Geçmişin Üzerinden Atlayamayız... (Doğuş SARPKAYA)

Son dönemde, yakın tarihe odaklanan yerli ve yabancı romanların sayısında ciddi bir artış söz konusu. Özellikle çeviri romanları düşündüğümüzde akla ilk gelen kitaplar, Javier Marias’ın Yarınki Yüzün, Pascal Mercier’in Lizbon’a Gece Treni, Javier Cercas’ın Salamina Askerleri, Alberto Manguel’in Bütün İnsanlar Yalancıdır, Juan Gabriel Vasquez’in Düşen Şeylerin Gürültüsü. Pascal Mercier’in romanını bir kenara koyarsak, bu kısa listeden yola çıktığımızda özellikle İspanyolca yazılan ülkelerde geçmiş ile hesaplaşmanın yaygınlaşan temalardan biri haline geldiğini söylememiz mümkün.

Edebiyattaki geçmiş ile hesaplaşma trendi bir tesadüften daha fazlasına işaret ediyor. İspanya ve Latin Amerika’da cuntaların, diktatörlüklerin, suç baronlarının ve uyuşturucu kartellerinin hükümranlıklarının eskiye kıyasla etkilerinin azalması geçmiş ile hesaplaşma sürecinde önemli bir rol oynuyor. Her ne kadar egemenler, tüm bu ülkelerde şiddet, işkence, hukuksuzluklar ve insan haklarının hiçe sayılması gibi durumların yarattığı travmaların bir şekilde halının altına süpürülmesini, “üst üste yığılan yıkıntıların” üstünden atlayıp geçilmesini, dillendirilmeden unutulmasını arzulasalar da sanat ve edebiyatın buna gözlerini kapaması mümkün görünmüyor. Bu açıdan bakıldığında son dönem yakın tarihi inceleyen roman yazarlarının tarihsel bir sorumluluk ve ahlaki bir görevi yerine getirdiği görülebilir. Bu yazıda ele alınacak Vazquez, Cercas ve Manguel’in yapıtlarının sadece bu anlamlarıyla bile değerli olduğunu söyleyebiliriz.

İstisna Değil Kural

Kolombiya’da uyuşturucu kaçakçılığının yarattığı şiddeti anlatan Vasquez’in Düşen Şeylerin Gürültüsü romanı, Walter Benjamin’in “Ezilenlerin geleneği gösteriyor ki, içinde yaşadığımız “olağanüstü hal” istisna değil kuraldır” cümlesiyle koşutluk içerisinde yazılmış hissi yaratıyor. Kitabın anlatıcısı ve kahramanı Antonio Yammara’nın, 1996 yılı Bogotá’sını anlatırken kurduğu cümlelere bakmak bile yeterli:

“O günlerde şehrim, yakın tarihinin en şiddet dolu yıllarından sıyrılmaya başlıyordu. Basit bıçaklama vakalarından, serseri kurşunlardan ya da küçük çaplı uyuşturucu kaçakçılarının arasındaki hesaplaşmalardan değil, küçük insanların küçük hınçlarını ve küçük intikamlarını asan şiddetten bahsediyorum. Bu şiddetin aktörleri kolektiftir ve isimlerinin baş harfleri büyük yazılır: Devlet, Uyuşturucu Karteli, Ordu, Gerilla. Biz Bogotálılar, görüntüleri haber bültenleri ve gazeteler vasıtasıyla bize muhteşem bir düzenlilikle ulaştığı için olsa gerek, bu şiddete alışmıştık; o gün, en son saldırının görüntüleri “son dakika” haberleri seklinde televizyon ekranından geçmeye başlamıştı.”

Yammara, bu olağanüstü durumu içselleştirmiş, -kendi kişisel tarihini bile ülkede gerçekleşen bombalama ve suikast haberleriyle birlikte kurarak- orta sınıf aidiyeti içerisinde kendi sığınağını yarattığını düşünmüş bir halde yaşantısını sürdürürken, eski bir mahkûm olan Ricardo Lavarde ile tanışıyor. Geçimini uyuşturucu ticaretinden kazanırken yakalanan ve 20 yıl hapiste kalan bu adam ile tesadüfü karşılaşma Yammara’nın hayatını tümden değiştiriyor çünkü daha doğru dürüst bir şeyler paylaşmamışken ülkeyi saran şiddetin kurbanı oluveriyorlar. Ardından Yammara’nın ülkesindeki olaylara bakışı değişmeye başlıyor. İnsanın “yaşadığı anın kötü yargıcı olduğunun “ tespitini yapan Yammara, deneyim denen şeyin ise “çektiğimiz acıların envanteri değil, başkalarının acılarına karşı öğrendiğimiz empati” olduğunun ayırdına varıyor. Düşen Şeylerin Gürültüsü hem Kolombiya’nın son otuz yıllık tarihinin farklı bir fotoğrafını çekiyor, hem de kurala dönüşen istisnalara karşı çıkmanın gerekliliğini vurguluyor.

Kurgu ile Gerçek Arasında

Javier Cercas ise Salamina Askerleri’nde İspanya İç Savaşı’nı bir Falanjistin biyografisi üzerinden anlatıyor. Salamina Askerleri üç bölümden oluşuyor: İlk bölüm kahramanımız olan, ilham perileri yitirmiş yenik bir yazar, gazeteci Jaime Gil’in, falanjist önderlerden yazar Rafael Sánchez Mazas’ın İç Savaş sırasında kurşuna dizilmekten kurtulması hikâyesindeki boşlukları tespit etmesiyle başlıyor. Bu bölümde hem yılmış bir yazarın iç sesini dinliyoruz, hem de yeni bir öykü bulmuş gazetecinin heyecanını hissediyoruz. İkinci bölüm, tümüyle Mazas’ın biyografisine ayrılmış. Son bölümde ise, biyografideki boşluğun aslında bir roman kahramanı doğurabileceğini hisseden Gil’in çırpınışlarına tanık oluyoruz.

