Masalın Anlattıkları, Antropoloğun Anladıkları (Elif KANCA)

Başlangıçlar: Varoluş Yokoluş Eşiği 

Masal, her dilde, “kendine özgü söylenme biçimi”yle başlar. Bu nedenle hemen herkes, kendi diline ait kalıp-sözü duyduğunda, bir masalın başlamak üzere olduğunu anlar. Bir varmış, bir yokmuş… Böylece masal ile yaşam/gerçek/kutsal yani kalan her şey arasındaki sınır çizilir; sıra dışı bir şeyler başlamak üzeredir. “Öteki” dünyanın yolunu bilen masalcı, dinleyenlere “dünyaları ayıran engeli” aşırıp kontrollü bir gezi yaptırır. Masalcının anlattığı öyküler, insanların ana hatlarını zaten bildiği öykülerdir: Masal kahramanları başlangıçta bir kötülüğe, haksızlığa uğrarsalar da, sonuç iyilikten yana olacak, kahraman mutlaka mutlu sona ulaşacaktır. Giriş ve sonuç klişeleri bunun garantisidir. Çerçevesi bu kadar net çizilmiş bir anlatıya zihni her seferinde yönelten, merakı cezbeden, masal geleneği, karşısında çaresiz kalınmış kötülüğün, iyiliğe dönüşüm “mucize”sini sunmaktadır. Masalın başlamasıyla, kalan her şey bulanıklaşır; seslendiren ve dinleyen çerçevenin en dışındaki gölgelere dönüşür. Artık dünya, mucizeleri yapacak sözündür.

Kendini Anlattıran Masal 

Borges’e göre herkesin bildiği masallar Şehrazad’ın masalının içinde yer alır. Bin bir gece boyunca masal anlatan Şehrazad, aslında ana masalın ve bu masalı kuran temel tez’in kişileşmiş hali olan hükümdar Şehriyar’ın, anti-tezi olan kişidir ve kendisi de bir masal karakteridir. Şehrazad, masal geleneğini inşa eden ve yeniden üreten masalcıların dehasının sembolüdür: Masalcı bir masal kahramanı!... Çünkü masal gerçekliğinin kabulüyle, varoluş ancak masalda olmayla mümkündür; masalları masallara bağlayarak anlatan Şehrazad, böylelikle ölümü erteleyebilmektedir. Masal, kuralları öylesine zorlayıcı bir anlatı türüdür ki, anlatının masal olabilmesi, bağlı olduğu geleneğin dışına çıkmamayı gerektirmektedir. S. Lem’in ifadesiyle masalcı, “baştan kesin olarak kabul ettiği belirli aksiyomlar”la masalını inşa etmektedir. Masal anlatıcısının yaratıcılığı, en güzel masalı yaratmakta değil, icra esnasında kalıp-söz sistemlerini (ölçü formülleri, uzlaşmalı sunuş kurallarını) en iyi kullanan olmasında, “sabit yapılarla” sanatlarını icra etmesindedir. Calvino’ya göre masal, “belleğin ve unutmanın gece”sinde filizlenir. Masalcı, kolektif bellekte olanları çıkarır, unutulanları anımsatır. Benjamin, masalcının yeteneğini hayatını anlatabilmesinde, farklılığını baştan sona bütün hayatları anlatabilmesinde görmektedir. Şu halde masal, masalcının bir aracı olarak gelenek vasıtasıyla toplumsal bellekte olanı sunduğu bir anlatıdır.

Masal’daki Olağanüstü ya da Homo Faber’in Düşleri

“İmkânsız görünen, hatta mahsus imkânsız olarak kurulan” masal evrenine girişle beraber, masalın gerçekliğine dâhil olma başlar. Masalın ayırıcı yönü, aşılması olanaksız engeller değil, engelleri “aşabilme yeteneği”dir. Masallarda engelleri kuran ve aşmayı sağlayan vasıtalar olarak büyülü nesneler, gündelik hayatı kolaylaştıracak ihtiyaçların ikameleri olarak karşımıza çıkarlar. Bu ihtiyacı oluşturan arzunun kaynağı ise, insanın doğasıyla getirdiği eksikliklerdir. Bu eksikliklerin telafileri olarak “kendi kendine diken iğne, kendiliğinden yemeği ocağa koyup pişen tencere” gibi büyülü masal nesneleri Bloch’un çarpıcı ifadesiyle “teknik arzu imgeleri”dir. İnsanın doğa karşısında yetersiz kaldığı her durum için, masallarda en kısa yoldan bir yanıt vardır. Masal nesnelerinin “büyüsü”, doğa nedenselliğini bozma gücüne sahip olmasındandır. Lévi-Strauss için anlatılar, “bazı araçların belirli bir amaca ulaşmak için nasıl olanak sunduğunu” açıklamaktadır. Kültürel dünya, teknik araçlar vasıtasıyla doğanın “üstüne” inşa edilmiş, “insan böylelikle insan olabilmiştir”. İmkânsızla kültürünü ören insanın aynadaki yansıması, olanaksızı gerçekleştiren masal kahramanıdır. Tolkien’in dediği gibi: “perilerin tersine doğaüstü olan insandır”.

