Edebi türlerin her birine dair, bulanık ya da açık tanımlara çeşitli kaynaklarda rastlamak mümkün iken, sıra bu türlerin okurlarını anlamaya, onların eğilimlerini açıklamaya geldiğinde yaşanan zorluklar hayli uzun zamandır edebiyat dünyasının gündeminde. Bu zorluklar, edebiyat eserlerinin var oluşuyla ilgili önemli bilgilerin ortaya çıkarılması için incelenmeye değer. Sözgelimi, Umberto Eco’nun denemelerinde yer alan, 1992-1993 yılları arasında, Harvard Üniversitesi’nde verdiği bir dizi seminerde ise yeniden tartışmaya açtığı ‘örnek okur’ tanımını ele alalım kısaca. Bu tanım, esasında anlatılardan söz edildiğinde geçerlilik kazanıyor olsa da, okuduğu edebiyat eserinin ve yazarının ne yapmaya çalıştığını fark edebilen, metinle ve yazarıyla bir dereceye kadar iş birliğine gidebilen bir okur profilini şiir kitaplarının karşısında da bulmayı beklemek oldukça anlaşılır geliyor kulağa. Fakat, bir edebi tür olarak barındırdığı olanakları göz önüne aldığımızda, şiirin çeşitli katmanlardan oluşan ve okurunun birbirinden farklı okuma yöntemleri kurmasını sağlayan yapısı, yazarın eserini üretirken karşısında bulmayı tasarladığı o ‘örnek’ okur profilinin baskın çıkması olasılığını ortadan kaldırıyor. Hem şairin hem de okurun önünde açılan bu özgür ama sisli ve gizemli alan, şiirin, kat ettiği bunca zaman boyunca okurlarca tekrar tekrar üretilerek çoğalmasının, bu sayede de okurlarıyla buluşabildiği her çağa dair dikkate değer izleri bünyesinde taşıyarak yeni zamanlara aktarabilmesinin önünü açtı.
Şöyle bir dönüp de Türkiye şiirinin resmine bakınca, kendisini bir bildiri üzerinden tanımlamış olsun ya da olmasın, pek çok şiir topluluğunun, havasından suyundan beslendiği tüm zamanların gayrı resmi tarihini anlattığını görürüz. Akla ilk gelen, meşhur bir örnek olarak İkinci Yeni şiirinin etkisini hala kaybetmemiş olması tam da bu sebeptendir. İkinci Yeni ve diğer bazı şiir hareketlerinin izlerini taşıyan şiirler ortaya çıkarılmaya devam ederken, bir yandan da bu etkileri üzerinden sıyırmış şiirler üretilmeye çalışıldı. Böylece Türkiye şiiri doksanların başından itibaren daha dinamik bir süreç içine girdi. Ayak sesleri daha da duyulur hale gelen yeni şiir arayışları, ikibinli yılların gelişiyle birlikte görünürlük kazandı. Görsel veya deneysel şiir çalışmalarının sayıları artarken yeni nesil edebiyat dergileri de bu çalışmaların okurla buluşmalarını daha da kolaylaştırır oldu. Tüm bu çalışmalar, salt şemacı ya da biçimci olmakla kalmayıp, şiiri insanın ve toplumun bulunduğu bütün alanlara koyabilme çabasını da içinde barındırıyordu. Bu çabanın yanı sıra internetin yaygınlaşması, sosyal medya platformlarının ortaya çıkışı, şiirin basılan kitaplarla beraber bambaşka düzlemlerde okurla buluşmasını sağlar oldu. Kimi genç şairlerin ve şair adaylarının da katıldığı, eski ve yeni şiirlerin okunduğu buluşmalar; gün aşırı şiirlerin ya da şiirlerden mısraların paylaşıldığı internet siteleri ve sosyal medya hesapları, buluşmaların en bildik adreslerinden sadece ikisi. Bunlarla beraber çok eski zamanlardan beri tanıdığımız buluşma şekillerimiz var şiirlerle: Yaşar Miraç’ın, Kemal Burkay’ın, Bülent Ecevit’in, Ülkü Tamer’in ve daha nicelerinin şiirlerinin üzerine yazılan besteler ve Nâzım Hikmet, Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Adnan Yücel gibi şairlerin mısralarının yazıldığı duvarlar ve pankartlar, şiir kültürümüzde çok özel bir yer aldı.
