Roman sanatının edebiyatta hegemonyasını sağlamasıyla kapitalizm gelişimi arasındaki bağ sürekli vurgulana gelmiştir. Lukacs, Roman Kuramı’nda epiğin yerine romanın geçişini ünlü “roman Tanrı’nın terk ettiği bir dünyanın epiğidir” cümlesiyle gözler önüne sermişti. Bakhtin, şiirde “sözcüğün doğal diyalojikleşmesi sanatsal kullanıma koyulmaz” diyerek şiirin toplumsal gerçekliği yansıtmada yetersiz kaldığını belirterek, romanın egemenliğinin tarihsel gelişimin doğal sonucu olduğunu savunuyordu. Ian Watt ise Romanın Yükselişi’nde gerçekçiliğin romanı diğer türlere göre daha avantajlı bir konuma sürüklediğini ortaya koymuştu.
Romanın yükselişi ile kapitalizmin muzaffer oluşu arasındaki bağ defalarca vurgulanmışsa da burjuvazinin bu yükselişteki rolü üstüne yeterince durulmadı. Daha doğrusu yeni ortaya çıkan hâkim sınıfın romanlarda ‘yeni bir tarihsel karakter olarak’ geçirdiği evrimin analizi nedense eksik kaldı. Marksist edebiyat kuramcısı Moretti “Tarih ile Edebiyat Arasında: Burjuva” adlı eserinde tam da bu eksikliğin üstünde durarak, roman sanatında burjuvanın ve onun temsil ettiği değerlerin peşine düşüyor. Kitap, Robinson Crusoe’dan başlayıp Viktorya dönemi İngiliz edebiyatına oradan da yarı çevre ülkelerdeki dönüşümlere doğru yolculuğa çıkarken “kapitalizmin muzaffer, burjuva kültürünün ölü” oluşunun sebebine odaklanıyor.
“Gerçekliğin Kat Yerleri”
Böyle bir çalışmanın ister istemez roman karakterlerine yoğunlaşacağını düşünüyor insan. Moretti, kitabın ilk iki bölümünde roman karakterlerine yoğunlaşsa da, kitabının merkezine roman tarihi boyunca ortaya çıkan anahtar kelimeleri koyuyor. Karakterlerden ziyade roman biçiminin geçirdiği dönüşüm Moretti’yi daha çok ilgilendiriyor. Çünkü Moretti’nin amacı bir ‘burjuva’ figürü yaratıp onu eleştirmek değil: “Bir edebiyat tarihçisi olarak, belirli toplumsal gruplar –bankacılar, yüksek devlet memurları, sanayiciler, doktorlar ve benzeri- arasındaki fiili ilişkilerden ziyade, kültürel formlar ve sınıfın karşılaştığı yeni gerçeklikler arasındaki ‘kat yerine’” odaklanmak. Kısacası Moretti, defalarca tekrarlanmış ve çoğunlukla “kaba içerik çözümlemesi” yaftası yapıştırılmış karakter merkezli eleştiriyi, biçimsel eleştiri ile diyalektik bir ilişkiye sokarak derinleştiriyor çalışmasında.
Moretti, kitabına Robinson Crusoe’nun değerlendirmesiyle başlıyor. 1600’lü yıllarda, hala aristokrasinin hâkim sınıf olduğu zamanlarda Anglo-Sakson dünyasında yeni orta sınıf adıyla anılan burjuvanın maceracı girişimci ruhu ile sahne almıştı. Maceracı ve ‘çalışkan’ burjuvanın başarı öyküsüdür Robinson. Kapitalizmin muzaffer yıllarında maceracılık her ne kadar sönümlenmeye yüz tutmuş olsa da çalışkanlık mitinin, çalışma ideolojisine katkısını görmezden gelemeyiz. Moretti’ye göre çalışma bu dönemde “sosyal iktidarın yeni meşrulaşma ilkesi haline gelmiştir”. Robinson’un elde ettiği servetin haklı olduğu sonucuna varırız, kitabı okurken, çünkü neredeyse kitabın tamamı Robinson’un adada hayatta kalma yolunda attığı adımları anlatmaktadır. Ama Moretti, dikkatimizi başka bir noktaya çeker: “Yalnız başına harcadığı emek, ona bir pound bile kazandırmamışken Brezilya’daki çiftliğinde isimsiz köleleri sömürerek zengin olur”. Burjuvanın miti bile dezenformasyonla kurulmaktadır. Bu noktada Moretti, ‘endüstri’ kelimesinin dönüşümüne odaklanarak şu sonuca da varır: “Zekice çalışmanın yerini çok çalışma aldı”. Bu dönemin anahtar kelimelerinin ise faydalı, verimlilik ve konfor olması da şaşırtıcı değildir.