Ötekinin yeniden inşası: İyi ve Kötünün Savaşı

Jameson’a göre, iyi ve kötü arasındaki kavramsal karşıtlık, anlatıları kuran temel düzenleyici kategorilerdir ve “öteki türden bütün öznitelikler ve imgeler (aydınlık ile karanlık, yüksek ile alçak vb)” iyi ile kötü altında toplanabilir. Masalları, “İyi ile kötünün savaşı” olarak okuduğumuzda, senaryo oldukça basitleşir: Başlangıçtaki kötülükle yaşadığı toplumdan sürülen çaresizleşmiş masal kahramanı, sonunda kötülüğü yener, kazandığı hazinelerle evine döner. İnsan için en eski düşünce biçimlerinden biri olan ve hemen bütün sözlü anlatı türlerinde tekrarlanan iyi-kötü çatışması çok önemli bir işlevi yerine getirir: “Kötü kavramı, ötekilik kavramı ile birdir”. “Kötü, benden kökten farklı olan her ne ise, onu; tam da bu farklılık yüzünden benim varoluşuma son derece somut ve acil bir tehdit oluşturuyor görünen neyse, onu nitelendirir”.

Masalın kurucu öyküsünü oluşturan iyi-kötü savaşı, aslında biz ve ötekinin sınırlarının sembolik boyutta, bizim lehimize çizilmiş halidir. Topluluğun inşası ve sürekliliğinde etkili bir faktör olan sınır, masalda sembolik düzeyde iyi-kötü karşıtlığı ile kurulur ve pekiştirilir. Sınırın dışında kalan, bilinmeyen dünyanın, muğlâklığının topluluk için anlaşılır kılınması, merkezin bilinen tanımlamalarından hareketle oluşturulur. Bilinen dünyanın sınırları dışında kalan –doğa ve “öteki” toplumlar- ile ara açıldıkça, zamansal ve mekânsal uzaklık arttıkça, olağanüstünün hatları keskinleşmeye başlar. İyi ile kötünün çatışmasıyla anlatılan, sıradan bir maceradan öte, topluluğun temel değerlerinin dinleyenin zihninde sembolik inşası ve pekiştirilmesidir.

Onlar ermiş muradına… 

Calvino, masalların iki türlü sonlandığını anlatır: “Her türlü sınavdan geçtikten sonra erkek kahraman ile kadın kahraman evlenirler, evlenemiyorlarsa ölürler. Bütün öykülerden çıkan kıssanın iki yönü vardır: Biri yaşamın sürekliliği, öteki ölümün kaçınılmazlığı”dır. Masal, “bir varmış, bir yokmuş”larıyla, yaşam ve ölüm arasında gidip gelen bir sarkaçtır… varoluş-yokoluş eşiğindeki insanın yaşadıklarıdır. “Mitolojik kâbus” ile önce çatışacak, sonra da uzlaşacak olan, sıradan insanı bu uzlaşmaya götüren yol, olağanüstülüklerin yaşandığı ormandan geçer. Masal kahramanı düşmanı/kötülüğü yendiğinde değil de, başlangıç noktasına “zaferle" dönebildiği zaman masal mutlu sona ulaşır. Masal kişisi, “neredeyse” alt edemeyeceği olanaksızlıklarla kurulmuş ve bu nedenle olağanüstü olan dünyadaki yolculuğu, olağan dünyaya yani evine ulaştığında kahraman olabilir. Kahramanlığının tanınacağı yer ise, başlangıçta terk etmeye zorlandığı evi ve/veya yaşadığı toplumdur.

Masal kahramanın yolculuğunu tamamlamasını sağlamayan, dâhil olacağı toplumsal sistemin ve ilişkiler ağının “aklı”dır. Oskay’ın ifadesiyle, masal kahramanı “ileride bir gün ‘Kaf dağının arkasındaki ülkelere’ varmak ve oranın adil hükümdarlarının açacağı yarışmaları kazanarak yoksulluktan kurtulmayı düşler”. Bu haliyle masal, “gündelik hayatta insana yeten uslamlamaların ötesine geçemez”, “masalın aklı, tanımlayabildiği sistemi için araçsallaştırılmış akıldır”, bu nedenle “(v)erili toplumsal sistemin rasyonelliğine vakıf olabilme, kabullenme, onun parçası olabilme yeteneği kazandırır”. Masalla, olağanüstü ile gerçekliğin yani “toplumsal/kültürel” olanın sınırı çizilir. Dolayısıyla masalın olağanüstülükleri ve akıl yürütmeleri yaratıcı değil, dâhil edicidir. S. Lem’in söylediği gibi, masalların içsel anlamı, gerçek dünyanın ontolojik özellikleriyle arasındaki karşıtlıktan türemektedir. Tam da bu nedenle, Boratav’ın ifadesiyle, masal, başı sonu olan “insan” macerasını anlatmaktadır.

0 yorum:

Yorum Gönder