İşte böylesi bir şiir ortamında okur, çağın getirdiği kolaylıkların yarattığı rahatlıkların da etkisiyle birlikte şiire, basılı kitap formatında ulaşma alışkanlığından hızla uzaklaştı. Kimi eski ve yeni nesil şairler kendilerini ve poetikalarını dergilerde var etmeye çalışır oldu; hatta kimileri dergilerin ‘kadrolu şair’i ilan edilebilecek biçimde yer aldı dergilerin arasında. Elde, nitelikli şiire sadece dergilerden ulaşma imkanı kalınca, sıkı şiir okuru, takibini dergilerden sürdürür oldu. Kitaplarla birlikte internet üzerinden de erişebildiğimiz şiirlerin, bir zaman sonra Facebook ve Twitter gibi sosyal medya platformlarında yapılan cerrahi müdahalelere mazur kalışına tanık olmaya başladık. Bugün şiirler mısralarına kadar parçalanıp servis ediliyor, sözgelimi Attilâ İlhan’ın “Çünkü ayrılık da sevdaya dahil.” dizesi Cemal Süreya imzasıyla paylaşılıyor. Daha da kötüsü, uydurulmuş şiirimsilerin büyük şairlere mal edildiği oluyor. Tüketilmesi oldukça kolay olan bu formuyla şiir benzeri metinler, kitaplara olan ilgiyi de azaltır oldu.
Şiire kitaplar aracılığı ile ulaşmayı alışkanlık haline getiren okur kitlesinin uzunca bir süredir, milenyumun öte yanında kalan şiir kitaplarına ulaşmakta güçlük çektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Genç okurların bir kısmı ise dergiler ve internet üzerinden şiiri takip etmekle yetinmeyip kitaplara da erişmeye çalışıyor. Şiir kitapları yayınlayan büyük yayınevleri, bu ihtiyacı yeni baskılar, antolojiler ve toplu şiir kitapları hazırlayarak giderme çabasını sürdürmekteler. Yine de Nilgün Marmara’nın Kırmızı Kahverengi Defter kitabının baskısı yapılmıyor; Salah Birsel ve Gülten Akın gibi isimlerin kimi şiir kitaplarına hiçbir kitapçıda rastlanmıyor. Arkadaş Zekai Özger’in şiirlerinin de saydığım isimlerle aynı kaderi paylaşacağı kanısı yaygın iken bu şiirler Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası isimli bir kitapta toplu halde yayınlandılar geçtiğimiz yıl içinde. Bazı kitapların artık basılmıyor oluşu, peşinde koşan okuru yaralıyor olsa da uzun zamandır basılmayan şiirlerin son birkaç yıl içerisinde yeniden basılması, baskısı yapılmayan kitaplar konusunda umut veriyor.
Edebiyat dergilerinde sık sık, şiir okurlarının az olduğu yönündeki yakınmalar yer alır ve yer yer okurun sadakatsizliğinden dem vurulur. Pek çok farklı okur profilinin isteklerine cevap vermeye çalışan yayınevlerinin de bu işte payı olup olmadığı üzerine düşünülebilir belki ama bugün, şiire ulaşma yollarımızın daha da çeşitlendiği, içerdiği tehlikelere rağmen kimi araçlar sayesinde kolaylaştığı; şiirin yeni dünyalar kurma gücüne dair bilincin geliştiği de gün gibi ortadayken şiiri terk etmemek, yolumuzu şiire düşürmek gerek.
0 yorum:
Yorum Gönder