Cercas, basit bir kurgu oyunu ile Jaime Gil’in çabasını ve Mazas üzerinden İspanya İç Savaşı’nı romanının merkezine yerleştiriyor. Kitabı okurken kendime sorduğum soru ise, bu kadar basit bir hikâyenin, bu kadar yalın bir dille anlatılırken bu etkiyi başarılı bir şekilde nasıl yarattığı oldu. Cercas, kitapta öykü içinde öykü anlatmanın yanında geçmişle gelecek arasında bir köprü kurmuş kurmasına ancak bunu büyük bir serinkanlılıkla ve “zarafetle” gerçekleştirmiş. Anlatımdaki sadelik ve kelime enflasyonundan kaçınması, işin içinde bir romancıdan çok bir öykücünün olduğu hissini yaratıyor.

Cercas’ın altından başarıyla kalktığı bir diğer konu ise tarihi kişiliklerle kurmaca karakterler arasında kurduğu denge. A. Ömer Türkeş’in yerinde tespitini ödünç alırsak: “Salamina Askerleri’nin tarih ve kurmaca arasındaki ilişkiye, gerçek tarihi şahsiyetlerin kurmaca dünyasına katılmasına özgün bir açılım getirdiği bile söylenebilir. Sonuçta edebiyatla tarihsel/toplumsal gerçeklik arasındaki ilişki arzuladığımız bir durum. Kuşkusuz bu ilişkinin edebiyatın ölçütlerine göre kurulması gerekiyor. Cercas’ın başardığı tam da budur.”

Yalana Methiye

Manguel Bütün İnsanlar Yalancıdır kitabında, Cercas’a benzer şekilde, genç bir gazetecinin biyografi yazma uğraşını anlatıyor. Jean-Luc Terradillos, Arjantinli sürgün, Yalana Methiye’nin ‘yazarı’ Alejandro Bevilacqua’nın hayat hikâyesini yazmaya karar veriyor. Bevilacqua, Arjantin’deki darbe sonrasında içeri düşmüş, işkenceler görmüş ve sonunda serbest bırakılarak İspanya’ya sürgüne gönderilmiştir. Kitap, Terradillos’un, Bevilacqua’yı tanıyan dört farklı kişinin anlatımları üzerine kurulur. Her anlatıcı oldukça farklı bir Bevilacqua, resmi çizmektedir. Bu durum öyküyü tamamlamak isteyen Terradillos’u çaresizliğe sürükleyecektir: “Sevdalı, kahraman, dost, kurban, hain, düzmece yazar, kaza intiharı ve daha birçok şey: Tek bir adam için bu kadarı çok fazla.”

Manguel, bir tarafıyla Oilupo akımına göz kırptığı bu kitabında bir insanın yaşamını dört farklı göze anlattırarak, okuyucunun olayları farklı bakış açılarıyla görmesini sağlamaya çalışmış. Diğer tarafıyla ise ülkesinde yıllarca süren devlet terörünün sıradan insanları bile nasıl sardığını, öldürülen, kaybedilen, işkencelerden geçirilen insanların hayatının nasıl karartıldığını anlatarak, Arjantin yakın tarihiyle bir hesaplaşmaya girmiş. Manguel’in bölümler arasındaki dil ve anlatım farklılıklarını çok iyi ayrıştırarak, usta yazarlık dersi verdiğini de vurgulamadan geçmeyelim.

Walter Benjamin Tarih Üzerine Tezler’de şöyle diyordu: “Geçmişin gerçek imgesi uçucudur. Geçmiş ancak, bir daha görünmemek üzere kendini gösterdiği an, birden parlayıp aydınlanıveren bir resim olarak yakalanabilir”. Vazquez, Cercas ve Manguel, “birden parlayıp aydınlanıveren” bu resmi yakalayarak okurlarına sunmayı başarmışlar. Ezenlerin kötülüklerini unutturmaya, cellatlarına benzeyen mazlumların kendi dönüşümlerini normalleştirmeye çalıştığı bir çağda, Murathan Mungan’ın dediği gibi belki de, “hatırladıklarımız değil, hatırlamadıklarımızla başa çıkmamız” gerekiyordur. Gerçek entelektüellerin görevi ise dibe battıkça çamura bulanan hayattaki kaybolmaya başlayan parçaları bir araya getirmek. Vazquez, Cercas ve Manguel, yıkıntıların üstünden atlayarak değil, yıkıntıların üstüne giderek yeni bir dünyanın kurulacağını hatırlatmayı başarıyorlar.

SALAMİNA ASKERLERİ, Javier Cercas, Çev: Gökhan Aksay, Jaguar Kitap, 2012.

BÜTÜN İNSANLAR YALANCIDIR, Alberto Manguel, Çev: Saliha Nilüfer, YKY, 2012.

DÜŞEN ŞEYLERİN GÜRÜLTÜSÜ, Juan Gabriel Vasquez, Çev: Süleyman Doğru, Everest Yayınları, 2012.

0 yorum:

Yorum Gönder