“Katı olan herşey daha da katılaşırken…”
1800’lü yıllara gelindiğinde ise kapitalizmin aristokrasi karşısında hegemonyasını tesis ettiğini görüyoruz. Moretti’ye göre dönemin anahtar sözcüğü ‘ciddi’ olmuştur: “Ciddi, burjuvazinin egemen sınıf olma yolundaki adıdır”. Bu dönem ‘tarafsız bir yargıç’ olan anlatıcının ortaya çıkışını sağlayacaktır. Günlük olayların (en bayağı örneklerinin bile) anlatının içine dâhil edilmesiyle roman toplumsal olana ayna tutan bir türe dönüşmeye başlamıştır. Romanın dolgularına sirayet eden betimleyici ayrıntıların çeşitliliği bu dönemin karakteristik özelliğidir. Gündelik hayat romanı ele geçirmeye başlamıştır. “Bildungsroman ve hayal kırıklığı ile olasılığın buruk karışımı: flört hikâyeleri ve dingin bir terbiye anlatısı; tarihsel roman ve geçmişin beklenmedik alışkanlıkları; kent komploları ve hayatın aniden hızlanışı. Bu 19. yüzyıl gündelik yaşamının genel anlamda yeniden uyanışıdır.” 1800’lü yılların başları devrimler çağıdır ve bu dönemin yazarları ani dönüşümün yarattığı baş dönmesiyle yazmışlardır. Burjuva ise bu sürekli dönüşümün merkezi kahramanıdır.
Ama Moretti’ye göre bir kuşak sonra rüzgâr tersine döner. Flaubert’in eserlerinde karşılaştığımız ve daha sonraki yazarları da etkisine alan, düzenli ve sıradan hayatın tehdit edici, baskıcı bir hale dönüşmesidir. Bu dönemin tercih edilen zamanı hikâye bileşik zaman kipi olmuştu: “Hiçbir sürpriz vaat etmeyen kip; tekrarın, sıradanlığın, arka planın kipi. Fakat öyle bir arkaplandır ki bu, ön plandan önemli hale gelmiştir.” Yine bu dönemde ‘tarafsız bir yargıç’ olan anlatıcı yerine üslupsal bir dönüşüm gerçekleşmiş ve serbest dolaylı üsluba geçiş yapılmıştı. Moretti’ye göre: “Madam Bovary, Avrupa edebiyatını kendi didaktik işlevinden koparan, bilge anlatıcının yerine yüksek dozda serbest dolaylı üslubu getiren yavaş sürecin mantıksal sonucudur”. Burjuva, devrimler çağı sona erdikten sonra, tüm devrimci niteliklerinden soyunarak ciddi, sıkıcı ve sıradan bir bireye dönüşmüştür. Romanlarda öznelliğin azalışı ve nesnelliğin yükselişi burjuva bireyin bu niteliğinin –niteliksizlik de denebilir– ürünüdür. Devrimler çağının sona ermesiyle birlikte “katı olan her şey, daha da katılaşmaya başlamıştır”.
Bir Çağı Kaplayan Sis
1800’lü yıllardaki kapitalist dönüşüm, üslupsal dönüşümle paralel ilerlemiş ve Viktorya dönemi edebiyatının oluşumunu sağlamıştır. Viktorya döneminin anahtar kelimeleri ‘tesir’ (ki Moretti bu kelimenin hegemonya olarak okunabileceğini ima eder) ve ciddinin yerine ikame ettirilen ‘ağırbaşlılık’ olmuştur. Bu anahtar kelimelerin işaret ettiği nokta ise burjuvanın bir bilgi ehlinden duygusal ve inkâra meyilli bilgiden korkan bir anti-entelektüele dönüştürmesidir. Moretti’ye göre Viktoryen çağ, eylem adamının teori adamını yenilgiye uğrattığı bir simgesel gizleme çağı olmuştur. Bütün bir çağı kaplayan sis, 1900’lü yılların başlarına kadar sürerek burjuva edebiyatını örtbas etmeye soyunmuştur.
