“Dünyanın neresinde olursa olsun hangi anne, çocuklarından bahsederken gerçekleri temel alır?” (s. 38) cümlesi, Bahar’ın ölümüne odaklanmış ve ‘Bahar’ın romanı’ olarak tanımlanabilecek bu eseri, bir yandan da anne’nin dramı ekseninde kuruyor. Bahar’ın annesi Hüsniye üzerinden, hiçbir annenin duyarsız kalamayacağı bir dram barındırıyor “Bahar”!
Sabine Adatepe’nin “Bahar” adlı romanında sosyal danışman İna, bir ‘ölüm’ün izini sürüyor: Almanya’da yaşayan göçmen ailenin çocuğu Bahar, bir gençlik evindeki yangında ölmüştür. Törelerine aykırı davranışlarıyla aile onurlarını zedelediği düşüncesiyle kardeşi Burak mı öldürmüştür Bahar’ı? Aklanamayan şüpheler üzerine hapiste tutulan Burak, onun suçsuzluğuna inanan annesi Hüsniye, görevi –anlayamadığı nedenlerle– görev anlayışından çıkararak adeta kendi şahsi meselesine dönüştürmüş sosyal danışman İna ve eklenen diğer isimler…
Kurmaca da Gerçektir!
“Bahar”, ülkemizden yurt dışına giden göçmenler üzerine yazılmış bir eser. Kastamonulu bir ailenin kızı Hüsniye ile yine aynı köyden zamanında Almanya’ya göç etmiş bir başka ailenin oğlu Turan evlendirilirler. Hüsniye, Almanya’da milliyetçi bakış açıları, evlerindeki bozkurt resmi ve oğullarının adında sembolleşmiş ülküleri ile kendi halinde yaşayan aileye gelin gitmiştir; kızı Bahar dört yaşına bastıktan sonra ancak! Romanın gerilimi, olay örgüsündeki geçişler bir yana, okur kendini İna’yı Bahar’ın ölümü üzerine aile ile ilgilenirken buluverir. Bu ölümün asıl şüphelisi bir ‘namus cinayeti’dir. Bu noktada önemli toplumsal olaylar, ülke/dünya gündeminin Almanya’daki göçmenler üzerindeki etkileri, sosyolojik çözümlemeler eşliğinde aktarılır:
“ ‘On bir Eylül olmasaydı, bu bir ergenlik hevesi olarak kalır ve bir sonraki flörtte unutulurdu’ dedi Elif, içini çekti ve sonra iki Almanya’nın birleşmesinin akabinde kültür savaşı adı altında yaşanan zor zamanlardan bahsetti." (s. 164) “İçimizden çoğu Amerika karşıtıydı. Sonra Afganistan savaşı başlayınca birçoğumuz ‘Madem bizi Müslüman olarak kabul ediyorlar, o halde sahiden Müslüman olalım’ diye düşündü.” (s. 165)
Bu cümleler, Bahar’ın ani bir kararla kapanması ekseninde psikolojik çözümler de barındırmaktadır. Okulu sevmeyen, okuyacak birikime sahip olmadığını düşünen Bahar, çeşitli iş kollarında hayatını kurmaya çalışırken bir yandan da 11 Eylül’ün etkilerini kendi üzerinde yaşayacaktır. Babaları Turan, eşi Hüsniye ile evlendiklerinden beri hayatı/gerçek mutluluğu hep dışarıda, başka kadınlarda aramıştır. Çocuk yaşta aile travmalarıyla, bilinçsiz ebeveyn tutumlarıyla kendilerini sorunların içinde bulan bu iki kardeş, Bahar ve Burak, dönüşü artık ‘keşke’ olan noktaya gelmişlerdir. Yazar Sabine Adatepe, belli ki yaşadığı ülke Almanya üzerinden göçmenlik sorununa, Türk ailelerin dramına dair önemli gözlemler/araştırmalar yapmış romanını yazma aşamasında.
