Masal ve Zaman ya da Varlık ve Zaman (Zeliha ETÖZ)

Masal üzerine çalışan üstatlar, ayırt edici özellikleriyle belirsiz bir zamanda, belirsiz bir mekânda gerçekleşmiş, kişileştirilemeyen –peri, cin, dev, vs- karakterler de dahil, bir duygu ya da özelliğin –iyi-kötü, güçlü, vs- tecessüsü olan karakterlerin yer aldığı bir anlatı tanımında birleşiyorlar. Her anlamda gerçeklikle ilişkisi olmayan hayali bir hikaye karşımızdaki. Demek ki gerçeklikle ilişkili olan şey, belirli bir zamanla, belirli bir mekânla, aralarında gerilimler de olsa birçok duyguya haiz canlı-kanlı kişilerle ilişkilidir. Burada dikkati çeken şey, zaman ve mekân mefhumlarının nasıl ele alındığının gerçeklikle kurduğumuz ilişki açısından önemli bir parametre oluşu. O zaman şu mefhumlara bir parça bakmak, ardından masalın zamanının içerimlerine değinmek, bunun da üzerine çalışanların kabullerinin sınırlılıklarını nasıl gözler önüne serdiğini tespit etmek bize başka bir masal resmi sağlar galiba.

Gündelik hayatta zaman, dahil olduğumuz, bizim dışımızda, ölçülebilen bir şey gibi değerlendirilir. Bu objektif veya doğal denilen de zaman anlayışı. Benzer bir durum mekân için de geçerli. Kant da diyor ki zaman da mekân da bize ait görü formları, dünyayı seyrettiğimiz gözlüklerimiz. Bu anlamda ister ‘içimizde’ isterse ‘dışımızda’ olsun her ikisi de bir sabite. Ancak Görecelik Kuramı, zaman ve mekânın kendi başlarına hiçbir şey olduklarını, mutlak olmadıklarını, zamanın olayların akışından ibaret olmasına karşılık mekânın bedenlerin ve enerjilerin var oluşlarının teşekkülü olduğunu söylüyor. Buradan çıkarılabilecek bir sonuç, zamanın ve mekânın belirliliğinin doğrudan deneyimle ilgili olduğu. Ne deneyimi, tabii ki insani varlığın deneyimi. Şimdi deneyim, insani varlığın hem ürettiği hem de üretildiği bir şey, yani ontolojik bir kategori. Dolayısıyla zamanın içinde olmak ve bir de zamanı olmak veya zamanı deneylemek gibi iki halden söz etmek mümkün. Aslında her halde zamanın içindeyiz, ancak zamanı olmak ve zamanı deneylemek bir parça farklı gibi. Her günkü gidiş gelişlerde, uğraşlarda, saatlerle örgütlenmiş gündeliğin içinde zamanın içindeyiz. İnsani varlığın mevcudiyet hali, şimdiye kapılanmış durumu. Dolayısıyla belli birilerinin yapıp ettiklerinin ‘mütemmim cüzü’. Buradaki deneyim doğrudan varoluşumuzla ilgili. Bu hay huyda geçmiş ve gelecek yok, var da hep saat vs ile ölçülmüş, şimdi endeksli. Bunun değeri elbette var; insani varoluşun kendini sürdürmesinin, varolmasının, ölümlüğüne karşın varlıkta diretmesinin bir yönünü gösterir, ama asıl karakterini değil. İnsani varlığın asıl vasfını açık edecek olan, ölçülen zamanda olmaklıkda değil, ama zamanı deneylemededir. Belki gündeliğin içinde insani varlığın asıl vasfının gücül halde olduğunu, edimsel hale gelemediğini söylemeyi de eklemek gerek. O zaman zamanı deneylemek, zamanı olmak nasıl mümkün? Şimdide kalmayıp geçmişe demir atıp geleceğe yönelmeyle. Bu ne menem bir deneyim içinde olma halidir o halde? Öncelikle an’da olma halidir, bu hiçbir şeyin mevcut olmadığı, ancak mevcut olacaklarla karşılaşmaya açık olma halidir, varolma imkanlarıyla, minvalleriyle neredeyse ‘saf’ hallerinde karşılaşma, duyumlama durumudur. Bu sözün içinde olma halidir. Hayır mistik bir deneyimden söz etmiyorum. Çok ‘alelade’ bir yaşantıdan bahsediyorum: masal dinlemekten, bugün neredeyse aleladeliği bile kalmamış bir durumdan.