Moretti, kitabın son iki bölümünü kapitalizmde yarı çevre olarak kabul edilen ülke edebiyatlarına ayırarak, yaşanan bu sürecin çevredeki etkileri üzerine yoğunlaşıyor. Moretti, geç kapitalistleşen ülke edebiyatlarının “ulusal biçim bozuklukları” ile şekillendiğini ve bunun da burjuva bireyin azameti ve felaketinin açığa çıkarılmasında kullanıldığını vurgular. “Hiçbir şeyin doğru ölçüsünün kalmadığı yerde, orantısız bir rahatsızlık hissi gelişmiştir”. Çevre ülkelerin yazarları da metafizik ilkelerle yeni nakit bağı arasındaki ilişkinin bu kadar iç içe geçişini gözlemleyerek ulusal biçim bozukluklarını romanlarına konu etmişlerdir. Moretti, İtalya’dan, İspanya’ya oradan Rusya’ya ve hatta Brezilya’ya uzanan bir coğrafyada bu biçim bozukluklarının üstüne giderek çevre ülkelerdeki dönüşümün dinamikleri üzerinde durur.
Burjuvanın Acizliği
Kitabın son bölümü ise Ibsen’in burjuvalarına ayrılıyor. Ibsen, ‘iyi burjuva’ ve aç gözlü ilkesiz finansör arasında niteliksel hiçbir fark olmadığını vurgulamış ve bunun üzerine kurulacak çatışmanın gerçek bir çelişki yaratmayacağını fark düşünmüştü. Moretti’nin yorumuyla; “İyi Bürger asla yaratıcı yıkımcıya direnebilecek ve onun iradesine göğüs gerebilecek güce sahip olamayacaktı. Burjuva gerçekçiliğinin bu kapitalist megalomani karşısındaki acizliğinin farkına varmak: Ibsen’den bugünün dünyasına kalan ders bu işte.”
Moretti, 1600’lü yıllardan 1900’lü yılların başlarına kadar burjuvanın geçirdiği dönüşümü anlatırken romanlardaki içerik ile biçim ilişkisini sürekli vurgulayarak bugünün edebiyat eleştirisine önemli bir katkıda bulunuyor. Aynı zamanda birbiriyle bağı koparılmaya çalışılan sanat ile politika ilişkisinin zarifçe yeniden kurulması kitabın önemini daha da arttırıyor. Moretti, bir süre sonra politik bir vaaza dönüşme tehlikesi taşıyan içerik çözümlemesini de biçimin her şeyi belirlediğini öne süren teknik bir lafazanlığın tehdit ettiği biçimsel kuramları da kullanmayı başararak verimli bir eleştirel alan açabilmeyi başarmış Burjuva’da.
TARİH İLE EDEBİYAT ARASINDA BURJUVA, Franco Moretti, Çeviri: Eren Buğlalılar, İletişim Yayınları, 2015.
Romanın yükselişi ile kapitalizmin muzaffer oluşu arasındaki bağ defalarca vurgulanmışsa da burjuvazinin bu yükselişteki rolü üstüne yeterince durulmadı. Daha doğrusu yeni ortaya çıkan hâkim sınıfın romanlarda ‘yeni bir tarihsel karakter olarak’ geçirdiği evrimin analizi nedense eksik kaldı. Marksist edebiyat kuramcısı Moretti “Tarih ile Edebiyat Arasında: Burjuva” adlı eserinde tam da bu eksikliğin üstünde durarak, roman sanatında burjuvanın ve onun temsil ettiği değerlerin peşine düşüyor. Kitap, Robinson Crusoe’dan başlayıp Viktorya dönemi İngiliz edebiyatına oradan da yarı çevre ülkelerdeki dönüşümlere doğru yolculuğa çıkarken “kapitalizmin muzaffer, burjuva kültürünün ölü” oluşunun sebebine odaklanıyor.
“Gerçekliğin Kat Yerleri”
Böyle bir çalışmanın ister istemez roman karakterlerine yoğunlaşacağını düşünüyor insan. Moretti, kitabın ilk iki bölümünde roman karakterlerine yoğunlaşsa da, kitabının merkezine roman tarihi boyunca ortaya çıkan anahtar kelimeleri koyuyor. Karakterlerden ziyade roman biçiminin geçirdiği dönüşüm Moretti’yi daha çok ilgilendiriyor. Çünkü Moretti’nin amacı bir ‘burjuva’ figürü yaratıp onu eleştirmek değil: “Bir edebiyat tarihçisi olarak, belirli toplumsal gruplar –bankacılar, yüksek devlet memurları, sanayiciler, doktorlar ve benzeri- arasındaki fiili ilişkilerden ziyade, kültürel formlar ve sınıfın karşılaştığı yeni gerçeklikler arasındaki ‘kat yerine’” odaklanmak. Kısacası Moretti, defalarca tekrarlanmış ve çoğunlukla “kaba içerik çözümlemesi” yaftası yapıştırılmış karakter merkezli eleştiriyi, biçimsel eleştiri ile diyalektik bir ilişkiye sokarak derinleştiriyor çalışmasında.