Romanın Sırtındaki Kaşıntı
“Bahar”, bir aile dramına odaklanmasının yanı sıra, sosyal/siyasi roman özelliklerini yansıtmasıyla da dikkatleri çekiyor. Hatta bu roman, –1990’lı yıllar, özellikle de 28 Şubat ve sonrasında oluşan ‘türban/kapanma’ konusu, ‘siyasî İslâm’ kavramının siyasî terminolojide adından sıkça söz ettirmesi vb. ekseninde– önemli tezler de içeriyor. Bu bağlamda okur, yakın tarihe ilişkin önemli bilinçaltı/alt cümleler barındıran bir romanla karşı karşıya!
İna, Nihat ve Diğerleri…
Romana açıklayıcılıktan ziyade yaşanılan an’a dair konuşmalar ve tüm bunların ardındaki İna’nın iç sesiyle başlamak, okuma konforunu bozan, zihni yoran; ama bir o kadar da merak duygusunu kamçılayan önemli bir öğe. Romanın ilk bölümünde sesini duyduğumuz İna, ikinci bölümde yerini Nihat dedeye bırakıyor. Sabine Adatepe kendisine iki anlatıcı (diğerlerini saymazsak!) belirlemiş: İna ve Nihat. Diğer karakterler de yeri geldiğinde görevi devralarak romanın akışına katkıda bulunmuşlar. Ama daha da önemlisi, anlatıcı/lar ara sıra sırtını yazara dayayıp kenara çekilmiş, Sabine Adatepe de hissettirmeden karakteriyle yardımlaşmış akışı verme işinde. Sanırım bu teknik, örgünün ileriye geriye karmaşık düzlemde ilerlemesinden (zaman/mekan atlamalarıyla birlikte) kaynaklanıyor. İşte bu nedenle Burak, babası Turan, annesi Hüsniye, arkadaşı Leonie, hatta ölümü öncesi Bahar, köydeki Hadiye yenge, ara perdeden seslerini duyabildiğimiz diğer karakterler. 237 sayfalık romanda dikkat çeken önemli konulardan biri, romanın tekniği ve bununla ilgili anlatıcı çeşitliliği olsa gerek. Ama daha da önemlisi doğal, içten anlatımı ve merak öğesini önemli çatışmalara dönüştürebilmedeki başarısı Sabine Adatepe’yi önemli bir romanın yazarı olarak karşımıza çıkarıyor. Dildeki başarılı çevirisi, yalınlığıyla romanı adeta içimizden biri yapan (zira konu/olay özellikleriyle roman zaten bizden biri) çevirmen Levent Bakaç’ı da kutlamak gerekiyor. Bu noktada söylemeden edemeyeceğim önemli bir düzeltme hatası var ki bu eser için büyük bir talihsizlik: Romanın “İstatistik” bölümünde (94–103 arası) Axel (?) / Alex (?) adlı karakter, 13 kez Axel, 6 kez de Alex olarak karşımıza çıkıyor. Karakterin adı muhtemelen bunlardan biri (!).
Her Son Bir Umut Taşır; Hayat Gibi!
Romanda duygulu, içten kişiliğiyle tanıyacağımız İna, romanın sonunda okuru özel cümleleriyle selamlar ki, gencecik Bahar’ın artık bu dünyada olmayışının acısını yok edemese de, aynı hayat gibi, umudu ıslıklamaya davet eder okuru:
“(…) Leonie’yi bekliyorum. Onun da bağlantımızı sürdürmek istemesi ne güzel oldu. Burada Coffee-Shop’ta, deyim yerindeyse tarafsız bölgede buluşmak onun fikriydi. Elbe’nin öbür tarafındaki semtten, Karadeniz’deki köyden, kendinden, Burak’tan yeni haberler getireceğine ve böylece bana da kendi yolumu çizmek üzere kafamı berraklaştırmama yardım edeceğine eminim.” (s. 237)
BAHAR, Sabine Adatepe, Çev. Levent Bakaç, Ayrıntı Yayınları, 2015.
0 yorum:
Yorum Gönder