemli bir noktadır. Dolayısıyla emperyalist dönemin ürünü olan faşizmi, politik ve ideolojik bağlamlarından kopartarak tek başına üretici güçlerin gelişmişliğiyle açıklamak mümkün değildir. Zaten Poulantzas’a göre zincirin zayıf halkasında olmak ekonomik az gelişmişlikle değil, toplumsal çelişkilerin birikimiyle ilgilidir. Almanya ve İtalya’nın toplumsal formasyonunun kendine özgü karakterlerini anlamaksızın faşizmin buralardaki gelişimini anlamak da mümkün değildir.

Poulantzas’ın analizine göre faşizmin yükselmesi ve iktidara gelmesi iki farklı düzeyde krizi öngerektirir. İlk kriz egemen sınıflar ve sınıf bölümleri arasındaki iç çelişkilerin derinleşmesiyle ortaya çıkan krizdir. Faşizm konjonktürünü belirleyen şey, bir sınıf veya fraksiyo­nun kendi hegemonyasını empoze edemeyişi, daha doğrusu, ikti­dardaki ittifaktan keskinleşen kendi öz çelişkilerini “kendi ken­dine” aşamayışıdır. Faşizmi yükselten bir diğer kriz ise devrimci örgütlerin ve işçi sınıfı ideolojisinin krizidir. İşçi sınıfının örgütsel ve politik yenilgisi, iktisadi olarak bunalım içinde olan burjuva ve küçük burjuva ideolojilerinin politik etkinliğini artmasına neden olur. Hem ideolojik hem de politik olarak güç kazanan küçük burjuvazinin büyük tekelci sermaye ile ittifakı faşizmin temel niteliklerinden biridir.

Poulantzas’ın, olağanüstü devlet biçimlerinin özel bir rejimi olan tanımladığı Faşizm yorumu, hem iktisadi, hem politik hem de ideolojik düzeylerde birbirini tamamlayan çok boyutlu bir analize dayanmaktadır. Poulantzas, Almanya ve İtalya örneklerinden yola çıkarak, toplumun farklı sınıflarının (büyük sermaye, küçük burjuvazi, işçi sınıfı, kırsal kesim) her üç düzeyde karşı karşıya olduğu durumu detaylı biçimde incelemiştir. Zaten Poulantzas’ın Faşizm ve Diktatörlük” kitabını değerli ve istisnai kılan temel unsur, kitapta yer alan teorik çıkarımlar bir yana, faşizm sorunun ele alış biçimidir. Toplumda yer alan tüm sınıf ilişkilerini ve bunların çelişkilerini merkeze alarak yapılan bu analiz biçimi, sonraki dönemde hem devlet teorisi tartışmalarına hem de ideoloji tartışmalarına önemli bir referans oluşturmuştur.

Faşizm ve Diktatörlük, Nikos Poulantzas, İletişim Yayınları, 2012


0 yorum:

Yorum Gönder