Moretti, kitabına Robinson Crusoe’nun değerlendirmesiyle başlıyor. 1600’lü yıllarda, hala aristokrasinin hâkim sınıf olduğu zamanlarda Anglo-Sakson dünyasında yeni orta sınıf adıyla anılan burjuvanın maceracı girişimci ruhu ile sahne almıştı. Maceracı ve ‘çalışkan’ burjuvanın başarı öyküsüdür Robinson. Kapitalizmin muzaffer yıllarında maceracılık her ne kadar sönümlenmeye yüz tutmuş olsa da çalışkanlık mitinin, çalışma ideolojisine katkısını görmezden gelemeyiz. Moretti’ye göre çalışma bu dönemde “sosyal iktidarın yeni meşrulaşma ilkesi haline gelmiştir”. Robinson’un elde ettiği servetin haklı olduğu sonucuna varırız, kitabı okurken, çünkü neredeyse kitabın tamamı Robinson’un adada hayatta kalma yolunda attığı adımları anlatmaktadır. Ama Moretti, dikkatimizi başka bir noktaya çeker: “Yalnız başına harcadığı emek, ona bir pound bile kazandırmamışken Brezilya’daki çiftliğinde isimsiz köleleri sömürerek zengin olur”. Burjuvanın miti bile dezenformasyonla kurulmaktadır. Bu noktada Moretti, ‘endüstri’ kelimesinin dönüşümüne odaklanarak şu sonuca da varır: “Zekice çalışmanın yerini çok çalışma aldı”. Bu dönemin anahtar kelimelerinin ise faydalı, verimlilik ve konfor olması da şaşırtıcı değildir.
“Katı olan herşey daha da katılaşırken…”
1800’lü yıllara gelindiğinde ise kapitalizmin aristokrasi karşısında hegemonyasını tesis ettiğini görüyoruz. Moretti’ye göre dönemin anahtar sözcüğü ‘ciddi’ olmuştur: “Ciddi, burjuvazinin egemen sınıf olma yolundaki adıdır”. Bu dönem ‘tarafsız bir yargıç’ olan anlatıcının ortaya çıkışını sağlayacaktır. Günlük olayların (en bayağı örneklerinin bile) anlatının içine dâhil edilmesiyle roman toplumsal olana ayna tutan bir türe dönüşmeye başlamıştır. Romanın dolgularına sirayet eden betimleyici ayrıntıların çeşitliliği bu dönemin karakteristik özelliğidir. Gündelik hayat romanı ele geçirmeye başlamıştır. “Bildungsroman ve hayal kırıklığı ile olasılığın buruk karışımı: flört hikâyeleri ve dingin bir terbiye anlatısı; tarihsel roman ve geçmişin beklenmedik alışkanlıkları; kent komploları ve hayatın aniden hızlanışı. Bu 19. yüzyıl gündelik yaşamının genel anlamda yeniden uyanışıdır.” 1800’lü yılların başları devrimler çağıdır ve bu dönemin yazarları ani dönüşümün yarattığı baş dönmesiyle yazmışlardır. Burjuva ise bu sürekli dönüşümün merkezi kahramanıdır.
Ama Moretti’ye göre bir kuşak sonra rüzgâr tersine döner. Flaubert’in eserlerinde karşılaştığımız ve daha sonraki yazarları da etkisine alan, düzenli ve sıradan hayatın tehdit edici, baskıcı bir hale dönüşmesidir. Bu dönemin tercih edilen zamanı hikâye bileşik zaman kipi olmuştu: “Hiçbir sürpriz vaat etmeyen kip; tekrarın, sıradanlığın, arka planın kipi. Fakat öyle bir arkaplandır ki bu, ön plandan önemli hale gelmiştir.” Yine bu dönemde ‘tarafsız bir yargıç’ olan anlatıcı yerine üslupsal bir dönüşüm gerçekleşmiş ve serbest dolaylı üsluba geçiş yapılmıştı. Moretti’ye göre: “Madam Bovary, Avrupa edebiyatını kendi didaktik işlevinden koparan, bilge anlatıcının yerine yüksek dozda serbest dolaylı üslubu getiren yavaş sürecin mantıksal sonucudur”. Burjuva, devrimler çağı sona erdikten sonra, tüm devrimci niteliklerinden soyunarak ciddi, sıkıcı ve sıradan bir bireye dönüşmüştür. Romanlarda öznelliğin azalışı ve nesnelliğin yükselişi burjuva bireyin bu niteliğinin –niteliksizlik de denebilir– ürünüdür. Devrimler çağının sona ermesiyle birlikte “katı olan her şey, daha da katılaşmaya başlamıştır”.
