“Yaz Allahın Belası, Yaz” (Murat ÖZBEK)

Novella eserlerin etkileyiciliği ilk satırdan başlayarak okuyucunun o yaşına dek hayatına etki etmiş tüm kitapları, olayları çağrıştırmasında yatar. Bunun nedeni de salt bir olayı ya da durumu az sözcükle alabildiğine geniş bir yelpazede sunma çabasından kaynaklanıyor olsa gerek. Bu çaba okuyucuya sınırsız bir hayal dünyası sunar. James Joyce’un Giacomo Joyce isimli romanı da böyle bir etkiyle okuyucuyu kuşatıyor.

Giacomo’nun kendinden yaşça genç bir kadınla karşılaşmalarını konu edinen kitap, bu karşılaşmaları belirli bir uzaklık üzerinden sürdürürken bir süre sonra karşılaşmaların zamansız ve uzamsız -sadece sözcükler aracılığıyla- gerçekleşmesini dramatik bir şekilde anlatır. Joyce’un, Giacomo için yer yer Jamesy ya da Jim gibi ifadelerini kullanması kendi hayatından ipuçları vermektedir. Joyce, kitapta Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi ve Ulysses eserlerine değinir. Buradan belki de şu sonucu çıkarmalıyız: Joyce, Giacomo Joyce’u yazarken Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi ve Ulysses’in hazırlıklarını yapmaktaydı. Bunu, spekülasyondan ve yazarın niyetinden bağımsız ele alırsak; Giacomo Joyce bu iki kitapla birlikte düşünüldüğünde on altı sayfalık metnin aslında çok şey barındırdığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Giacomo Joyce’un karşılaşmalar üzerinden ilerlediğini söylemiştim. Bu karşılaşmalar erotik çağrışımlar da içerir. Edip Cansever, Ben Ruhi Bey Nasılım isimli kitabının başlarında, Ruhi Bey’in erotik duygularıyla arasındaki mesafesini şöyle ifade eder: “O ben ki / Bir kadında bir çocuk hayaleti mi / Bir çocukta bir kadın hayaleti mi / Yalnızca bir hayalet mi yoksa.” Ruhi Bey üvey annesi ile birlikte olmuştur. O andan sonra Ruhi Bey’in üvey annesi bir hayalete dönüşür onun için. Ama Ruhi Bey hayaletin gelmesi için oturup beklemez, sürekli bir çaba içerisindedir. Lakin bu çaba beyhude bir çabadır çünkü hayaletin nereden geleceği belli değildir. Shakespeare’in Hamlet oyunundan sonra  “nereden?” sorusunun hem mekanı hem zamanı kapsadığından eminiz. Hayalet geçmişten mi gelecek yoksa gelecekten mi gelecek? Ama her halükarda geleceği an “şimdi” olacaktır. Giacomo, Ruhi Bey’den farklı olarak bu belirsizliğin bilincindedir. Kitabın cezbedici özelliği ise Joyce’un bu belirsizliği zamansız ve uzamsız bir düzlemde alt edebileceğinin farkında olmasıdır.
Giacomo Joyce, “Kim?” sorusuyla başlar. Kitap boyunca söylenecek her söz bu soru adına bir cevap içerir. Elbette bu cevaplar karşılaşmalar neticesinde elde edilir. Joyce, karşılaşmaları sürekli tasvir eder. Bu tasvirleri de somut biçimlerde sunar ama daha önemlisi sürekli bir mistisizm vurgusunun kendini hissettirmesidir. Örneğin, yüksek topuklardan, solgun çehreden, el yazısından, gözlerin renginden söz edilirken araya Swedenborg, Areopagos, Molinos’lu Miguel, Aziz İgnatius, Juggernaut gibi mistik çağrışımlarda bulunun isimlerin serpiştirilmesi, Giacomo’nun aşık olduğu genç kadınla arasındaki mesafenin bir türlü kapanmayışını bir sarsıntının ötesine taşır. Bu bir sarsıntı olsaydı eğer, muhtemelen erotik bir sarsıntı olurdu. Çünkü Joyce, sürekli bir beden tasavvuru yapmaktadır ve bir noktadan sonra kıyafetlerine dokunduğunu söyler ve “portakal rengi iç gömleğin sardığı kıvrak gövdeyi görüyorum” ifadesini kullanarak mistik çağrışımların sağladığı olanaklar sayesinde mesafenin erotizme engel olmadığını çağrıştırır.

Kitabın, Joyce’un kendi numaralandırış biçimiyle, onuncu sayfasında yazar bir eşiğe varmıştır. Joyce eşikte iyi yürekli Hamlet’in Polonius’a karşı kaba olduğunu söyler. Kadının bedeninin silikleştiği yerde –eşikte- Joyce’un hayal gücü devreye girer. Burası eşiğin geçildiği yerdir. Dolayısıyla artık mevcut olan tek şey sınırsızlıktır. Yazar, tam eşikteyken okuyucuya Hamlet aracılığıyla iki uyarıda bulunur. Uyarılardan biri yazarın niyetiyle ve biyografisiyle ilgilenen okuyucu kitlesinedir ki, bunlar Polonius ile temsil edilir. Zira Polonius, Hamlet oyununda tek başına silik bir karakterdir. Onun önemi Ophelia’nın babası olmasından gelir. Kendi varlığıyla ortada yoktur. O, ancak ve ancak bir başkası aracılığıyla mevcutlar içinde mevcut olabilen bir karakterdir. Peki, Polonius’un durumunun Joyce’ın eseriyle ne ilgisi var? Bu soruyu cevaplayacak olan, Joyce’u endişelendiren bir başka sorudur: Giacomo Joyce’un okuyucusu, James Joyce olmadan kendi başına var olabilecek mi? Eşikte Joyce’u endişelendiren şey, eşiğin geçilip geçilmemesi değildir. Yazar için endişe verici olan okuyucunun eşikte ne yapacağıdır. Dolayısıyla burada Hamlet üzerinden ikinci bir uyarı devreye girer. Bu ikinci uyarının yaptığı çağrışım baba Hamlet’in hayaletidir. Çünkü eşik aşıldıktan sonra Joyce’un hayal gücü devreye girecektir. Burada hem zaman hem uzam sınırsızdır. Derrida’nın Marx’ın Hayaletleri isimli kitabını hatırlayalım. Hayalet geçmişten mi gelir yoksa gelecekten mi gelir? Derrida şöyle der; “Geçmiş-şimdiki zaman, şimdiki-şimdiki zaman, gelecek-şimdiki zaman...(s. 69)” Tüm bunların arasında gerçek bir şimdiki zaman var mıdır? Eğer ortada bir hayal gücü varsa, şimdiki zamanın varlığından şüphe edilmelidir. Anlaşılan, Giacomo Joyce, “şimdi”nin bir sonlu olduğunun farkındadır. Yazı denilen mefhum, Giacomo Joyce’un aşkı ile arasındaki mesafenin ölçütüdür. Mesafenin bir sınırsızlığa dönüşmesi Giacomo için o mefhumu vazgeçilmez kılar. Onu vazgeçilmez kılarken zamanı vazgeçilir kılar.
“Gençliğin de sonu vardır: işte son geldi. Asla olmayacak. İyi biliyorsun bunu. Ee, o zaman? Yaz Allahın belası, yaz şunları! Başka ne işe yararsın?
    ‘Niçin?’
    ‘Çünkü başka türlü sizi göremezdim.(s.44)’”
GİACOMO JOYCE, James Joyce, Çev. Zeynep Avcı, Sel Yayınları, 2011.

0 yorum:

Yorum Gönder