Şimdi, insani varlığın asıl vasfını nasıl oluyor da masal açık ediyor? Öncelikle ölçülebilir zamanı askıya almakla, sürekli ötelemekle, aynı şekilde belirsiz zamanın tamamlayanı belirsiz mekânı seferber edişiyle. ‘Bir ormana gitmek’ örneğin, mekânın belirliliğini göstermiyor, hem zaman hem mekân olaylarla, edimlerle teşekkül ediyor, edimlerde anlamını kazanıyor. Ek olarak hatırlanırsa masalda olayların anlatımı geniş zamanda veya mişli geçmiş zamanda dile gelir. Tabii bir de masalların geleneksel başlangıcını, hikayenin gidişatında geçen zamanın ifade ediliş tarzını unutmamak gerekir ki ölçülen zamanı, dolayısıyla zamanda olmaklığı hep askıya almak ve an’da olma halini mümkün kılmak söz konusu. Üstelik olaylardaki edimlerin her biri kim oldukları hiç de önemli olmayan birilerince gerçekleşir, tam da bu nedenle masallarda asıl önemli olan kişilerden ziyade işlevlerdir. Kişiler ve nitelikleri hikayeye renk katar; bunun masalın anlatıcısı ile dinleyicisi arasındaki bağla ve tabii masalın sözlü kültürün ürünü olmasıyla özel bir ilgisi de vardır. İnsani varlığı asıl açık edenin masal olduğunu ve bunun özellikle masal dinleme durumunda zamanı duyumsamanın nasıl yaşantılandığına bakalım: Masal dinleme, şimdiden, her gün olup bitenden uzaklaşmak demek önce, söze dalmak, sözde olmak demek ki insani varlıkla hasbıhal etmek anlamına geliyor, insanı varlığın hallerinde, imkanlarında eyleşmek. Heidegger’in dediği gibi, “söz, hep varolana dair söyleşmek demek”. Her sözde bir düşünce içerildiğini ve masalın sözünün sahibinin masal anlatıcısına ait olmadığını, onun sözü aktaran olduğunu ekleyelim. Hikayede edimler, ya da masal araştırmacılarının deyişiyle işlevler, doğrudan insani varlığın hallerine, imkanlarına işaret ediyor, dolayısıyla bunlar doğrudan varolmaklıkla, varolmaklığı duyumsamakla ilişkili, hatta abartılı gelecek belki ama bu halde Heideggerci ‘korku’nun bile duyumsandığını söyleyebiliriz. Sonuç olarak hikayenin akışına katılmakla geçmişle geleceği şimdiye endekslemeden deneyleyebilmek. Ancak denecektir ki masal dinleyen genellikle çocuktur, dolayısıyla insani varlığın asıl vasfını açık edenin masal olduğunu söylemek pek de bir anlam ifade etmiyor. Masal dinlemenin çocuklara has bir edim olmasının doğrudan modernliğin bir sonucu olması bir yana, bu hatalı gerçek bile varolmanın ne olduğunu ancak ‘çocuk olma halinde’ deneylenebildiğini gösteriyor. Modernlikte insani varlığın asıl vasfını yakalayabilmenin, zamanı deneylemenin ya da Heideggerci ifade ile varolmanın zamansallığını duyumsamanın imkanları oldukça kısıtlı. Masalla edinilen insani varlığa ilişkin deneyimin benzerlerine mitoslarda ve ritüellerde rastlamak mümkün. Sözlü kültürün ürünü olarak mitosları bir kenara bırakırsak, elimizde ritüeller kalıyor, onlara da modernlikte bir parça da olsa yaklaşan tiyatro galiba, ama hangi tiyatro diye de sormak gerekiyor. Tamamıyla sinema değil ama bazı filmler belki, ama belki de en çok şiir:

Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında,
Bir garip rüya rengiyle
Uyumuş gibi her şekil,
Rüzgarda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.

Ahmet Hamdi Tanpınar



0 yorum:

Yorum Gönder