Bir Çağı Kaplayan Sis
1800’lü yıllardaki kapitalist dönüşüm, üslupsal dönüşümle paralel ilerlemiş ve Viktorya dönemi edebiyatının oluşumunu sağlamıştır. Viktorya döneminin anahtar kelimeleri ‘tesir’ (ki Moretti bu kelimenin hegemonya olarak okunabileceğini ima eder) ve ciddinin yerine ikame ettirilen ‘ağırbaşlılık’ olmuştur. Bu anahtar kelimelerin işaret ettiği nokta ise burjuvanın bir bilgi ehlinden duygusal ve inkâra meyilli bilgiden korkan bir anti-entelektüele dönüştürmesidir. Moretti’ye göre Viktoryen çağ, eylem adamının teori adamını yenilgiye uğrattığı bir simgesel gizleme çağı olmuştur. Bütün bir çağı kaplayan sis, 1900’lü yılların başlarına kadar sürerek burjuva edebiyatını örtbas etmeye soyunmuştur.
Moretti, kitabın son iki bölümünü kapitalizmde yarı çevre olarak kabul edilen ülke edebiyatlarına ayırarak, yaşanan bu sürecin çevredeki etkileri üzerine yoğunlaşıyor. Moretti, geç kapitalistleşen ülke edebiyatlarının “ulusal biçim bozuklukları” ile şekillendiğini ve bunun da burjuva bireyin azameti ve felaketinin açığa çıkarılmasında kullanıldığını vurgular. “Hiçbir şeyin doğru ölçüsünün kalmadığı yerde, orantısız bir rahatsızlık hissi gelişmiştir”. Çevre ülkelerin yazarları da metafizik ilkelerle yeni nakit bağı arasındaki ilişkinin bu kadar iç içe geçişini gözlemleyerek ulusal biçim bozukluklarını romanlarına konu etmişlerdir. Moretti, İtalya’dan, İspanya’ya oradan Rusya’ya ve hatta Brezilya’ya uzanan bir coğrafyada bu biçim bozukluklarının üstüne giderek çevre ülkelerdeki dönüşümün dinamikleri üzerinde durur.
Burjuvanın Acizliği
Kitabın son bölümü ise Ibsen’in burjuvalarına ayrılıyor. Ibsen, ‘iyi burjuva’ ve aç gözlü ilkesiz finansör arasında niteliksel hiçbir fark olmadığını vurgulamış ve bunun üzerine kurulacak çatışmanın gerçek bir çelişki yaratmayacağını fark düşünmüştü. Moretti’nin yorumuyla; “İyi Bürger asla yaratıcı yıkımcıya direnebilecek ve onun iradesine göğüs gerebilecek güce sahip olamayacaktı. Burjuva gerçekçiliğinin bu kapitalist megalomani karşısındaki acizliğinin farkına varmak: Ibsen’den bugünün dünyasına kalan ders bu işte.”
Moretti, 1600’lü yıllardan 1900’lü yılların başlarına kadar burjuvanın geçirdiği dönüşümü anlatırken romanlardaki içerik ile biçim ilişkisini sürekli vurgulayarak bugünün edebiyat eleştirisine önemli bir katkıda bulunuyor. Aynı zamanda birbiriyle bağı koparılmaya çalışılan sanat ile politika ilişkisinin zarifçe yeniden kurulması kitabın önemini daha da arttırıyor. Moretti, bir süre sonra politik bir vaaza dönüşme tehlikesi taşıyan içerik çözümlemesini de biçimin her şeyi belirlediğini öne süren teknik bir lafazanlığın tehdit ettiği biçimsel kuramları da kullanmayı başararak verimli bir eleştirel alan açabilmeyi başarmış Burjuva’da.
0 yorum:
Yorum Gönder